Öğretmene Saygı Öğrenciye Şefkat Yaraşır
Öğretmenler, canlı bilgi ve tecrübe kaynağıdır. Öğretmenlerimiz, asırların birikimi olan kültür mirasını yeni nesillere aktarırlar ve onları eğiterek geleceğe hazırlarlar. Eğitim ve öğretim faaliyetlerinin verimli bir şekilde yürütülebilmesi için öğretmen-öğrenci ilişkisinin ne şekilde olacağına dair birtakım usuller ve adab-ı muaşeret kuralları geliştirilmiştir. Eğitim ve öğretim sürecinde hem öğretmenin hem de öğrencinin bu husustaki usullere riayet etmesi gerekmektedir.
Öğretmen, çocuğun anne babasından sonra hayatında yer alan en önemli kişidir. Başlangıçta çocuk öğretmenini anne-babasından daha önemli görmeye başlar. Öğretmen de bu durumun farkında olarak öğrencileri evladı gibi görmek durumundadır. Öğretmenin öğrenciye yaklaşımı sevgi ve şefkat odaklı, öğrencinin öğretmenine yaklaşımı ise sevgi ve saygı odaklı olmalıdır. Öğretmenini seven öğrenci, dersini de sever, okula severek gider, derse her zaman hazırlıklı olur, dersi dikkatli dinler, ödevlerini vakitlice yapar ve böylece başarısı artar.
Sevilmediğini hisseden öğrenci ise tam tersi tutum sergiler. Öğretmenin dikkati ve ilgisi sayesinde, vasat zekâlı bir öğrencinin hayata çok iyi hazırlanması ve başarılı olması mümkündür, öte yandan basit birkaç sebeple arkadaşları tarafından dışlanan ve öğretmeni tarafından da sorunlu olarak etiketlenen zeki bir çocuğun da topluma problemli bir birey olarak yük olması söz konusudur.
Günümüzden 600 küsur yıl önce yaşamış olan İbni Haldun, okullarda dayağın kaldırılması ve yasaklanması gerektiğini söylemiş, gerekçe olarak da, dayak yiyerek büyüyen çocuğun özgüveninin gelişmeyeceğini, girişimci olamayacağını, bu durumun da ekonomiye zarar vereceğini ileri sürmüştür. Eskiler çocuğunu okula verirken, “Eti senin, kemiği benim.” dermiş. Bu söz, yanlış bir algı ile, öğretmenin öğrenciye her türlü fiziki şiddeti uygulayabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Oysa öğrenci velisi bu sözü ile çocuğun eğitimi konusunda öğretmenle her türlü sorumluluğu paylaştığını, çocuğunu önce Allah’a sonra ona emanet ettiğini, çocuğun eğitiminden sorumlu olduğunu ifade etmek istemektedir.
Günümüz pedagoji bilginleri de çocuğun motivasyonunu olumsuz etkileyecek her türlü söz ve davranışa karşı çıkmaktadır. Bu sebeple eğitim fakültelerinde ve öğretmen yetiştiren diğer fakültelerde, “Eğitim Psikolojisi” dersleri verilmekte ve bu
derslerde çocuğun fiziksel, duygusal, zihinsel ve kişilik gelişimine dair temel ilkeler ele alınmaktadır. Muhyiddin el-Kafiyeci (ö. 1474) adlı tefsir usulü âlimi, et-Teysir adlı eserinde hocatalebe ilişkisine dair bugüne de ışık tutacak önemli tavsiyelere yer vermektedir:
“Hoca, öğrencisini iyi karşılamalı, yumuşak davranmalı, onu kendi evladı gibi görmeli, ihtiyaçlarını karşılamalı ve zahmetine katlanmalı, bazen edebe mugayir hareketlerini hoş karşılamalıdır, zira o da insandır. Hoca derse istekli olmalı, zihnini meşgul edecek başka şeyleri düşünmemelidir. Hoca, her öğrencinin durum ve kabiliyetine göre ders vermelidir. Öğrencinin başarısı, hocanın da başarısıdır. Hoca, derse abdestli girmeli, kıbleye dönmelidir. Hocanın duruşu vakur, elbisesi beyaz ve temiz olmalıdır. Hoca, ilmini ve kişiliğini küçük düşürecek her türlü davranıştan sakınmalıdır.”
Kafiyeci, eğitim ve öğretim esnasında talebenin dikkat edeceği hususlarla ilgili de şunları söylemektedir:
“Öğrenci velisi, hocayı iyi seçmeli, bilgili, ilmi ile amel eden âlim ve fazilet sahibi birinden ilim alınmalıdır. Enes b. Malik şöyle demiştir: ‘İlim dindir, dininizi kimden aldığınıza dikkat ediniz.’ Talebe, hocasına saygı ile bakmalı, onun en âlim kişi olduğuna inanmalıdır. Talebe, derse zihnî bir hazırlıkla girmeli, derse girerken izin istemeli, selam vermeli, boş bulduğu yere oturup dersi edeplice dinlemelidir. Eğer hoca, talebenin bir hareketine kızarsa bundan dolayı üzülmemeli, özür dilemelidir. Talebenin bu şekilde dersleri takip etmesi, onun hem dünyası hem de ahireti için daha faydalıdır.”
İşte bu şekilde kemal-i edeple ders veren hocaların edeple dersini takip eden öğrencileri zamanlarının âlimi ve toplumlarının mimarları oldular. Sosyolog Nureddin Topçu’nun da, “Hiçbir dersime abdestsiz girmedim. Derse mabede girer gibi girdim.” dediği rivayet edilmektedir. Öğretmenlik, şerefli olduğu kadar zor bir meslektir. Öğretmen, ders verirken hem zihnen hem de bedenen yorulmaktadır. Öğretmenin karşısında her zekâ ve kabiliyetten, farklı anlayışlara sahip ailelerden öğrenciler bulunmaktadır. Öğretmen, her öğrenciye aynı eğitim yöntemini uygulayamayacağı gibi, öğrencileri arasında bir ayrım da yapamaz. Dersini verimli işleyebilmesi için sınıfta asayişi öğrencileri fazla yormadan sağlamak durumundadır.
Buna mukabil, öğrenci de gerek öğrenci olduğu süre içinde ve gerekse mezun olup hayata atıldıktan sonra hocasına saygıda kusur etmemeli, onun için duacı olmalıdır.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarSağlık, Allah’ın nimetlerindendir. Sağlık, ibadeti tam olarak yapabilmenin de temel şartıdır. Sağlığı bozulmuş bir mü’min, hastalık durumuna göre, İslâm’ın beş temel şartından üçünü (namaz-oruç-hac) t...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Allah, insanı kendi kudretiyle, en güzel şekilde yaratmış ve kendi ruhundan üfleyip halife olarak yeryüzüne göndermiş, gökte ve yerde ne varsa hepsini onun emrine vermiştir. Kendisine bunca nimet veri...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Beğenilme ve takdir edilme duygusu insanın fıtratında vardır. Yaptığı işin beğenildiğini gören insanın şevki artar, daha güzel işler yapmaya motive olur. Fakat insanların beğenisi sürekli olmadığı gib...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Bu yazıyı, Filistin ve Gazze’de yaşanan vahşetin sona erdiğini görmek umuduyla ve kurduğum hayalin dua yerine geçmesi dileğiyle yazıyorum. 2028 yılının sonbahar aylarıydı. Ailece Kudüs-Gazze bağl...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL