Hz. Peygamber (s.a.v)’e İtâatın Dindeki Yeri
Sahâbeden Zübeyir b. Avvam (r.a.)… O’nun Medine’de muhteşem bir hurma bahçesi vardır. Ensar’dan olan bahçe komşusu ile su yüzünden aralarında anlaşmazlık çıkar. Sorunun dinî açıdan çözümü için meseleyi Allah Rasûlü’nün hakemliğine götürürler. Mesele detaylı bir şekilde anlatılır. Sorunu, her iki taraftan dinleyen Hz. Peygamber (s.a.v.), Zübeyir (r.a.) Efendimize, “Bahçeni suladıktan sonra suyu sal ki komşun da sulasın.” buyururlar. Bunun üzerine Ensar’dan olan adam, “O, halanın oğlu olduğu için böyle hükmettin.” deyince, adâlet Peygamber’i Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’ın yüzünün rengi değişir ve sonra Zübeyir’e yönelerek ona, “Bahçeni sula. Sonra da ağaçların köklerine (veya bahçenin duvarlarına) varıncaya kadar da suyu salma.” der. Medineli komşunun bu davranışı üzerine şu âyet nazil olur:[1]
“Hayır, Rabb’ine ant olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[2]
Yüce Allah’a ve O’nun kutlu elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e iman eden mü’minlerin iki tavrı olmalıdır. Bunlardan birincisi, aralarında anlaşmazlık çıktığı zaman onun hakemliğine başvurması, diğeri de Peygamber (s.a.v.)’in verdiği hükmü şeksiz-şüphesiz benimseyip onun âdil hüküm verdiğine inanması ve verdiği hükme gönülden teslim olmasıdır. Çünkü Rasûlullah’ın hükmüne başvurmak ve bunu gönülden benimsemek iman alâmetidir. Peygamber (s.a.v.)’in hükmünden maksat, onun şer’î fetvâlarıdır. Nitekim bir rivâyette de Peygamber sevgisi imanla irtibatlandırılmıştır: “Hiç bir kimse beni kendisinden, ailesinden, çocuğundan, malından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[3]
Öte yandan Kur’an’da geçen pek çok âyette Allah’a itâatten sonra Rasûle itâat emredilmektedir. Hadis ve sünnet, dinî hükümler için Kur’an’dan sonra gelen ana kaynaktır. Doğrudan Kur’an’daki kimi hükümlerin açıklanması ve Kur’an’da bulunmayan başka hükümler için sünnete bakılır. Bu anlamda sahih sünnet; ibâdet, muâmelât, ukûbât ve ahlak gibi konularda da delil teşkil eder. İtikâdî konularda da mütevâtir sünnet delil olur. Dinde sahih sünnetin delil oluşunu gösteren Kur’an’dan bazı âyetler şöyledir:
“Ey iman edenler! Allah’a itâat edin, peygambere itâat edin!..”[4]
“Kim Peygamber’e itâat ederse, Allah’a itâat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.”[5]
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[6]
“Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[7]
Yine Kur’an’da geçen başka bir âyette Rabb’imiz, hem Hz. Peygamber (s.a.v.)’in görevlerini anlatmakta ve hem de bütün mü’minlere ilâhî vahye ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine tâbi olmayı emretmektedir: “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar, apaçık bir sapkınlık içinde bulunuyorlardı.”[8] Bu âyette Hz. Peygamber (s.a.v.)’in birinci görevi Allah’ın âyetlerinin tilâvetini öğretmek, insanların kalbini şirkten, küfür, nifak ve her türlü ma’sıyetten arındırmak, Kur’an’ın mânâ olarak içeriğini öğretmek ve yine Kur’an’ın tatbîkâtını tâlim ettirmektir. Bununla birlikte âyette; Kitab/Kur’an’ın ve hikmetin birlikte geçmesi de anlamlıdır. Hikmet anlayış, ilim, fıkıh, akıl, sözde isâbet gücü mânâlarına geldiği gibi nübüvvet ve nebevî sünnet anlamlarına da gelmektedir.[9]
