Mimar Necip Dinç ile Mimarlık Sanatımız Üzerine Röportaj
Özgeçmiş:
1945 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Sivas’ta, yükseköğrenimini İstanbul’da Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde yaptı (1969). Kısa bir dönem Bayındırlık Bakanlığı’nda çalıştı. Askerliğini yaptıktan sonra, serbest mimar olarak çalışmaya başladı. 1980 yılına kadar proje müellifliği, müşavirlik, inşaat ve kontrollük görevlerinde bulundu. Bu arada dinî mimari yapılarıyla ilgili proje çalışmaları ve uygulamaları yaptı.
Necip Dinç; Sivas Paşa Camii ve Cumhuriyet Üniversitesi Camii ile Libya ve Rusya’da uyguladığı cami projeleriyle ‘Günümüzün Mimar Sinanı’ olarak nitelendirilmektedir. Mimar Dinç, orta doğunun dördüncü büyük camisi olan, 32 metre çaplı kubbesiyle Türkiye’nin en büyük kubbesine sahip, 6 bin 600 metrekarelik alanı, 28 bin kişilik kapasitesi ile Selimiye’nin eşi, Sultanahmet’in kardeşi, Kocatepe’nin çağdaşı olan Adana Sabancı Merkez Camii’nin mimarıdır.
Mimarlık sanatı deyince ne anlaşılır. İmar ve ihya kültürümüz açısından öneminden bahsedebilir misiniz?
Güzel sanatların plastik bölümlerinden biri de mimarlıktır. Plastik sanatları oluşturan unsurlar form, ışık, gölge ve renkten müteşekkildir. Bir sanat eseri muhatabının iç âleminde bedii heyecan uyandırır. Bununla birlikte dinî, tarihî, kültürel mesajlar yansıtır. Bütün sanat alanlarında olduğu gibi mimarî eserler de onu ortaya koyan milletin kültürel kodlarını, dinî inançlarını ve ruhî yapısını ifade eder. O milletin kültür ve medeniyet değerlerini yansıtan bir eser olarak ortaya koyulur. Mimarlık sanatı, bize göre iç dünyamızdaki inancın, zihnimizdeki kültürün ve bizi oluşturan değerler manzumesinin çizgi olarak kâğıda yansıması sonra da bina olarak inşa edilmesidir.
Mimarın eserinde dünya görüşü, günlük hayattaki yaşama alışkanlığı, çevre ve temizlik anlayışı kendini gösterir. Örfler, âdetler, komşuluk ilişkileri bile mimarlık sanatımızda kendisini ifadeye imkân bulur
Osmanlı mimarisinde inancımızın ve geleneğin yansıması nasıl zuhur etmiştir?
Osmanlı mimarisinin olgunluk dönemi olarak XVI. yüzyılda camilerin inşasında tevhid inancının bütün haşmetiyle görüldüğü müşahede edilir. Yapı zeminden kubbeye doğru yükselirken kesretten vahdete ulaşılmanın sembolü olarak, birliğin ahengi ve insicam içerisinde mekânın yekpâreliği ile aşağıdan yukarıya kademelerin yardımıyla zirvede tevhid sembolize edilmiştir.
Vakıf medeniyetimizin mimarideki yansımalarından bahseder misiniz?
Külliyelerin parçası olan diğer yapılar bir bütün parçaları olarak İslâm’ın insana ve diğer canlılara verdiği değerin eseridir. Örneğin “Komşusu aç iken, kendisi tok olarak sabahlayan bizden değildir." nebevî haberin tesiriyle imaret ve aşevlerinin kurulmuş olması dinimizin ihtiyaçlı kimselere gösterdiği alakanın eseridir. Yolda kalanlara yardımcı olmak üzere misafirhane statüsünde kervansaraylar inşa edilmiştir. Dinimizin temizliğe vermiş olduğu ehemmiyetin en belirgin numuneleri hamamlar, abdesthaneler ve gusülhaneler olarak karşımıza çıkar. İslâm'ın ilim öğrenme ve öğretmeye vermiş verdiği yüksek değerin medreselerle şekil bulması yine vakıf medeniyetimizin yansımalarıdır. Ticaret için arastalar, çarşılar, bedestenler bina edilmiş vakıflara akar sağlanarak başka hizmetlere de kaynak oluşturulmuştur.
Külliyelerin, konakların, camilerin ve diğer yapıların cephelerine yapılan kuş evleri, Müslüman Türk milletinin zarafetini, estetik anlayışını uçan kuşa kadar canlıları düşündüğünü bizlere gösterir. Hayvanlara karşı sevgi ve merhametin bariz bir örneği olmuştur. Yine kuşların korunması ve barınması için muhteşem kuş köşkleri, kuş evleri ve kuş sarayları inşa edilmiştir. Sadaka taşlarının yapımı ise sağ elin verdiği hayrı sol elin görmemesi düsturuyla çeşitli meydanlarda veya cami girişlerindeki yardım kapısı olarak insana verilen değeri göstermektedir. Bütün bu saydığımız unsurlar bizim vakıf medeniyetimizin mimarlık sanatında şekil bulan güzellikleridir.
