Sultan Sencer
Selçuklu-Karahanlı Münasebetleri
Sencer’in meliklik döneminde Büyük Selçuklular’a tâbi hâle getirdiği Batı Karahanlı hükümdarı ve kayınpederi Arslan Han son yıllarında felç olmuş, ülke yönetimini oğlu ve naibi III. Nasr Han’a bırakmıştı. Bu dönemde Ali evlâdından bir fakih Semerkant şehrinin reisiyle iş birliği yaparak Karahanlılar’a karşı bir isyan hareketi başlattı ve Nasr Han öldürüldü. Müttefiklerin Karahanlı hanedanına son vermesinden endişe eden Arslan Han, Sultan Sencer’den yardım istedi. Ancak bir süre sonra diğer oğlu II. Ahmed’in isyancı fakihi öldürdüğünü ve şehrin reisini yakalayıp hapsettiğini bildirip Sencer’den geri dönmesini istedi.
Sencer bu gelişme üzerine bir süre bekledi. Av sırasında karşılaştığı silahlı kişilerden şüphelenip onları sorguya çekince bunlar kendisine suikast düzenlemek üzere Arslan Han tarafından gönderildiklerini itiraf ettiler. Sencer Semerkant’a yürüyüp şehri ele geçirdi (1130). Bir kaleye sığınmış olan Arslan Han af diledi. Sencer, II. Ahmed’den sonra sırasıyla Hasan b. Ali (Hasan Tegin, Sagun Bey), İbrahim b. Süleyman, Tamgaç Buğra Han ve yeğeni II. Mahmut b. Muhammed’i tayin etti.
Selçuklu-Harezmşahlar Münasebeti
Harizmşahlar 1135 yılına kadar Sultan Sencer’e bağlı kaldılar ve onun emrinde seferlere katıldılar. Bizzat Harizmşah Atsız b. Muhammed, 1130’da Sultan Sencer’in emrinde Maveraünnehir’e ve 1132’de Irak Selçuklu Sultanı Mesud’a karşı düzenlenen seferlerde büyük yararlıklar gösterdi. Ancak Sencer, 1135’te Gazneli Behram Şah’a karşı düzenlediği sefer sırasında Atsız’ın kendisine karşı bir komplo hazırlığı içinde olduğuna dair haberler yüzünden ona duyduğu güveni kaybetti. Atsız’ın Cend ve Mangışlak’a kadar yayılan arazide kendi başına akınlar düzenlemesi ve bağımsız hareket etmeye kalkışması Sultan Sencer’i tedbir almaya sevketti.
Atsız’ı cezalandırmak için Harizm üzerine yürüyen Sultan Sencer, Harizmşahlar’ı bozguna uğrattı. Atsız 10.000’e yakın kayıp vererek kaçtı. Esirler arasında bulunan oğlu Atlığ, Sencer’in emriyle öldürüldü. Sencer, Melik Gıyaseddin Süleyman Şah b. Muhammed Tapar’ı Harizm’in idaresine memur etti. Ancak Atsız, Sencer Merv’e döner dönmez onu Harizm’den uzaklaştırdı, 1140 yılında Buhara’ya hücum edip şehrin valisi Zengi bin Ali’yi idam ettirdi. Bir süre sonra Sencer’den af diledi ve kendisine tâbi olacağına dair yemin etti. Ancak Katvân yenilgisinden cesaret alarak 1141 Ekim başlarında Horasan’a yürüyen Atsız, Serahs yoluyla başşehir Merv’e hareket etti. Merv’i ele geçirip birçok kişiyi öldürttü.
1142 ilkbaharında Nişabur’a girdi ve burada kendi adına hutbe okuttu. Beş hafta sonra Nişabur’da hutbe tekrar Selçuklular adına okunmaya başlandı. Atsız, Harizm’e dönünce Horasan’ı yeniden hâkimiyeti altına alan Sultan Sencer 1143 temmuzunda ikinci defa Harizm seferine çıkıp Gürgenç’e kadar geldi. Atsız kıymetli hediyeler gönderip af diledi. Sultan Sencer, Horasan’da ele geçirdiği malları iade etmesi ve kendisine tâbi olması şartıyla onu bağışladı. Sencer’in Merv’e dönmesinin ardından Atsız tekrar Selçuklular aleyhinde faaliyetlere başladı. Sencer’in Atsız’a gönderdiği elçi Edib Sabir, Atsız’ın kendisini öldürmek üzere iki İsmailî fedaisiyle anlaştığını Sencer’e bildirdi. Bu iki kişi Merv’de yakalanıp öldürüldü. Bunun üzerine Sencer 1147’de üçüncü Harizm seferine çıktı. Hezaresb Kalesi’ni iki ay kuşattıktan sonra zaptetti ve Gürgenç’e ilerledi. Atsız yine af dileyince Sencer onu affetti (1148).
