Dünyaya Ehemmiyet Vermeyen Güzel İnsanlar
34.Hadis
"Nice saçı başı dağınık pejmürde ve kapılardan kovulmuş insan vardır ki, eğer bir şey hakkında Allah’a yemin etse, Allah yemininde sâdık çıkarır." [1]
Somuncu Baba Diyor ki:
"Kendi isteğiyle son derece sâde ve basit bir hayatı geçici nimetlere tercih etmek, hakir ve felâket yurdu olan dünyanın musîbetlerinden kurtulmaya karşı bir güvence, Allah katında da izzet ve kerâmettir. Kalplerin sersemleştiği, dillerin tutulduğu cezâ gününde böylesi insanın duâsı geri çevrilmez."
Hadisin Yorumu
Yaşamış olduğumuz dönemde insanların değer verdikleri ölçüler çok değişti. Eskiden de insanlar makam ve dünyalık sahibi olanlara daha fazla önem verirdi, ancak hiç olmazsa ortalama yaşayış olarak herkes birbirine yakındı ve teknolojik imkânlar olmadığı için benzer hayatı yaşamaktaydılar. Sürekli elbise değiştirme, cep telefonu ve aracın bir üst modelini alma, mobilya yenileme gibi durumlar söz konusu olmadığından halkın yaşayış şekli birbirine oldukça benzemekteydi. Bu durum sosyal barışa katkı sağlıyor, maddî imkânı olanlarla olmayanlar arasında nefretleşmeye ve hasede sebebiyet vermiyordu.
Bunun yanında zekât, sadaka ve hayır kurumları ile yardımlaşma daha yoğun olduğundan da toplumda kardeşlik duyguları hâkim idi. Günümüzde ise bu değerler zayıflamış ve beşerî bazı ideolojiler din kardeşliği hukukunu mahvetmiştir. Maalesef bu durum dünyanın her yanında olduğu gibi İslâm ülkelerinde de yaygındır. Bu sebeple ideolojik bölünmeler din dışı birlikteliklere sebebiyet vermiş, bunun sonucunda gruplar diğerlerinden uzaklaşmıştır.
Günümüzde ayrıca kişileri statülerine ve maddî imkânlarına göre değerlendirmek çok fazla öne çıkmıştır. Zenginler ve makam sahipleri her zaman için ayrıcalıklı insanlar konumuna yükselmişlerdir. Bu durum onlarla aynı durumda olmayan geniş halk katmanını rahatsız etmeye başlamış, aradaki sosyal uçurum açılarak gönül birlikteliği iyice zayıflamıştır. Bu kötü durum, kardeşlik ve millet rûhunu da zedelemektedir. Sosyal medyanın ve ekranların zenginlerin lüks yaşayış tarzlarının ve ahlâkî olmayan ilişkilerinin görüntüleriyle dolması da imkânsızlıklar içinde yaşayan insanlardaki öfkeyi artırmaktadır.
Camilere namaz için gittiğimizde statü farkı söz konusu değildir. Kâbe’nin etrafında da aynı durum söz konusudur. Zenginler ve makam sahipleri için ayrı bir tavaf alanı veya camide saf tutacakları özel bir bölüm yoktur. Kaldı ki İslâm maddî durumu yerinde olanların zekât veya sadaka verirken fakiri ezmesine aslâ müsâade etmez. Hatta bu yardımı yaparken böbürlenmesini istemez. Tam tersine fakir olan kimse zekâtını ve sadakasını kabul ettiği için mutlu olmasını, bunun yanında da kibre kapılmadan tevâzu ile vererek Rabb’i katında ibâdetinin makbul olmasını dilemesini tavsiye eder. Görüldüğü gibi hem yardım edendir hem de tevâzu sahibi olması istenendir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de buna işaret etmektedir: "Sadaka vermekle mal eksilmez. Allahu Teâlâ, affeden kulunun değerini artırır. Allah rızâsı için alçak gönüllü olanı Allah yüceltir."[2] "Birinin, din kardeşini hor ve hakir görmesi, ona günah olarak yeter."[3]
Amel Defterlerini Göremiyoruz
Bir Müslümanın başka bir Müslümana yaklaşımının ölçüsü bellidir. Karşısındaki dinini ne kadar yaşamaya çalışıyor, buna bakar. Bunun dışında yaratılışından gelen şişmanlık, körlük, şaşılık, kısa boyluluk, uzun boyluluk, kellik ve benzeri durumları asla göz önünde bulundurmaz. Çünkü bunlar Müslümanlığın, bundan da önce insanlığın kriterleri değildir. Allah’ın ölçüsü takvâ olduğuna göre bizim için de ölçü takvâ olmalıdır. Malum olduğu üzere Allah kulları kendi katında değerlendirmeye tâbi tutarken, zenginler-fakirler, makam sahipleri-sıradan olanlar gibi gruplara ayırıp bir kısmına ayrıcalık bir kısmına adâletsizlik yapmaz. Herkesi kendi konum ve şartlarına göre imtihana tâbi tutar, bunu yaparken de insanların çeşitli gerekçelerle birbirlerine zulmetmelerine ve adâletsiz davranmalarına rızâ göstermez.
