Âhireti Dünyaya Tercih Eden Hanımlar
Yüce Allah, âyetlerinde Peygamberimiz (s.a.v.)’i bize uyulması/izlenmesi gereken en güzel örnek olarak anlatır. Onun ahlakının muhteşem oluşunu söyler. Onun sıradan herhangi bir insan olmadığını, seçkin bir insan oluşunu özellikle belirtir. Aslında onun güzellikleri yalnızca onu bize tanıtmak için anlatılmaz. Bunun yanında onun güzelliklerini biz de örnek alalım, biz de ona benzeyelim diye anlatır.
Benzer şekilde Yüce Allah, Peygamberimiz (s.a.v.)’in eşlerini bize tüm “mü’minlerin anneleri” olarak tanıtır ve onların güzelliklerini bizlere sunar. Onların ahlâkî güzelliklerini, bütün kadınlara ve her birimize örnek olsun diye anlatır.
“Şüphesiz sen büyük bir ahlaka sahipsindir.[1]
“And olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Allah’ın Rasûlü en güzel örnektir.”[2]
“Mü’minlerin, Peygamber’i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir; onun eşleri onların anneleridir.”[3]
Evet, onlar biz mü’minlerin anneleridir. Onları annemiz gibi tanımalı, annemiz gibi sevmeli, annemiz gibi saygıyla anmalı ve izlemeliyiz. Zira onlar, mü’minler için en güzel örnek olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in en yakınında olmuş, onun eğitiminden geçmiş hanımlardır.
Onların ilki, Peygamberimiz (s.a.v.)’in ilk eşi Hz. Hatice Anne’dir. Peygamberimiz, yirmi beş yaşlarında iken onunla evlendi ve yirmi beş seneden fazla onunla evli kaldı. On beş sene nübüvvetten önce, on seneden fazla da nübüvvetten sonra onunla oldu. Hz. Hatice, ilk vahiy geldiği günlerde de davetin en zor zamanlarında da hep Peygamberimiz (s.a.v.)’in yanında oldu. Varlığı ile ve variyetiyle hep ona kol kanat gerdi. Ona ilk inananlardan oldu. Yüce Allah’ın lütfuyla Peygamberimiz (s.a.v.)’den altı tane çocuğu oldu. Peygamberimiz o vefat edene kadar başka bir hanımla evlenmedi. O, efendimizin ifadesiyle cennetlik hanımefendilerinin başında yer aldı. Onun vefatından sonra çeşitli hikmetlere mebnî olarak Efendimiz (s.a.v.) başka hanımlarla evlendi. Hz. Sevde, Hz. Âişe, Hz. Hafsa, Hz. Zeyneb, Hz. Safiyye onlardandı. Peygamberimiz, kocalarını kaybetmiş dul kadınları sahiplenmek için, kadınlar koluyla İslâm’ın öğrenilmesi ve yayılmasını sağlamak için, bazı saygın kişi yahut kabilelerle akrabalık bağlarını geliştirmek için bu evlilikleri yapmıştır. Elbette, onun yaptığı her iş gibi bu evlilikler de Yüce Allah’ın izin ve onayı ile olmuştur.