Sultan Berkyaruk ile kardeşleri Muhammed Tapar ve Sencer arasındaki mücadeleyi fırsat bilen Bâtınîler, ülkenin pek çok bölgesinde toplanıp kendilerine muhalefet edenlerden güçlerinin yettiği şahısların mallarını gasp etmeye ve onları öldürmeye başladılar. İnsanları kandırarak onları kaçırıp öldürüyor ve cesetlerini de kuyulara atıyorlardı. Bunu o kadar çok yaptılar ki, İsfahan’da bir insan her zaman geldiği vakitte evine dönmeyecek olsa, onun Bâtınîler tarafından öldürüldüğüne kesin olarak inanılır ve onun için taziyeye otururlardı.
Askerî tedbir ve müdahalelerin yanı sıra Bâtınîlere karşı mezhep reisleri ve kadıların yürüttükleri fikrî mücadeleler de önemliydi. Nitekim zaman zaman ulemânın itikadî-fikrî ikna ve gayrı-meşru gösterme çabalarının da ötesine geçerek arkalarına silahlı halk kitlelerini alarak onlara karşı kılıç kullanmaktan çekinmedikleri de görülmektedir. Bununla birlikte Bâtınîler de buna misliyle karşılık vermekten geri durmamışlardır. Nişabur hatibi ve aynı zamanda Şafiîlerin lideri olan Ebü’l-Kasım bin İmamü’l-Haremeyn Ebü’l-Meâlî el-Cüveynî suikastı bunun örneklerindendir (1099). El-Cüveynî, Nişabur’da Bâtınîlere karşı Hanefîlerin lideri Kadı Muhammed bin Ahmed ile ittifak hâlindeydi ve zaman zaman onlara karşı saldırılarda da bulunmaktaydılar. Hatta 1095 yılında onların medreselerini basıp yıkmışlardı.
El-Cüveynî’nin öldürülmesinden Ebü’l-Berakât es-Sa’lebî’yi sorumlu tutan halk, onu öldürerek Bâtınîlerin bu eylemlerine mukabele etmişlerdir. Yine Herat’ta ehl-i sünnet imamlarından olan Şeyhü’l-İslâm Ebû İsmail Abdullah b. Muhammed bin Ali el-Herevî’nin oğlu Abdulhadî de 1096-1097 yılı sonrasında Bâtınîlerin hançerli saldırısında can verdi. Din adamları ve âlimler, toplum ile iç içe olup geniş halk kitlelerini yönlendirme ve etkileme özelliğine sahip kimselerdi. Bu cihetle Bâtınîlerin propaganda alanlarını sınırlandırma ve onların kendi inançlarını tebliğ etme noktasında taraftar bulmalarına mâni olduklarından dolayı, Bâtınî nokta-i nazarında güçlü birer rakip ve düşman olarak ortadan kaldırılmaları gereken bir hedef niteliğindeydiler.
Hakeza Selçuklu iktidarındaki otorite boşluğundan da zaman zaman istifade eden Bâtınîler bu anlamda eylemlerini daha da artırmaktaydılar. 1104-1105 yılında Sultan Berkyaruk’un vefatının akabinde vuku bulan hâdiseler dolayısıyla Bâtınîler faaliyetlerini yoğunlaştırarak Beyhak ve benzeri pek çok yörede güçlenip üstünlük sağladılar. Muhammed Tapar’ın iktidarını sağlamakla uğraşmasından da faydalanarak diledikleri kimselere karşı suikast tertiplemekten kaçınmadılar. Bu baptan Bâtınîler, Şafiîlerin ileri gelen reislerinden Ebû Cafer bin el-Meşşât’ı bu yıl öldürdüler. Rey’de dersler verip halka vaaz eden el-Meşşât da Ebü’l-Muzaffer b. el-Hocendî gibi kürsüden indiği sırada fedailerin hançerli saldırısına uğradı.
Yine Hanefî mezhebine mensup Kadı Ebü’l-Alâ‘ Said bin Ebû Muhammed en-Nişaburî de 1105-1106 yılında İsfahan Camii’nde bir Bâtınî tarafından öldürüldü. Benzer şekilde İsfahan kadısı Ubeydullah bin Ali el-Hatibî’yi ise Hemedan şehrinde öldüren Bâtınîler güçlü bir düşmanlarını daha ortadan kaldırmış oldular. Zira İbnü’l-Esir’in haber verdiğine göre el-Hatibî, Bâtınîler aleyhinde çok çalışır, onlardan çok korktuğu için de ihtiyaten zırh giyinir ve adamlarıyla birlikte dolaşırdı. Ancak Cuma günü bir Bâtınî, adamlarıyla arasına girerek onu hançerledi.