Hiçbirimizin elinde amel defterleri yok. Oraya neler yazıldığından habersiziz. Unutmamak gerekir ki, Allah kendisine yönelik haklardan vaz geçebilir, ancak kullar arasındaki alacak-verecek meselelerine karışmamaktadır. Bu sebeple de bazen sözle, bazen fiille, bazen kaş göz hareketiyle bazen de kalbimizle küçümsediğimiz ve tahkir ettiğimiz garip insanlar helâkımızın sebebi olabilir. Bir taraftan ibâdetlerimizi zâhiren yerine getirerek Allah katında iyi bir makam elde edeceğimizi tahayyül ederiz, ama diğer taraftan gönül kırarak, küçük görerek etrafımızı üzeriz. Bu noktada Müslümanlığımızı sorgulamamız gerekir. Çünkü kulluk dediğimiz görev sâdece namaz, oruç ve hac gibi ibâdetleri yerine getirmek değildir. Kulluğumuzun yarısını diğer kullara yönelik görevlerimiz oluşturmaktadır. Hatta bu görevlerimizin Allah’a görevlerimizden sayı olarak daha fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü etrafımızda ne kadar insan varsa o kadar görev var demektir.
Sahip olduğu maddî imkân veya makamla gururlanan ve bunu başka insanları ezmek, tahkir etmek için basamak olarak kullananların âhirete ve yapıp ettiklerinden hesaba çekileceklerine gerçekten imanları var mıdır? Bu, hakîkaten insanı kuşkuda bırakan bir durumdur. Çünkü ne kadar yaşarsanız yaşayın, sonunda gireceğiniz yer toprak. Peşinde de hesap var. Bu durumda insan kendi varlığı kadar gerçek olan bir hakîkat karşısında nasıl olur da bu derece vurdumduymaz olur?
Demek ki âhiret inancı sorunludur. Sorunlu olmasa bu tür şeylere bulaşması zaten mümkün olmazdı. Kaldı ki, yaşarken bile insanın yarına nasıl çıkacağının bir garantisi yoktur. Sağlıklı bir şekilde yolda yürürken veya araçla giderken başınıza her an her şey gelebilir veya birden kanser türü bir hastalığa yakalanıp kısa sürede ömrünüzü tüketebilirsiniz. Bunun yanında maddî açıdan da yanlış yatırım veya başka sebeplerden dolayı elde avuçta ne varsa hepsini kaybedebilirsiniz. Kim bilir çok övündüğünüz aileniz sizin imtihan sebebiniz de olabilir. Bütün bu durumlar bize insanın hayatının hep aynı şekilde gideceğinizin bir garantisi olmadığını göstermektedir. Peki, her açıdan âciz olan insan kendisi gibi yaratılmış birinin karşısında nasıl olur da şişinir ve onu küçük görerek kibirlenir? Kaldı k Allah şöyle buyurmaktadır: “Her kim izzet ve şeref istiyorsa, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır.”[4]
Dış Görünüşe Aldanmamak
İnsanları dış giyinişlerine ve görünüşlerine, maddî imkânlarına ve makamlarına göre değerlendirenler tevâzudan da uzak insanlardır. Çünkü yeryüzünde herkesin aynı konumda ve aynı imkânlara sahip olması mümkün olmayacağına göre farklılıklar her zaman olacaktır. Kendisi diğerlerine göre birkaç basamak yukarıda duruyorsa, bunu hamd vesîlesi olarak görmesi ve nefsinin azgınlığına bir vesîle edinmemesi gerekir.