Osmanlı'da bir şehir kurulurken hangi kıstaslar esas alınmıştır?
Ecdadımız bir şehrin kuruluşunda evvela bölgenin topoğrafik yapısını inceleyerek şehrin siluetini İslâm şehri olduğunu göstermesi bakımından en yüksek noktaya camiyi bina etmiştir. Merkezde cami olunca, etrafında medreseler, mektepler, şifaheneler, imaretler, hamamlar ve çarşılar ile diğer toplumsal üniteleri yapmışlardır. Kademe kademe genişleyen bu merkeze bağlı caddeler ve sokaklar bir bütünlük içerisinde tasarlanmıştır. Bu kurumsal yapıların etrafındaki meskenlerin çevreyle uyumu dikkate alınmış, sosyal alanlar oluşturulmuştur. O bölgede yaşayan halkın bütün ihtiyaçları hesaba katılarak çözümler üretilmiştir. Anayollar ile birlikte ara yolların da zamanın ihtiyacına cevap verecek şekilde altyapı ve üstyapıyla bütünlük içerisinde oluşturmuşlardır. Fethedilen şehirlerde tarihî yapılar mevcut hâliyle korunmuş, gerekirse tadilat yapılarak fonksiyonel kullanıma kazandırılmıştır. Eskiyle yeni uyumunu olabildiğince uygulamaya çalışmışlardır.
Birçok tarihî eser meydana getiren sanatçının ismi pek yer almıyor. Bunun bizim kültürümüzdeki kaynağı nedir?
Müslüman sanatkâr gerek bir eser ortaya koyduğunda gerekse bir bina inşa ettiğinde yaptığı eserin vücut bulmasında gerçek tasarruf sahibinin Cenab-ı Allah olduğunu bilir. İlahi tasarrufa olan saygı ile kendi emeğini hak yolunda Allah rızası için isimsiz bir kahraman olarak yapıp geçer. Allah’ın verdiği bir kabiliyet ile yine Allah için bir şey yapabilmiş olmayı imkân ve ihsan olarak görürler. Anlatıldığına göre Celâleddin Karatay, yaptırmış olduğu meşhur kervansarayın açılışına giderken bir konak mesafe kala (takriben 50 km) geri dönmüş, yerine vekil göndermiştir. Bunun sebebi kendisine sual edildiğinde, nefsine bir büyüklenme ve riya gelmesinden korktum, diye cevap vermiştir.
Klasik Türk mimarisinin yaşatılması için neler yapılabilir?
Oldum olası klasik mimarimizin doğru uygulamalarla devam etmesini savunanlardanım. Klasik sanatlarımız unutulmadan yeni nesillere örneklerle aktarılması pek mühimdir. Bizim kültür ve medeniyetimizin bütün sanat dallarında yaşaması ve yaşatılması gerekmektedir. Aynı zamanda modern çağın sunduğu teknik imkânlardan sonuna kadar istifade etmeliyiz. Geçmişten aldığımız kültür birikimi bize kılavuzluk etmeli böylece geleceği inşa etmeliyiz. Günümüzün hatta geleceğin ihtiyaçlarına çözüm üretebilecek mimarî sanat anlayışı bütün eserlerde hâkim olmalıdır. Yahya Kemal, “Kökü mâzide olan âtiyim.” derken tam da bunu ifade buyurmaktadır.
Zaten Mimar Sinan’ın eserleri incelendiğinde; yaşadığı çağdan öte, gelecek asırlar için çözümler ürettiği görülür. Ustalık eseri kabul edilen Selimiye Camii’nde o günkü imkânlarla bugünkü tabirle pürizm olarak ifade bulan saf geometrik terkip ve dizayna fevkalade yaklaştığı müşahede edilmektedir. Mümkün mertebe en az mimarî elemanlarla en olgun seviyede terkipler vücuda getirmiştir.
Dinî yapıların en başta gelen unsuru, cami mimarimizin gelişmesi için neler yapılabilir?
Üzülerek ifade etmeliyim ki, dinî mimarimiz, klasik mimarimiz bugün üniversitelerdeki mimarlık fakültelerinde istediğimiz gerçek anlamda okutulmuyor. Sanat tarihi ve mimarlık tarihi dersleri işlenirken bu konular üzerinde yeterli ölçüde durulmadığını biliyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi konunun paydaşı olan kurumlarımız mimarlık fakülteleri ile irtibata geçmeli, son sınıf öğrencilerine dinî yapılarla ilgili proje geliştirme yarışmaları tertip etmelidir. Bu ödüllü yarışmalar vesilesiyle bazı yeni kabiliyetlerin keşfi sağlanabilir. Cami mimarimiz hususunda özel gayret gösterilmeli, plan-proje ve ahenk uyumu olan güzel eserler ortaya koyulmalı, inşa edelin camiler denetlenmelidir. Ucube yapıların ortaya çıkmaması için ehil kimselere danışılmalı, usta mimarların görüşleri alınmalıdır. Kaliteli uzman eleman sayımız çoğaltılmalıdır.
