Şehirlerimizin İmar ve İhyâsı
Peygamber Efendimiz Müslümanların cemâat ve cemiyet içerisinde yaşamalarını, bireysellikten kurtulup cemiyet adamı olmalarını, toplumdan uzak ve kopuk yaşamayı değil, insanlarla ünsiyet içerisinde olmayı tavsiye etmiştir. Peygamber Efendimiz bedevî halkları medenî bir topluma dönüştürmüş, bâdiyelerde kültür ve medeniyetten uzak yaşamayı değil şehirlerde medenî ve kaynaşmış bir şekilde yaşamayı sağlamıştır. İslâm’ın bir toplum dini olduğunu beyan etmiş, hicretin akabinde Yesrib’in kaderini değiştirmiş, şehir halkını gettolardan kurtarmış, şehir halkının etnik ve dinî bölünmüşlüğünü giderip ortak hareket edebilen farklılıklarının bileşkesi konumuna getirmiştir.
Medîne’de kurulan devletin başkanı olarak başşehir konumundaki Medîne’nin su, ulaşım, yerleşim, ekonomik ve idârî ihtiyaçlarını yerinde tesbit etmiş, sorunlar büyümeden çözmenin derdine düşmüş, gerekli tedbirleri alarak belediye hizmetlerinin yerli yerince yapılmasını sağlamıştır. Medîne’nin ekolojik dengesine o kadar çok ehemmiyet göstermiştir ki, Mekke gibi Medîne’nin harem sınırlarını da oluşturmuş, şehirleşme ve yerleşim konusunda şehir sâkinlerine sorumluluklarını hatırlatmış, binâların inşâsında bir onay merciinin oluşmasına özen göstermiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Medîne için tayin ettiği harem sınırları, bugün itibariyle sit alanları diyebileceğimiz, hatta bundan da öte yasak ve koruma bölgelerinin oluşturulmasına zemin hazırlamıştır. Kuba Mescidi’nin inşâsı, Kuba Mescidi’ni ziyaret etmenin önemini vurgulaması, Uhud Dağı’na hürmetini dile getirmesi, Medîne’nin şehir olarak genişleme imkânına zemin hazırlamıştır. Bu teşviklerinden birkaç hadis-i şeriften burada bahsetmemiz yerinde olacaktır:
"Benim bu mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Haram müstesnâ diğer mescidlerde kılınan namazlardan bin kat daha sevaptır.”[1]
"Ancak üç mescid için yol hazırlığı yapmak ibâdettir. Benim bu mescidim, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ"[2]
"Deccâl ve tâûn hastalığı Medîne'ye giremeyecektir.”[3]
"Minberim ile evimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim Havzımın üzerindedir.”[4]
"Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz.”[5]
"Kim ara vermeden benim bu mescidimde kırk vakit namaz kılarsa, cehennemden berat almış, azaptan ve nifaktan korunmuş olur.”[6]
"Kim bizim Makberimize, yani Cennettü’l-Bâkî mezarlığına defnolursa kıyâmet günü ona şefâat edeceğiz.”[7]
Peygamber Efendimiz bu tür yaklaşımlarıyla, bir şehir planlaması diyebileceğimiz bir tarzda Medîne’nin gelişim ve yayılmasına zemin hazırlamıştır. Şehir hayatında çevre bilincine riâyet edilmesini ve şehirlerde ekolojik dengenin korunmasını dile getiren Peygamber Efendimiz, bu tür uygulamaları ile şehirleşmeyi teşvik etmiş, yerleşimin tek bir elden müsâade edildiği ölçütlerde oluşmasını sağlamış, şartlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda çeşitli binâ ve kurumların ihdas ve inşâsına zemin hazırlamış, israf ve savurganlıktan uzak durulmasını emretmiş, hakkâniyet ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda insanların ve diğer canlıların rahat edebileceği bir çevreyi oluşturan söylem ve eylemlerde bulunmuştur.[8]
İnsanlarla Yaşadıkları Yerler Arasındaki Özel İlişki
Beldelere, kasaba ve şehirlere değer katan oralarda yaşayan insanların kıymet-i harbiyesidir. Şehirlerle içerisinde yaşayan insanlar arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. İnsanlarda zuhûr eden sıfatlar yaşadıkları beldelere sirâyet eder. Halkı hangi hasletlere, hangi niteliklere ve hangi değerlere sahipse şehirler de o hasletler, nitelikler ve değerler ile hemhal olurlar. Beldeleri perişan eden kötülerin cibilliyeti, beldeleri ihyâ eden ise orada oturan iyilerin kemâlâtıdır.
