Ferîdüddîn Attâr’dan Gül Kokusu
Asıl adı Ebû Hâmid Ferîdüddîn Muhammed b. Ebî Bekr İbrâhîm-i Nîsâbûrî (öl. 618/1221) olan, Mantıku’t-Tayr ve Tezkiretü’l-evliyâʾ eserleri ile daha çok tanınan Ferîdüddîn Attâr, Horasan Selçuklularının son dönemlerinde Nîşâbur’da dünyaya gelmiştir. Babasının mesleği olan attârlığı/eczacılığı sürdürdüğü için Attâr lakabıyla anılmış, mesleğinin yanında ilim tahsilini ve şeyhlerin sohbetlerini ihmal etmemiştir. Bir dönem muhtelif beldeleri, tekkeleri ve meşâyıhı ziyaret etmiş, bilâhare Nîşâbur’a dönmüş ve inzivaya çekilmiştir. Uzun yıllar süren münzevî hayattan sonra Moğollar tarafından Nîşâbur’da şehid edilmiştir.
Kime intisaplı olduğu bilinmeyen Attâr, Esrârnâme’de Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’a (öl. 440/1049) mânen intisap ve ruhaniyetinden istifade ettiğini, kendisini terbiye eden kişinin bu zat olduğunu söylemekte ve dolayısıyla üveysî olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca çok kitap okuduğunu da kaydeden Attâr hem zâhirî hem de bâtınî mesailerinin ürünü olarak İlâhînâme, Esrârnâme, Musîbetnâme, Hüsrevnâme, Muhtârnâme, Dîvân, Mantıku’t-tayr ve Tezkiretü’l-evliyâ[1] adlı eserleri telif etmiş olup çoğu dilimize kazandırılmıştır.
Ferîdüddîn Attâr Esrârnâme’sinde 108 beyitlik bir na’t-ı şerif kaleme alır.[2] Şair, na’tında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hissî mucizelerine, hayatından sahnelere ve sair peygamberlere üstünlüğüne yer verir. Şiirin tamamı yazımızın sınırlarını aşacağı için seçilen bazı beyitler kısa açıklamalarla konu edilecektir.[3]
Bir süprüntüdür dünya onun dergâhında
Bir derviştir felek onun hankâhında
Şair burada Hz. Peygamber (s.a.v.)’i bir tekke şeyhine benzetir. Zira tasavvuf düşüncesinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mürşid-i kâmil-i mükemmil olarak şeyhlerin şeyhidir. İşte bu şeyhü’ş-şüyûhun dergâhı öyle ulvi bir mertebededir ki dünya ancak bu dergâhın süpürülüp atılan çeri çöpü olabilir. Değersiz dünya, bu dergâha girmeye çalışsa da kapı dışarı edilir. Felek ise dervişe benzetilmiştir. Bu benzetmeyi mümkün kılan şey ise insanın -hangi tarikata bağlı olduğu farketmeksizin- tarikatların üssü’l-esâs/esasların esası kabul ettiği zikirle dervişlik payesini elde etmesine bağlıdır. Zira Kur’an’ın haber verdiğine göre felekler de tıpkı ideal bir derviş gibi mütemadiyen Allah’ı zikr ü tesbîh etmektedir.[4]
Ay ile güneş nasıl örtü tutar
At örtüyü başından kalk ve uyar
Attar bu beyitte Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vahye ilk muhatap olduğu andaki hayreti ve tepkisine telmihte bulunur. Nitekim hemen öncesinde âşinâ olmuşsun ilâhî sırlara/susma oku Tanrı adıyla beyti ile telmihini belirginleştirir. Rivayete göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Cibrîl-i Emîn’i ilk gördüğünde yaşadığı hâl ile hanesine dönmüş ve eşi Hz. Hatice Validemizden kendisini örtmesini istemiştir. Şair tam da buna istinaden Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ay ve güneşe benzeterek Türkçede de güneş balçıkla sıvanmaz şeklinde ifadesini bulan gerçeği hatırlatır.
Buna göre güneşi perdeleyecek bir şey olmadığı gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bedeni bir örtü ile örtülse de manevî şahsiyetinin gizlenmesi mümkün değildir. İkinci mısrada ise şair bu düşünceden hareketle Cenâb-ı Allah’ın, kutlu elçisine “Ey örtüsüne bürünen peygamber, kalk ve uyar.”[5] ifadelerini iktibas ederek meramını anlatır. Zira Mekke’nin şirk ve zulümden kararmış sokaklarına tevhid ve adaleti hâkim kılacak nübüvvet güneşi doğmalı, Yesrib artık nurlanmış şehre (Medîne-i Münevvera) dönmelidir.
Bazen bir taş dişini kırdı
Bazen ibadetten ayaklar şişti
Bu beyitte Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Asr-ı Saadet’in en hüzünlü sahnelerinden biri nazar-ı dikkate verilir. Buna göre er meydanının merdânesi Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Uhud Savaşında arslanlar gibi cenk ederken düşman kılıçlarından biri miğferini ikiye bölmüş, miğfer halkalarından biri mübarek yanağına saplanmış ve atılan bir taş dişini kırmıştı. Fakat rahmet elçisi “Rabb’im! Kavmime hidayet et, çünkü onlar gerçeği bilmiyor.” diye düşmanlarının hidayeti için dua ediyordu.[6] Beytin ikinci mısraında ise kulluğun zirve şahsiyeti Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ibadetin ne için yapılacağına dair enfes bir ölçüyü ümmetine hatırlatır.