Yine zamanın önde gelen imamlarından olan Nişabur müftüsü Said bin Muhammed bin Abdurrahman Ebü’l-Alâ‘ el-Buhârî el-Kadî el-Hanefî de aynı yıl Ramazan bayramı günü Camiü’l-Atik’te bir Bâtınî’nin suikastıyla canından oldu (1109). Bâtınî tehlikesinin hangi boyutlara vardığını anlayan ve “Eğer Şafiî’nin bütün kitapları yansa, hafızamdan onları yeniden yazdıracak kadar gücüm vardır.” diyen ve bu nedenle zamanın Şafiî’si olarak kabul edilen büyük âlim İmâm Ebü’l-Mehâsin Abdülvahid er-Rûyânî de Bâtınîlerin cinayetine maruz kalanlardandı.
Nizâmü’l-Mülk’ün en büyük oğlu ve Sencer’in veziri olan Fahrü’l-Mülk Ebû’l-Muzaffer Ali de Aşure Günü suikasta uğradı. İkindi vakti odasından çıkıp kadınların bulunduğu eve geçmek için çıktığında birinin “Müslümanlar ölmüş, zulme mâni olacak ve mazlumun elinden tutacak kimse kalmamış.”, şeklindeki haykırışlarını duydu. Fahrü’l-Mülk, yardıma muhtaç görünümünde bu şahsa acıyıp yanına çağırdı. Adam, Fahrü’l-Mülk’e bir pusula uzattı. Fahrü’l-Mülk, pusulayı okurken, şahıs hançerini çekip onu öldürdü. Yakalanan katil Sencer’in huzuruna götürülüp sorguya çekildiğinde, kendisini bu cinayete Melik Sencer’in yakın adamlarının azmettirdiğini söyleyerek bu masum insanların öldürülmesine sebep oldu.
Böylece katil, ölüme giderken bile düşmanlarını da beraberinde götürmeyi ihmal etmedi. Bu olayın ardından Sencer, kardeşi Sultan Muhammed Tapar’a gönderdiği mektubunda “Bunlar ne sana ne de bana acırlar, bunları yeryüzünden temizlemek vaciptir.” demek suretiyle Bâtınîlere karşı ciddi bir harekâta girişmenin lüzumuna işaret ediyordu. Bâtınîlere karşı bir sefer düzenlendi ve çok sayıda Bâtınî ortadan kaldırıldı. Ertesi yıl Sencer veziri Muînüddîn-i Kâşî’nin de Bâtınîler tarafından öldürülmesi üzerine Alamut’a bir sefer düzenledi. Bu sefer sırasında 10.000’den fazla Bâtınî katledildi. Bazı kaynaklarda ise Sencer’in Bâtınîlerle mücadele etmekten vazgeçip onlarla anlaşma yoluna gittiği rivayet edilir.
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed Bin Mahmud, Selçuknâme, (Haz. Erdoğan Merçil), İstanbul 2018.
Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara 1995.
Hasan Taşkıran, , Selçuklu Devletlerinde Suikastlar, İstanbul 2015.
İbn Kesîr, El-Bidâye ve’n-nihâye (Büyük İslâm Tarihi), (Çev. Mehmet Keskin), İstanbul 1994.
İbnü’l-Esîr, İslam Tarihi (El-Kamil fi’t-Tarih Tercümesi),(Çev. Abdülkerim Özaydın - Ahmet Ağırakça ), İstanbul 2016.
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, İstanbul 2018.
Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi II: İkinci İmparatorluk Devri, Ankara 1984.
Müneccimbaşı Ahmed B. Lütfullah, Câmiu’d-düvel Selçuklular Tarihi (Derleyici: Ali Öngül), İstanbul 2017.
Nevzat Keleş, Bâtınîlerin Devlet Adamlarına Suikast Faaliyetleri TDV İslâm Ansiklopedisi, 2009.
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1969.
Resul KESENCELİ
YazarKur’an’ın ilk emrinin “oku” olması ilmin önemine bir burhan ve onun önceliğine bir işarettir. Yine ilk inen surelerden Kalem Suresi’nde kaleme yemin edilerek ilme yani bilgiye önem verilmiş, ona değer...
Yazar: Aydın BAŞAR
1.BeyitSafâ ancak gönülde yâr için sevdâ-yı aşkdır hepDevâ-yı derd ü gam âlemde bir sahbâ-yı aşkdır hep(Gönül rahatı, iç huzûru sevgili için çekilen aşkın sevdâsındadır. Âlemde, çekilen dertleri...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ebu’l-Hasan el-Vâhidî Esbâb-ı Nüzûl adlı eserinde Kur’an’da en son nâzil olan âyetler konusunu tesbit etmeye geniş yer ayırmıştır. O, en son nâzil olan âyetlerden birisinin şu âyet olduğunu zikreder:[...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Evliya Çelebi XVII. yüzyılda İstanbul’u Seyahatname isimli eserinde anlatırken Ayasofya’nın Sırları ve gizemlerini yazmıştır. Biz de bu eserde anlatılanları bu yazımızda ifade etmeye çalışacağız.Seyah...
Yazar: Resul KESENCELİ