Kalabalık kitleler arasında yükselen bir dağ gibi arz-ı endâm eden güçlü şahsiyetler beldelerin görünen ve öncelikle fark edilen adresleridir. Onlar sözüne ve sohbetine kulak verilen isimlerdir. Emir ve tavsiyelerine âmâde olunan model isimlerdir. Onlar, kitlelere yön veren öncü güçlerdir. Toplumları hayra kanalize eden fedakâr şahsiyetlerdir. Şehrin çehresini değiştiren isimlerdir. Yetiştirdiği isimlerle şehirleri ihyâ eden ıslâhat önderleridir. Rahmet yağmurları gibi bıkmadan ve usanmadan kurak toprakları sulamaktadırlar. Hakîkat güneşi gibi çorak arazileri ısıtmaktadırlar. Sabır ve tahammül güçleriyle yanlışları, aksaklıkları, zulümleri ve haksızlıkları ortadan kaldırarak şehirleri yaşanabilir kentlere dönüştürmektedirler.
Şehrin hâmîleri kendilerini geliştirirken, beraberlerinde çevrelerini ileriye taşımakta, içerisinde yaşadıkları şehrin katma değerini artırmakta, geniş kitlelerin başarı sürecine koyulmalarına katkı sağlamaktadırlar. Onlar bulundukları bölgenin referans adresidirler. Şehirlerin hâmîleri şehir halklarına yük olmayı değil, şehrin yükünü almayı hedeflemişler, kişilikleriyle etrafındaki kitlelere rehberlik etmişlerdir. Kişilikleriyle fark edilmişler, bulundukları ortamlara itibar kazandırmışlar, yeni yetişen nesilleri beslemişler, nefislerinin esiri olanlara tasarrufta bulunmuşlar, bozgunculuk ve fesat çıkaranları şehrin onuruna yaraşır tavır takınmaya davet etmişler, yabanî zümreleri evcilleştirmişler, göçebe kitleleri iskân hayatına alıştırmışlar, kültürsüz ve görgüsüz yaşayanlara ilim ve irfân mektebinin kapılarını açmışlardır. Onlar Anadolu şehirlerinin hamurunu rahmet mayası ile yoğurmuşlardır. Onlar olanca büyüklükleriyle kendilerini göstermezler. Kendi namları ve şöhretleri için değil, dava ve idealleri için toplumun ve şehrin imarına baş koymuşlardır.
Onların derdi bilinmek değil eğitmek, onların hedefi rahat etmek değil kitleleri huzûra erdirmektir. Anadolu erenleri, Afrika’nın ârifleri, Asya’nın yiğitleri, Balkanlar’ın alperenleri, Kafkasya’nın mücâhitleri, Hint alt kıtasının sâlihleri, Asya’nın fütüvvet erleri, Uzak Doğu’nun âşıkları kendi diyarlarının burçları hâline gelip bulundukları yerlerde temâyüz etmişlerdir. Şehirlerin hayatiyetlerine anlam kattıkları ve şehirleri ihyâ eyledikleri için şehirlerin bu seçkin hâmîleri, aynı zamanda tarih boyunca şehrin varlık nöbetçileri olmuşlardır. Onlar şehri değiştirmişler, dönüştürmüşler ve şehre ufuk açmışlardır. Şehirlerin taşıyıcısı görevini üstlenen böylesi insân-ı kâmiller, şehri daha ilerilere, daha iyiye, daha güzele taşımışlar, şehrin daha faydalı ve daha kalıcı konuma gelmesini sağlamışlardır. İnanç, gayret, bilgi, sevgi, fedakârlık ve tevekkül gibi temel hasletlerle şehirlerin anlam haritasını belirleyen bu insân-ı kâmiller, tarih boyunca şehirleri tehdit alanları değil güven ve huzur alanları hâline getirmişlerdir.[9]
İlâhî isimlerin tecellî ettiği yeryüzünde, kemâl tecellîlerinin daha çok Hicaz diyarında, celâl tecellîlerinin daha çok Hint beldelerinde, cemâl tecellîlerinin ise daha çok Acem ve Rum beldelerinde zuhûr ettiğine inanılmaktadır. Dolayısıyla tasavvuf ehli İslâm diyarlarını kemâl, celâl ve cemâl tecellîlerinin yaşandığı coğrafyalar olmak üzere üç kısma taksim etmişlerdir.[10]
Dünya gezegenindeki şehirler taşı toprağı, inşâat ve yapılanması bakımından benzer özellikler taşımış olsa da, maddî bakımdan ve dış yapıları bakımından birbirine benziyor olsalar da sahip oldukları ruh, barındırdıkları tarih, kültür ve medeniyet bakımından her bir şehrin bir farklılığı bulunmaktadır. Dış görünümleri ile içsel dokuları bakımından şehirlerin bu farklılığı özü olmayan ceviz ile içi değerli inci dolu sedef arasındaki farka benzemektedir.
