Toprak ve Su
Su gibi sür yüzü toprağın ayağına düşüp
Katreni bahre katıp vâsıl-ı deryâ olagör
Yûnus Emre bir beytinde şöyle diyor:
Niteliğim soran işit hikâyet
Su vü toprak od u yel oldu sûret
(Benim niteliğimi soran kişi bu hikâyeyi dinle, sana su ve toprak, ateş ve havanın birleşerek nasıl sûret olduğunu, nasıl yaratıldığını anlatayım.)
İnsanın yaratılışında dört unsur vardır. Bunlar su, hava, ateş ve topraktır. Osman Hulûsi Efendi bu beyitte anasır-ı erbaa da denilen bu dört unsurdan ikisini suyu ve toprağı zikrediyor. Fuzûlî’nin Su Kasidesi adıyla bilinen meşhur na’tinde de özellikle su ve toprak çok zikredilen iki unsur olarak karşımıza çıkar.
Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su.
(Senin ayağının toprağına erişmek için su, ömrü boyunca başını taştan taşa vurarak, âvâre bir şekilde, gezer durur.)
Su, toprağa hayat veren bir maddedir. Toprak, su ile hayat bulur. Tohum su ile çatlar. Su rahmettir, berekettir. İnsanın maddî yönü su ve topraktır. Hayat su ile başlamış ve yaratılış toprakla devam etmiştir. Bu yaratılış bu şekilde devam etmektedir. Ayet-i kerimelerde şöyle buyruluyor:
“İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar mı?”[1]
“Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye Kâdir’dir.”[2]
“Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış ve sizi çiftler hâlinde var etmiştir.”[3]
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi insanın aslı topraktır ve hayatı da su ile ortaya çıkmıştır. İnsan yaratılış itibarıyla kuldur. Allah’ın emriyle olmuştur. Allah’ın emrinden ve kontrolünden de uzak değildir. Çünkü “Allah her şeyi kuşatmıştır.” Ve dönüşümüz vuslatımız O’nadır. Osman Hulûsi Efendi her halükârda şunu söylüyor: Kul olduğunun farkında ol. Yeryüzünde kibirle dolaşma. Yaratılışının mayası gereği, su ve toprak gibi yüzün yerde olsun ki bir damladan ibaret olan varlığın Allah’ın huzuruna güzel bir şekilde vasıl olsun.
Osman Hulûsi Efendi’nin bu beyitte vermek istediği mesajdan da anlaşılacağı üzere insanı varlığının özünden uzaklaştıran şeylerin başında tevazu eksikliği yani kibir gelmektedir ki kibir en büyük ruhî hastalıkların başında yer alır. Celaleddin Rumî’nin, Mesnevî’sinde tevazu ve kibirle ilgili şu ibareler dikkat çekicidir:
“Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin. Şükret, mağrur olma, ululanma; kulak ver, kendini hiç önemseme! Bu ululuk, kibir, bil ki zehirli bir şaraptır. O şarapla ancak aptal kişi sarhoş olur. Bu bizlik, benlik davası, halkın merdivenidir. Halk, sonunda bu merdivenden düşer! Kim merdivenin daha üstüne çıkarsa daha aptaldır. Çünkü düşünce onun kemikleri daha beter kırılır! Hz. Âdem’in işlediği küçücük kusur, midesi ve şehveti yüzünden oldu. Fakat İblis’in suçu, ululuktan ve mevki yüzündendi. Âdem, çabucak tevbe etti; o melun ise tevbe etmeye tenezzül etmedi.
Haddini bil de yukarılarda uçma. Uçma da kötülük çukuruna düşme! Halk, makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hâllere düşer; yücelik ümidiyle horluktan lezzet alır, hoşlanır! On günlük yücelik için zillet çekerler; gam ve kederle boyunlarını iğ gibi ipince bir hale korlar. Böbürlenerek başlar kıran kişiye ne Allah’ın merhameti nasip olur ne halkın!”
Gurur, kibir tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır; onun tedavisi için nefsin terbiyesi gerekiyor. Halife Hz. Ömer bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine'nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu. Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah'ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu:
- Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın?
İşte Hz. Ömer’in cevabı:
- Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim. Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum.
Osman Hulûsi Efendi’nin, beytin ikinci mısraında zikrettiği “Katreni bahre katıp vâsıl-ı deryâ olagör” sözü aynı zamanda Hak yolda bir ve beraber olma fikri de taşımaktadır; çünkü birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır, denilmiştir. Yine Mesnevî’ye müracaat edelim:
“Topluluktan bir an bile ayrılmak iyi bil ki şeytanın hilesinden ibarettir. Sen dost ol da sayısız dost gör fakat dost olmazsan dostsuz, yardımsız kalakalırsın. Şeytan kurttur, sen de Yusuf’a benzersin. Ey temiz er, sakın Yakub’un eteğini bırakma! Sürüden bir kuzu, yalnız başına bir yol tutup ayrıldı mı çoğu zaman bir kurt onu kapar, yer. Sünneti ve topluluğu bırakan kişi, yırtıcı hayvanlarla dopdolu olan böyle bir yerde kendi kanını dökmez de ne yapar? Sünnet yoldur, topluluk da yoldaşa benzer. Yolsuz, yoldaşsız oldun mu bu daracık yerde helâk oldun gitti! Din yolu, her adi tabiatlının gideceği yol değildir. Bu yüzden de tehlikelerle doludur.
Kervandan ayrılıp yalnız yol almaya kalkışan eşeğe o yol, yüz kere daha uzar, o derece yorulur. Duvarların yardımı olmasa evler, ambarlar nereden meydana gelirdi? Her duvar, birbirinden ayrı olsa tavan, havada nasıl olur da direksiz, dayaksız durur?
Allah, her cinsi eş yaratmıştır. Sonuçlar da topluluktan meydana gelmiştir. Sözün özü şudur: Topluluğa dost ol; (eğer bulamıyorsan) put yapan gibi taştan bile olsa, kendine bir arkadaş bul! Çünkü kervan halkının çokluğu, yol kesenlerin belini kırar, mızraklarını köreltir. Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor; o hâlde de bulunca başını yer, mahvedip gider.”
[1] 21/Enbiya, 30.
[2] 24/Nûr, 45.
[3] 35/Fatır, 11.
Vedat Ali TOK
YazarCümlenin mahbûbu sensin ey habîb-i ezelîCümle Yûsuf’lar içinde ey güzeller güzeliCümle ümmet âşık oldu sana ey seyyid-i hulkHimmetinle gitti gayrı bâğ-ı vahdet gazali“Küntü kenzen” sanadır matlab-ı a’...
Yazar: Vedat Ali TOK
Devlet ol başun ki şer’üni idendür reh-nümâHavf-ı a’dâdan ne gam ana ki sensin pîşvâİrmez ol ten sıhhate derdinle olmazsa marîzBulmaz ol baş devleti yolunda olmazsa fedâSidre-i ravzan havâss ervâhına ...
Yazar: Vedat Ali TOK
Hey ârifler hey âşıklarGel Muhammed’i bulalımEy dost yolunda sâdıklarGel Muhammed’i bulalımDoludur âleme nûruİki cihanın serveriKande ise anın nûruGel Muhammed’i bulalımMuhammed diridir ölmezTaze güld...
Yazar: Vedat Ali TOK
Şeyyâd Hamza (13. yüzyılın sonu?-14. yüzyılın ikinci yarısı?)Senün aşkun kamu derde devâdur yâ RasûlallahSenün katunda hâcetler revâdur yâ RasûlallahSenün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlarN...
Yazar: Vedat Ali TOK