Rivayete göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gece zevcesi Hz. Aişe’den nezaket gösterip teheccüd için müsaade almış ve Mescid’e gelmişti. Sabah ezanını okumak için mescide giren Bilal-i Habeşi (r.a.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ibadetine ve gözyaşlarına şahit olunca şaşkınlığını izhar etmiş, niçin ağladığını sormuştu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise “Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?” diye mukabalede bulunmuştu.[7] Belki de bu örneklik sûfîlerin cehennem korkusu ve cennet ümidini aşıp sırf rızâ-yı ilâhi için ibadet etmelerinin referans noktalarından biriydi.
Gölgesizsin sen güneş senin yanında
Benzer ümit parmağını emen çocuğa
Yazımıza konu olan ikinci beyitte Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i güneşe benzeten şair, bu teşbihi yeterli görmemiş olacak ki bu beyitte Hz. Peygamber (s.a.v.)’i çok daha üst bir makama konumlandırır. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gölgesinin olmaması mucizesini[8] de bir hüsn-i ta’lîl ile hatırlatır. Buna göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in gölgesinin olmaması onun güneşe de ışık veren büyük bir nur kaynağı olmasındandır. Güneş, tıpkı süt hasretinden parmağını emen bir çocuk gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nurundan aydınlanmayı beklemektedir.
Süleyman büyük bir padişahtır gerçi
Senin ordunda sipahilerden bir sipahi
Şiirin sonlarına doğru Attâr, peygamberlerin öne çıkan özelliklerini Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in üstünlüğünü izhar edecek şekilde hatırlatır. Buna göre Hz. İbrahim (a.s.)’in yas tutması babasızlıktan değil Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yokluğundandır. Hz. Davud (a.s.)’a güzel ses verilmesi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in aşkının zeburunu/kitabını[9] okuması içindir. Hz. Musa (a.s.) iki terliğini çıkarmadan Mukaddes Vadi’ye yürüyemezken Peygamber Efendimiz (s.a.v.) miracında iki cihanın nimetlerine bir an bile nazar etmemiştir. Ve nihai olarak insan ve cinlerden oluşan ordulara hükmeden büyük komutan Hz. Süleyman (a.s.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ordusunda ancak bir sipahiydi.
Essalâtü vesselâmü aleyke yâ seyyide’l-mürselîn.
[1] Detaylı bilgi için bk. Mehmet Nazif Şahinoğlu, “Ferîdüddîn Attâr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 16 Ekim 2021).
[2] Farsça tam metni için bk. https://ganjoor.net/attar/asrarname/abkhsh2/sh1/, Erişim: 16 Ekim 2021.
[3] Şiirin tam metin tercümesi için bk. Ferîdüddin Attâr, Esrârnâme, çev. Mehmet Kanar (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017), 31-36.
[4] Örnek âyetler için bk. 17/İsrâ, 44; 19/Enbiyâ, 20-21; 59/Haşr, 1.
[5] 74/Müddessir, 1-2
[6] Uhud Savaşı’nın detayları için bk. Muhammed Hamidullah - Casim Avcı, “Uhud Gazvesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 16 Ekim 2021).
[7] Buhârî, Teheccüd, 3.
[8] Ebü’l-Fazl İyâz b. Mûsâ b. İyâz el-Yahsubî Kâdî İyâz, eş-Şifâʾ bi-taʿrîfi ḥuḳūḳi (fî şerefi)’l-Muṣṭafâ, çev. Mehmet Yaşar Kandemir (İstanbul: Tahlil Yayınları, 2017), 1/256.
[9] Şair burada Hz. Davud’a indirilen Zebur adlı kitaba telmihte bulunur, fakat beyitte zebur kelimesini kitap manasında kullanır.
Hamit DEMİR
YazarTaşkent, Semerkant arası 305 km ve yollar gayet bakımlı. Fakat azamî hız sınırının 60 km olması ve birkaç kilometrede bir koyulan radar kameraları yol süresini biraz uzattı. Semerkant’a vardığımızda t...
Yazar: Hamit DEMİR
Kültür nedir?Kültür kelimesi ve kavramı için bugüne kadar dilciler, edebiyatçılar, filozoflar, sosyologlar ve farklı alanlardaki uzmanlar, çeşitli tarifler yapmışlardır. Tabii herkesin kendisine göre ...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Şöyle bir baktım da güzel yurdumaCihana gıptada eserler gördümSeherde göz süzdüm şanlı ordumaAk alnı secdede neferler gördüm.Bir kıyam başladı bilimde, fendeNecip Türk milleti daima öndeİnançla vuruld...
Yazar: Hacı KISIR
6 Ağustos 2023 Pazar sabahını diğerlerinden farklı kılan şey ata toprakları Özbekistan’ı ziyaret etmek için yola revan olmamızdı. Elbette bu heyecan tarihi ve kültürel bağlarımızı yerinde müşahede ede...
Yazar: Hamit DEMİR