O hanımlar da insandı. Onların da diğer insanlar ve kadınlar gibi istek ve arzuları vardı. Onlar da süs, takı ve benzeri şeyler içerisinde konforlu bir hayat isteyebilirlerdi. Onlar da birbirlerini kıskanırlar ve bu kıskançlıklarını zaman zaman gün yüzüne çıkarırlardı. Peygamberimiz, halkının içinde yaşayan bir halk adamıydı. O, aslâ fildişi kulelerde, saraylarda yaşamayı istemedi. Onun ev hali ve yaşantısı son derece tabîî ve mütevâzı idi. O, Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman Peygamberler gibi sultan peygamber değildi. O, zâhidâne bir hayatı yeğledi. Darlık zamanları yaşamış olsa da Peygamberimiz (s.a.v.)’in eline çok büyük maddî imkânlar geçtiğinde bile o dünyaya yönelmedi, dünyaya değer vermedi. Nitekim bir hadislerinde bunu kendisi şöyle açıklamıştı: “Rab’bim Mekke Vadisini altın yapmayı bana teklif etti. Ben de dedim ki; ‘Ey Rabb’im, hayır (ben bunu istemiyorum), fakat ben bir gün tok olayım, bir gün aç kalayım. Acıktığımda sana tazarrû ve niyazda bulunur, seni zikrederim. Doyduğumda ise Sana şükür ve hamd ederim!”[4] O, dualarında da şöyle derdi: “Allah’ım, Muhammed ailesini yetecek kadar/günü birlik rızıklandırıver!”[5] Nitekim günler geçerdi de Allah Rasûlü’nün odalarında ateş yanmaz, yemek pişmezdi. Annelerimizin kaldığı odalar, son derece basit eşyalarla mütevazı bir şekilde döşenmişti. Kendisi hasır üzerinde uyuduğu için, hasır izleri yanlarına çıkardı. Bir defasında, “Şöyle bir rahat yatak edinsen.” denildiğinde o şöyle buyurmuştu: “Bana ne dünyadan! Benimle dünyanın misâli, bir yolcu gibidir ki, o bir yolculuğunda bir ağacın altında gölgelenir, sonra onu terk ederek yoluna devam eder gider.”[6] Elbette bir yolcu için, yolda gölgelendiği ağaç altına kalıcı şeyler yapması anlamsızdı!
Annelerimiz de onunla birlikte bu zühd hayatını paylaştılar. Onlar, İslâm’ın zaferleriyle ganimetlerin Medine’ye bol bol gelmeye başladığı günlerde Peygamberimiz (s.a.v.)’den, “Ey Allah’ın elçisi! Kisrâ ve Kayser’in kızları süsler, takılar, câriyeler ve hizmetçiler arasında refah içerisinde yaşıyorlar. Biz ise gördüğün gibi yoksulluk ve sıkıntı içerisinde yaşıyoruz.” diyerek bazı dünyalık şeyler isteyecek oldular ve Peygamberimiz (s.a.v.)’i üzdüler.[7] Bunun üzerine şu âyetler indi:
“Ey peygamber! Eşlerine söyle söyle: Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, peygamberini, âhiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır.”[8]
Bu âyetler inince Peygamberimiz, hanımları içiresinde çok sevdiği eşi Hz. Âişe Annemize şöyle dedi: “Sana söyleyeceğim şey hakkında anne babanla görüşüp konuşmadan karar vermeyesin!” Âişe annemiz, “Neymiş o?” deyince Peygamberimiz bu âyetleri okudu. Hz. Âişe hemen şu cevabı verdi: “Seni tercih etme konusunda anne babama danışacağım öyle mi? Hayır, hayır, ben Allah ve Rasûlü’nü, bir de Âhiret yurdunu tercih ediyorum.” Daha sonra Peygamberimiz diğer hanımlarını da aynı şekilde muhayyer bıraktı, onlar da Âişe Annemizin söylediğini söylediler.[9]
Bu olayda Rahmet Peygamberi’nin eşlerine karşı ne kadar hoşgörülü olduğunu görüyoruz. O, kendi tercih ettiği mütevâzı hayatı yaşama konusunda onları zorlamamış ve serbest bırakmıştır. Yine biz onu, aile içi bir meselede eşleriyle istişâre ederken görmekteyiz. Karar verirken acele etmemeleri ve anne babalarıyla konuyu görüşmeleri konusunda onları yönlendirdiğini ve onlara süre tanıdığına tanık oluyoruz. Kızlarının Rasûl’den dünyalık istediklerini öğrenen Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, kızları Âişe ve Hafsa’yı dövmek istediklerinde Allah Rasûlü buna izin vermemiştir. Nitekim bu konuda o, şöyle buyurmuştur: “Doğrusu Allah beni, zorlayıcı ve sıkıştırıcı olarak göndermemiştir. Lakin O, beni öğretici ve kolaylaştırıcı olarak göndermiştir. Eşlerimden hangisi, neyi tercih ettiğini söylerse, istediği şeyi kendisine hemen veririm.”[10]
Âişe Annemiz başta olmak üzere annelerimizin tercihlerini Allah, Peygamber ve âhiretten yana yaptıklarını görmekteyiz. Bu da onların Rahmet Peygamberi’nin yanında nasıl yetiştiklerini göstermektedir. Evet, onlar da insandı. Onların da nefisleri vardı. Onlar da zaman zaman dünyalıkları arzuluyorlardı. Ancak söz konusu Allah ve Rasûlü’nün hatırı olduğunda onlar, tercihlerini Allah ve Rasûlü’nden yana yapmışlar ve âhireti öncelediklerini söylemişlerdi. Onların bu tercihi, Allah’ı da hoşnut etti, Rasûlü’nü de.