Görüldüğü gibi yukarıda geçen bu âyetler grubunda Peygamber (s.a.v.)’in buyruklarına itâat etmek gerektiği üzerinde durulmaktadır. Çünkü Kur’an metinleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Allah’tan vahiy alarak konuştuğunu bildirmektedir: “O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak indirilen bir vahiy iledir.”[10] Âyetlerde Allah’a itâat, “O’nun Kur’an-ı Kerim’de ve elçisinin tebliğ mâhiyetindeki söz ve davranışlarında ortaya çıkan emir ve irâdesine uymak” demektir. Rasûlullah’a itâat ise, öncelikle tebliğ ettiği Kur’an’a ve sünnete uymaktır. Yine Peygamber (s.a.v.)’e itâatin sadece, “Kur’an’dan ibaret olan vahyin tebliğine uyma”yı değil, bunun dışında kâide olarak onun bütün davranışlarının örnek edinilmesini, bütün buyruklarının yerine getirilmesini içine aldığını göstermektedir. Sahâbe-i Kiram, Rasûlullah’ın “dinî veya bağlayıcı olmadığını bildirdiği, ya da karîneler yoluyla böyle olduğunu anladıkları emirleri” dışındaki bütün emir ve isteklerini, “Ona itâat dinî bir görevdir.” şuuru içinde yerine getirmişlerdir; bunu yaparken de itâat hakkındaki âyet ve hadislerle Allah elçisinin gönderiliş amacına, kendisine verilen vazifelere ve O’nun örnekliğini bildiren naslara dayanmışlardır. Meselenin “Allah’a götürülmesi” Kur’an’a, “Rasûl’e götürülmesi” ise sünnete başvurmayı gerektirir. Anlaşmazlık konusunda bu iki kaynakta çözüm ve hüküm var ise bu, bütün ümmet için bağlayıcıdır ve gereğine uyularak anlaşmazlık çözüme kavuşturulur.[11]
Kur’an ve Sünnet İlişkisi
Yalnız burada bir hususa işaret etmekte fayda vardır. Kaynak olarak sünnetin derecesi, Kur’an’dan sonra gelir. İkisini eşit görmek, sünneti vahiy derecesine çıkarmak olur ki, bu doğru değildir. Bakara Suresi’nin ikinci âyetinde, Kur’an-ı Kerim, “kendisinde şüphe olmayan Kitap” olarak tanıtılmaktadır.[12] Sünnet ise, böyle değildir. Onun bir kısmı mütevâtir, diğer bir kısmı da âhâddır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) sahâbeden Muaz b. Cebel (r.a.)’i yargıç olarak Yemen’e gönderirken, “Sana bir dava gelince ne ile hüküm vereceksin?” Muaz diye sorunca, o, önce Allah’ın kitabıyla, orada bulamazsam, Rasûlü’nün sünnetiyle, orada da bulamazsam, kendi aklımla hüküm vereceğim.” demiştir.[13] Bu rivâyette, delil getirme ve hüküm vermede bir tasnif yapılmıştır. Aynı zamanda bu rivâyetten de sünnetin dinî konularda ikinci kaynak olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygamber (s.a.v.)’e indirirken, Kur’an’ı açıklama görevi vermiş ve onu açıklaması için gerekli bilgiyi de sünnet olarak ona vahyetmiştir.
Ünlü İslam bilgini İmâm Şâfiî, Kur’an-sünnet ilişkisini üç maddede özetlemiştir.[14]
İlki, sünnet, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümleri tasdîk eder ve destekler. Meselâ Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok âyette, anne ve babaya iyilik etmek, akrabalarla ilişkileri kesmemek ve komşularla iyi geçinmek üzerinde durulur. Hemen hemen aynı konularla ilgili tavsiyeler, sünnette de yer alır.
İkincisi, Kur’an’ın kapalı ifadelerini açıklayan hadisler vardır. Bu bağlamda sünnet, mücmel âyetleri açıklarken, umum lafızları da tahsis eder. Meselâ, Kur’an’da nikâhlanması haram olanlar arasında[15] bir kadın ile teyzesi veya halasının aynı nikâh altında toplanmasının haram olduğu sünnetle sabittir.[16] Umumun tahsisine gelince, sünnetin, Kur’an’da genel bir ifadenin kapsamından bazılarını hükmün dışında tutması, özel bir durum vermesidir. “Katile miras yoktur.” rivâyeti buna örnektir.[17] Bu rivâyet ile miras, Allah’ın kitabında zikrettiği mirasçılardan, yalnızca, katilin dışındakilere tahsis edilmiştir.