Allah ve Rasûlü’nün Bize Çizdiği Yol
Anne-baba bir kardeşlerin arası nasıl olması gerekiyorsa ve oluyorsa, Allah biz Müslümanların arasının da aynı sıcaklıkta olmasını istemiştir. Kur’an’ın büyük kısmı bu kardeşliği inşâ etmeye yöneliktir. Âyetlerle sürekli olarak bunu hatırlatır:
“Allah katında en değerli olanınız, en çok takvâ sahibi olanınızdır…”[5]
“Onlar birbirlerine karşı son derece merhametlidirler.”[6]
“Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.”[7]
"İman edenleri (çevremden) kovamam... Ben onları kovacak olursam, Allah'ın intikamına karşı bana kim yardım edebilir?"[8]
"Onlardan sonra gelenler; "Rabb’imiz, bizi ve bizden önce inanmış kardeşlerimizi bağışla, kalbimizde mü’minlere karşı kin bırakma... Rabb’imiz, şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin, derler."[9]
“İnsanları arkadan çekiştirip kaş-göz işaretiyle eğlenmeyi âdet haline getirenlerin vay haline!”[10]
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in insanlarla olan ilişkilerine baktığımızda, kişileri statülerine veya görünümlerine göre ayırarak herkese farklı muâmele yaptığını göremeyiz. Bütün Müslümanlar onun kardeşidir. Elbette devlet işlerini yürütürken istişâre ettiği yakın arkadaşları vardı, ancak toplumda hiç kimseyi dışlamamıştı. Hatta birilerini İslâm’a kazanmak için tebliğde bulunurken bir sorusuna cevap isteyen âmâ İbn Ümmü Mektûm’a, “Şimdi zamanı değil.” anlamında yüzünü birazcık ekşitince hemen âyet inmişti. Allah onun bu kadarcık bir zellesine bile tahammül etmemiştir. İşte bu eşit ve hiç kimseyi dışlamayan tutumu sebebiyle insanların gönüllerini kazanmıştı. Yazımızın başında yer alan hadis de bu hakîkati ortaya koymaktadır. Bir insanın dış görünüşüne bakarak ona burun kıvırabilirsiniz, ama Allah katında sizden çok daha iyi bir kul olabilir. Yaptığı duâya Rahmân’ın icabet kapıları açılabilir. Öyleyse hiç kimseyi hakir görmemek icap eder.
Hazret-i Âişe anlatıyor: Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, “Ey Allah’ın Rasûlü! Safiyye’nin kısa boylu oluşu (kusur olarak) sana yeter.” diyerek Safiyye'yi küçümsedim. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: “Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi, onun suyunu bozardı."[11]
Başka hadislerinde de Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadırlar: “Birbirinize karşı öylesine alçakgönüllü olun ki, hiç kimse diğerine karşı haddi aşıp zulmetmesin. Yine hiç kimse, bir başkasına karşı böbürlenip üstünlük taslamasın!” diye Allah bana vahyetti.”[12] "Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez."[13]
Kaynaklar:
[1] Muslim, Birr ve's-Sıla, rakam: 138; Hâkim, Mustedrek, rakam: 7932.
[2] Müslim, Birr ve's-Sıla, rakam: 69.
[3] Müslim, Birr ve's-Sıla, rakam: 32.
[4] 35/Fâtır, 10.
[5] 49/Hucurât, 13.
[6] 48/Fetih, 29.
[7] 49/Hucurât, 11
[8] 11/Hûd, 30.
[9] 59/Haşr, 10.
[10] 104/Hümeze, 1.
[11] Ebû Dâvûd, 4875.
[12] Müslim, Cenne, 64.
[13] Muslim, İman, 91.
Enbiya YILDIRIM
YazarKültür, bir toplumun tarihi boyunca bilgi ve yaşama biçimiyle şekillendirip beslemek üzere üretip hayatına yön veren ve bunu sosyal tavır hâlinde ana unsur olarak gelecek kuşaklara aktaran bir hayat t...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI
Her insan kötü günleri için köşede bir şeylerinin olmasını arzular. Çok zengin olsa da bu düşüncesi değişmez. Bir gün sıkışabileceğini ve elindeki imkânları kaybedebileceğini veyahut da amansız bir ha...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Sevmek, kızgın çölde yayan yapıldak,Gizli bir menzili bulmaya denir.Sevmek su gibidir, serin ve berrak,Sevmek, gölgeleri silmeye denir.Gönül bahçesine sevda cemresi,Düşünce yürekler yelpazelenir.Kapal...
Şair: Yusuf DURSUN
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımları, ümmetin anneleriydi. Anne olmak, sorumlu olmayı gerektirmekteydi. Evlatları için örnek olmayı gerektiriyordu. Onlar da bu sorumluluklarını yerine getirdiler, pek ç...
Yazar: Ali AKPINAR