Şimdi annelerimizle ilgili bu âyetler bizlere neler söylüyor, bunu anlamaya çalışalım: Mü’min için aile İslâm toplumunun temelidir. Aile ocağı, mü’minin sığınağıdır. Aile bireylerinin yetiştiği ilk mekteptir. Orada işler istişâre ile karşılıklı fikir alışverişi ile yürür. Bizim de yuvalarımız böyle olmalıdır.
Annelerimiz bizim örneklerimizdir. Kadın olsun erkek olsun bizler de annelerimizi örnek almalıyız. Bizler de dünyevî işlerimizde, vereceğimiz kararlarımızda onlar gibi Allah ve Rasûlü’nü tercih etmeliyiz. Bizlerin de önceliği âhiret olmalıdır. Dünya ve içindekiler bizleri esir almamalıdır. Bizler, dünyalık konusunda kendimizden aşağıdakilere bakıp halimize şükretmeliyiz. Allah ve Rasûlü’nün ölçülerini çiğneyip âhireti unutarak dünyevîleşenlere imrenmemeli, onlara özenmemeliyiz.
“Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabb’inin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.”[11]
“İnkâr edenlerin diyar diyar gezip refah içinde dolaşması sakın seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır!”[12]
Evet, onlar sınandılar ve sınavı kazandılar. Şimdi sınav sırası bizde, kazanma sırası da. Rabb’im kazananlardan eylesin!
[1] 68/Kalem, 4.
[2] 33/Ahzâb, 21.
[3] 33/Ahzâb, 6.
[4] Tirmizî, Zühd 35.
[5] Buhârî, Rikâk 17.
[6] Tirmizî, Zühd, 44; İbn Mâce, Zühd, 3.
[7] Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXI, 182.
[8] 33/Ahzâb, 28-29.
[9] Buhârî, Mezâlim, 25; Tirmizî, Tefsîr, 33/6.
[10] Ahmed, III, 328.
[11] 20/Tahâ, 131.
[12] 3/Âl-i İmrân, 196-197.
Ali AKPINAR
YazarMüslümanlar, Allah’ın kelimesini yüceltmek (i’lâ-yı kelimetu’llah), İlâhî mesajı tüm insanlığa ulaştırmak için tarih boyunca hiçbir engeli/sınırı bahane etmeden dünyanın dört bir yanına koşturmuşlardı...
Yazar: Ali AKPINAR
Kur’ân-ı Kerim, insanlara yol gösterici olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’e indirilmiş son ilâhî kitaptır.[1] Allahu Teâlâ, kelâmını “takva sahiplerine” yol gösterici olarak tavsif etmiştir.[2] Mü’minler,...
Yazar: Fatih ÇINAR
Osmanlı-Avusturya ilişkileri her iki devletin de tarihine damgasını vurmuş ve geleceğini belirlemiştir. Osmanlı, Avusturya’ya etkisi yüzyıllarca sürecek olan büyük bir korku ve endişe yaşatmış, tarihi...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Zaman, Yüce Allah’ın bizlere bahşetmiş olduğu en önemli nimetlerinden biridir. Zaman hem nimet hem emânettir bizde. Zira zamandan bir bölüm verilmemiş olsaydı imtihana çekilmezdik. Bunun için mükellef...
Yazar: Ali AKPINAR