Üçüncüsü ise, hadislerin, Kur’an-ı Kerim’in kabul ya da red bağlamında bir şey söylemediği bir hususta yeni hüküm getirmesidir. Buna da, “Hayızlı bir kadın orucu kazâ eder ama namazı kaza etmez.” rivâyetini örnek verebiliriz.[18]
Allah’ın ilâhî mesajı olan vahiy, dinin teorik yanını oluştururken, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nebevî sünneti dediğimiz söz, davranış ve onayları, dinin pratik yönünü teşkil eder. Bu sebeple, Kur’an’ın anlaşılmasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine başvurmak büyük önem taşır. Sünnet, Kur’an’ın hükümlerini açıklama konusunda çok önemli bir delildir. Hüküm çıkarırken hem Kur’an’a ve hem de sünnete bakılır. Çünkü Kur’an küllî hükümleri içerir. Bu hükümlerin geniş açıklaması sünnet sayesinde olur. Kur’an’ın lafzı ve mânâsı Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından bize iletilmiş ve açıklanmıştır. Kur’an’da emredilen namaz, hac, zekât, oruç vb. gibi buyrukları geniş bir şekilde açıklamak ancak sünnetle sağlanabilir. Kaldı ki, İslâm’ın, toplumların hayatında şeklî dindarlık olarak görünürlüğü, vahiyden daha çok nebevî sünnete dayanır. Çünkü nebevî sünnet, vahyin peygamberin hayatında ete-kemiğe bürünmesi olayıdır. Dinî uygulamalardan mîmârîye, sanattan edebiyata, yemek kültüründen kıyâfete, musikiden güzel yazıya, spordan eğlenceye vb. varıncaya kadar sünnetin belirleyiciliğini görmek mümkündür. Dünya Müslümanlarının birliğini sağlamada nebevî sünnet önemli bir yer işgal eder. Bu sebeple her Müslümanın dünyevî meselelerde Kur’an’ın ve Peygamber (s.a.v.)’in getirdiği ilkeleri hakem yapması ve bu ilkelere itâat etmesi ve onları hayata taşıması Müslümanlığının bir gereğidir.
[1] Buhari, Sulh, 12; Müslim, Fezâil, 129.
[2] 4/Nisâ, 65.
[3] Buhârî, İman, 8; Müslim, İman, 69, 70.
[4] 4/Nisâ, 59.
[5] 4/Nisâ, 80.
[6] 3/Âl-i İmrân, 31.
[7] 33/Ahzâb, 36.
[8] 3/Âl-i İmrân, 164.
[9] Mücahit, Tefsir, Mısır, 1989, I, 541.
[10] 53/Necm, 3-4.
[11] Diyanet Kur'an Yolu Tefsiri, II, 86-89.
[12] 2/Bakara, 2.
[13] Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230.
[14] Eş-Şâfiî, Er-Risâle, thk. A. Mahmud Şâkir, Beyrut, 2005, s. 91-92.
[15] 4/Nisâ, 22-24.
[16] Buhârî, Nikâh, 24; Müslim, Nikâh, 33.
[17] Tirmizî, Ferâiz, 17; İbn Mace, Diyet, 14.
[18] Buhârî, Hayız, 20; Müslim, Hayız, 68.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarYâ Rab nice günahım isyanım var bilirimAmmâ beni affeden Rahmân'ım var bilirim Kendime varmak için nefsimden kaçmaktayımYaşadıkça hep tövbe imkânım var bilirim Öyle bir çağa geldik arzın gün...
Şair: Ekrem KAFTAN
Arapçada “eş-şerîke” ve “eş-şirk” şeklinde kullanılan şirk sözcüğü, “ortaklık” mânâsına gelir. İtikâdî anlamda şirk, Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olduğunu kabul etmek, O’ndan b...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
İbrahim Hakkı Yiğit şahsında bütün mimar dostlarımaBirbirini tamamlayan hendese,Allah’ın rızası, mabet sevgisi,Sokullu Camisi ses katar sese,İslam mimarisi, Türk mimarisi… İmar İşlerinde pi...
Şair: Halil GÖKKAYA
Şemseddîn-i Sivâsî, Halvetiyye’nin ana kollarından biri olan Şemsiyye yolunun müessisidir. O, dönemindeki devlet erkânı ile özellikle padişahlarla olan münasebetleri sebebiyle siyasî; döneminde yavaş ...
Yazar: Yusuf HALICI