İstanbul, Konya, Bursa, Edirne, Bosna ve Üsküp içsel derinliği ile hikmet kokan şehirlerimizin en bâriz örnekleridir. Mekke, Medîne, Kudüs, Kâhire, Merakeş, Tilemsen, Trablusgarb, Bingazi, Tunus, Mombassa, Dâru’s-Selâm, Bağdat, Şam, Tiflis, Buhârâ, Belh, Taşkent ve Semerkant İslâm dünyasında kutsal değerlerimizin, kültür ve medreselerimizin başat örnekleri konumundadır. İlim, irfân, adâlet, sanat, zanâat, insanlık ve Müslümanlık bakımından kıymeti yüce olanların yaşadığı diyarlar da dünyanın geri kalan diyarlarından fersah fersah öte ve yücedir. İnsansız mekân düşünülemez. Şehirlerin kıymet-i harbiyesini insân-ı kâmillerden ötede aramak nâfiledir.[11] İnsân-ı kâmiller bulundukları şehirlerin hâmîsi, koruyucusu ve anlam haritasıdır. Yesrib’i Medîne yapan, Yesrib’de ulu bir medeniyet çınarını dikip büyüten Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. O nedenle Yesrib, Medîne-i Nebî olmuştur.
Şehir Kültürü
İslâm toplumunda şehirlerin köylerden ve küçük beldelerden çok daha özel bir yeri vardı. Tasavvufî gelenekte köyler makâmu’l-farka işaret ederken, şehirler makâmu’l-cem’e tekâbül etmektedir. Köylerde dindarlıkta derinleşme, ilimde zirveleşme, ahlâkta kemâlâta erme, mâneviyatta cûş u râha gelme durumu fazla görülemediği için köyler tasavvufta ayrışma makamına tekâbül etmektedir. Şehirlerde yaşanan hayat kişiye hikmet derinliği, muhabbet seyri, incelik, sanat ve estetik duygusu, ulvî ve mukaddes değeri kuşanma imkânı verdiği için cem’ makamının neşesine koyulmak nasip olur.
Köy hayatında tikel, münferit, kendi dünyasında, kendi kendine yetinmeye çalışan, kendi köşesine çekilen ferdin bireyselliği ön plana çıkarken, bir tür ayrışma, uzaklaşma, dar çerçevede kalma durumu vardır. Ama şehir hayatı farklılıkları izâle etmekte; kilimin desenleri gibi farklı renkleri bir araya getirmekte; dostları, komşuları, meclisleri, adresleri, oturumları ve seyirleri ile çeşitlilik arz etmektedir. Bu gerçekten hareketle şehirler, cem’ makamı olarak görülmüş, birlik ve beraberlik tecrübesine örnek olarak sunulmuştur. Tasavvuf büyükleri şehirleri “müdün” olarak isimlendirirken, daha büyük beldeleri “bilâdu’l-muazzama” olarak isimlendirmişlerdir.