Kostroma’ya bir cami projesi hazırlamıştım. Bu vesile ile Kostroma’ya gittim. Orada şuna şahit oldum ki, Sibirya’ya yakın bir mevkide bulunan Kostroma imkânları yetersiz bir vilayet olmasına rağmen, bu şehirde, eski tarihî eserlerin bakım ve onarımı için yetmiş kadar uzman elemanın istihdam edilmiş olduğunu gördüm. Bizim memleketimizde de klasik mimarimizle yakinen ilgilenen sanatkârların sayısı her geçen gün eksilmektedir. Bu konuda tedbirler anılmalı yaşayan sanat erbabı ile uğraştığı sanat dalının devam edebilmesi için müesseseler kurulmalıdır.
Darende’de bazı mimarî projeleriniz var. Bu projeler ve uygulamaları hakkında neler söylersiniz?
Darende’de Hulûsi Efendi Vakfı Genel Merkezi binası ile Aşağıulupınar Hacı Tunç Camii’nin projelerini hazırlama fırsatını Cenab-ı Allah bize bahşetti. Bu eserlerin manevî mimarı Hulûsi Efendi’dir. Onun arzusuna binaen çizimlerini yaptık. Çok da güzel uygulandı. Rabb’ime hamdolsun güzel hizmetlere vesile oluyor.
Darende ziyaretlerinizde Somuncu Baba Külliyesi’nde inceleme fırsatınız olmuştur. Külliye hakkında değerlendirmenizi almak isteriz.
Somuncu Baba Külliyesi’nde gerek Selçuklu gerekse Osmanlı mimarî tarzlarının çizgileri görülmektedir. Modern çağın ve teknolojinin de en üst seviyede kullanıldığı külliyedeki yeni camiyi beğendiğimi ifade etmeliyim. Ayrıca vakfın yenileme projeleri ile tarihî eserlerin korunmasında gösterdiği hassasiyet takdire değerdir. Özellikle Vakıf Başkanı H. Hamidettin Ateş Efendi’nin mimarlara, sanat ehline ve estetiğe verdiği kıymeti yakinen biliyorum. Kendilerine memleketimize müstesna eserler kazandırdığı için teşekkür ediyorum.
Son olarak Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin bu husustaki görüşlerini nasıl özetlersiniz?
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi aydın, ileri görüşlü, sanata değer veren bir yapıya sahipti. Bir proje hazırlanacağı zaman 50 yıl sonrasını değil 500 yıl sonrasını planlayan fikirlerle teknik insanları yönlendirirdi. Şehirle uyum sağlamayan bir mimariyi hiçbir zaman tercih etmemiştir. Eserin bulunduğu yerin dokusuna uygun mimariyle yapılmasına önem vermiş ve bunu uygulamıştır.
Hulûsi Efendi (k.s.)'deki gördüğüm zevk-i selimi hiç bir şahısta göremedim. Ülkemizde ve yurtdışında birçok dinî kurumlara çeşitli projeler uyguladığımız için bazı büyük şahıslarla karşılaştım. Ama Hulûsi Efendi sanata, sanatçıya, estetiğe o kadar önem verirdi ki manevî büyük bir mimarın potansiyeli kendisinde mevcuttu. Şunu iddia ederim ki; eğer Hulûsi Efendi mimarlık mesleğini seçmiş olsaydı günümüzün Sinan'ı o olurdu. O derece çok ince ve güzel fikirlere sahip bir kabiliyete haizdi. Hatta bazen projelerde bir yere gelince tıkanıp kalırdım, hemen o anda öyle bir fikir sunardı ki o fikir ufkumuzu açarak daha gelişmiş bir estetiği meydana getirirdi. Ama tabi Cenab-ı Hak onun manevî imara istihdam etmiştir.
Hulûsi Efendi’nin açtığı çığırın bugün devasa bir yol olarak ilerlediğini görmekten büyük memnuniyet duydum. Buraya hizmet etmek bir onurdur, herkese de nasip olmayacağının farkındayım. Bize düşecek her türlü görevi hizmet olarak göreceğimizi belirtmek isterim.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarEmr-i bülendsin ey Ezân-ı MuhammedîKâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî Sultan Selîm’i Evvel’i râmetmeyüp ecelFethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî Gök, nûra garkolur, nice yüzbin minâredenŞehb...
Yazar: Vedat Ali TOK
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Dindeki Sarsılmaz Yeri HakkındaProf. Dr. Enbiya Yıldırım ile RöportajSahâbenin Rasûlullah (s.a.v.)'la ilişkisi nasıldı?Hepimizin mantığı kendi anlayabileceği üzere ashâb-ı kir...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Şemseddîn-i Sivâsî, Halvetiyye’nin ana kollarından biri olan Şemsiyye yolunun müessisidir. O, dönemindeki devlet erkânı ile özellikle padişahlarla olan münasebetleri sebebiyle siyasî; döneminde yavaş ...
Yazar: Yusuf HALICI
- “Balkan” kelimesi nereden geliyor, “Balkanlar” deyince aklımıza hangi coğrafya gelir? “Balkan” kelimesi bu coğrafyaya uzun bir tarihî zaman aralığında göç eden Türklerin armağanıdır. “Balkanlar...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