Özellikle Bursa, Edirne ve İstanbul gibi gözde payitaht merkezlerini birliğin birliği makamında yani makâmu cemu’l-cem’ olarak görmüşler ve orada yaşayanları cem’iyet-i kübrâ kıymetinde değerlendirmişlerdir. Köylerden şehirlere göç edenleri tefrikadan kurtulup cem’ makamına erme deneyiminde görmüşlerdir. Dolayısıyla şehir hayatında kesret içerisinde vahdet terennümü gerçekleştirilmek istenmiştir. İslâm toplumunda şehirler bireyselliği cemiyet ortamına dönüştürürken, hiçbir ferdi de cemiyet içerisinde kaybetmemiştir.[12]
Nazif Gürdoğan’ın yerinde tesbiti ile şehir, kültürün görünen yüzüdür. Camileri, çarşıları, çeşmeleri, evleri ve meydanlarıyla şehir, tarihe, sanata ve hayata tutulan bir aynadır. Şehirsiz kültür, kültürsüz de şehir olmaz. Kültür şehri, şehir de kültürü, karşılıklı iletişim ve etkileşim içinde zenginleştirir. Hayatı bütün boyutlarıyla kucaklayan derin kültürlerin, dünyanın dört bir yanına dağılmış zengin şehirleri vardır.[13]
Bir şehri seçmek, aslında bir medeniyet tercihidir. Şehirler bizlere usullerin, âdâbın, erkânın, alışkanlıkların, komşuluk ilişkilerinin, hayatı algılayış biçimlerinin ve anlamlandırılmış kimi nüansların farklı mekânlarda nasıl farklı teşekkül ettiğini anlatır. Şehirleri incelediğimiz zaman her şehir, bir medeniyet ağacının nasıl değişik dallar ve ışkınlar verdiğini gözler önüne sermektedir. Bir medeniyet tercihi olduğunu söylediğimiz şehirler aynı zamanda farklı bir toplum, özel bir hayat ve geleneksel bir alışkanlık tercihidir. Dolayısıyla bireyi de toplumu da belirleyen şehirlerdir.[14]
Medeniyet, medenîliktir. Akl-ı selîm, kalb-i selîm ve zevk-i selîm ile şekillenen medeniyetin kuruluşu edep, erkân, fazîlet, terbiye, zarâfet, ilim ve irfân timsâli bir şehirliliğin ilânıdır.[15]
Özetle diyebiliriz ki, şehirlerin kalitesi insan kalitesi ile doğru orantılıdır. Şehirler ahlâk âbidesi, sanat rûhu, edebî zevk, meslek erbâbı, hayat kalitesi, ilim yolcusu ve edep numûnesi insân-ı kâmillerle yücelmiştir. Ancak modern dönemde şehirli halklar giderek bir vefâ erozyonuna uğramışlardır. Günümüzün şehir halkları şehirleri ihyâ eden, zenginleştiren, geliştiren, büyüten insanlarla, şehirleri yağmalayan, parçalayan, dağıtan, tüketen insanlar arasında sağlıklı bir seçim yapamamaktadırlar.
Bu vefâsızlık yüzünden şehirler, imtiyazlı konumlarından uzaklaşıp sıradanlaşmışlar, asâletlerini kaybedip çöküşün hezimetiyle yüz yüze kalmışlardır. Çok katlı binâlarla donatılmış, geniş yeşil alanlarla bezenmiş, en güzel şekilde süslenmiş, pırıl pırıl aydınlatılmış, teknolojik imkânlarla donatılmış şehirler meydana geldi. Şehirlerimiz imar edildi, ama tarih boyunca medeniyetlere ev sahipliği yapan bu şehirlerimizin maalesef rûhu öldürülmekte ve bir kadavraya benzer konuma gelmektedir. O nedenle şehirlerimizin imarı kadar ihyâsı da bir o kadar önemlidir. [16]
İslam medeniyetinde şehirler huzûru, âsûdeliği, bilgeliği, hikmeti, sanatı, estetiği, mîmârîsi, insanlık kalitesi ile dikkat çekerken, günümüz dünyasında şehirler artık global köye dönüşmektedir. Sosyolojik ve ekonomik sorunlar nedeniyle kitleler şehirlere akın etmektedirler. Metropol şehirler artık küçük veya orta ölçekli geleneksel şehirler olmaktan çıkmaktadırlar. Günümüzde şehirlerimiz fiziksel olarak büyüdü, şehirlerimizde devâsâ binâlar, geniş yollar, ışıltılı alışveriş merkezleri yapıldı. Ancak insanın asâletini ve huzûrunu bozucu oluşumlar da bir o kadar arttı.[17]
[1] Müslim, Hac, 505-510; Tirmizî, Salât, 126.
[2] Buhârî, Mescid, 16; Müslim, Hac, 415.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 277.
[4] Buhârî, Mescid, 5,16; Tirmizi, Menâkıb, 67.
[5] Buhârî, İ’tizâm, 16; Müslim, Hac, 462.
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 155.
[7] Mustafa Karataş, “Hz. Peygamber'in Şehirleşme ve Yerleşim Konusunda Çevre Bilincini Geliştirmeye Yönelik Çabaları”, Uluslararası Çevre ve Din Sempozyumu 15-16 Mayıs 2008 Bildiriler, İstanbul 2008, c. I, s. 333-334.
[8] Karataş, “Hz. Peygamber'in Şehirleşme ve Yerleşim Konusunda Çevre Bilincini Geliştirmeye Yönelik Çabaları”, Uluslararası Çevre ve Din Sempozyumu, c. I, s. 330.
[9] Muhsin İlyas Subaşı, “İnsan Kalitesi ve Şehir”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 17, Sayı: 123, Ocak 2011, s. 26-29.
[10] Özkan Öztürk, Siyaset ve Tasavvuf Osmanlı Siyaset Düşüncesinde Tasavvufun Tezahürleri, Dergȃh Yayınları, İstanbul 2015, s. 539.
[11] Öztürk, Siyaset ve Tasavvuf, s. 533.
[12] Öztürk, Siyaset ve Tasavvuf, s. 535-536.
[13] Nazif Gürdoğan, “Üsküdar İstanbul’a Açılan Kapıdır”, Yeni Şafak Gazetesi, 08.11.2006.
[14] Süleyman Derin, “Celâl Sıfatları ile Terbiye”, Altınoluk Aylık Mecmua, Mart 2011, Sayı: 301, s. 22.
[15] S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme Yozgat’a Güzelleme, Semih Ofset Matbaacılık, Ankara 2009, s. 11.
[16] Subaşı, “İnsan Kalitesi ve Şehir”, Somuncu Baba, Yıl: 17, Sayı: 123, s. 29.
[17] Mahmud Erol Kılıç, Şafak Yazıları-Geleneğin İzinde Güne Dair Düşünceler, Sufi Kitap, İstanbul 2018, s. 120; “Köy Gençliği Üzerine”, Yeni Şafak, 2 Nisan 2017 tarihli köşe yazısı.
Kadir ÖZKÖSE
Yazar6 Şubat sabahı asrın felaketini yaşadık. Bu topraklar çok acılar gördü. Ama böylesi büyük bir felâket yaşanmadı. Kıyâmeti yaşadık. Bir şehir, bir belde veya bir noktada değil, çok geniş sahada büyük y...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
33. Hadis"Dünyada bir garip veya yolcu gibi ol. Kendini kabirdekilerden kabul et.” [1]Somuncu Baba Diyor ki:“Hz. Peygamber (s.a.v.), fânî yurtta yaşayan insanın olup bitenlere aldanmamasını, cereyan e...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İbrahim Hakkı Yiğit şahsında bütün mimar dostlarımaBirbirini tamamlayan hendese,Allah’ın rızası, mabet sevgisi,Sokullu Camisi ses katar sese,İslam mimarisi, Türk mimarisi… İmar İşlerinde pi...
Şair: Halil GÖKKAYA
Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvân’ında bizleri kâinat kitabını okumaya davet etmektedir. Âlemde zuhûr eden ilâhî tecellîleri idrak edip bizlerden varlığın sırrını çözmemizi istemektedir. Şiirlerinde he...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE