Yahya Kemal’in Gözünden: Ezân-ı Muhammedî
Emr-i bülendsin ey Ezân-ı Muhammedî
Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî
Sultan Selîm’i Evvel’i râmetmeyüp ecel
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî
Gök, nûra garkolur, nice yüzbin minâreden
Şehbâl açınca rûh-ı revân-ı Muhammedî
Ervâh cümleten görür Allahü Ekber’i
Akseyleyince arşa lisân-ı Muhammedî
Üsküp’de kabr-i mâdere olsun bu nev-gazel
Bir tuhfe-i bedî’ ü beyân-ı Muhammedî
Yahya Kemâl Beyatlı
Coğrafyalara milliyet damgası vuran mühürler vardır. O mühürler, o coğrafyanın en canlı, en kesin, en keskin, en müessir sembolleridir.
Şairinin kim olduğunu bilmediğim, âdeta berceste olmuş bir beyitte deniliyor ki:
Denildi mi bir yerin adına Türk beldesi,
Gözüm al bayrak arar kulağım ezan sesi.
Bir yere Türk beldesi deniliyorsa oranın olmazsa olmazı diyebileceğimiz iki önemli unsur vardır: Bağımsızlığın sembolü al bayrak ve İslâm’ın işareti ezan.
1400 küsur yıldan beri Müslüman ülkelerde insanları beş vakit namaza çağrı maksadıyla minarelerden okunan ezan, aynı zamanda bütün Müslüman ülkelerin de ortak bir simgesidir. Mehmet Âkif Ersoy, ezanı bir milletin Müslüman kimliği için şahit gösterir ve sonsuza kadar susmaması için temennide bulunur:
Bu ezanlar ki şehadetleri, dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Yakın tarihimizde Türkiye’de Türkçe sevdası(!) adına, ezan Türkçe okundu; çünkü onlar iyi biliyorlardı ki bir milleti zayıf düşürüp sonra da parçalayıp yok etmenin en risksiz ve kolay yolu, o milletin ortak değerlerini küçümsemek, basitleştirmek ve sonra da silmekti. Ama samimî en Türkçü Müslüman bile bundan hoşnut olmadı; çünkü ezan bütün Müslümanlar için bir simge idi ve simge değişmemeli idi. Nitekim daha sonra aslına döndürülünce insanlar da ezanın o huşuu ile yeniden huzur buldu.
Klâsik Türk şiirimizin cumhuriyet dönemindeki son büyük temsilcisi Yahya Kemâl Beyatlı, ezan kavramına şahsına münhasır bir açıdan bakar. Ona göre ezan-ı Muhammedî emr-i bülend’dir; yani yüce bir emirdir. Çünkü Cuma Suresi, 9. âyette “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağırıldığı/ezan okunduğu zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, bu sizin için daha hayırlıdır.” deniliyor. Ezanla ilgili başka âyetler de vardır.
Bilindiği gibi bu büyük çağrının ne şekilde olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’de herhangi bir tarif yapılmamıştır. Bu yüzden namazın farz olmasından ve Mescid-i Nebevî’nin inşasından sonra Müslümanların topluca namaz kılmaları gerektiğinde namaza nasıl çağrılacağı konusu epey bir müddet zihinleri işgal etmişti. Namaza çağrı için yapılan birçok teklif, başka dinlerinkine benzediği için iltifat görmemişti. Bu günlerde sahabeden Abdullah b. Zeyd bir rüya görüyor ve rüyasında bir zât, ona davetin nasıl yapılacağını tarif ediyordu. Abdullah b. Zeyd rüyasını Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e anlatıyor. Peygamber Efendimiz de “İnşallah bu hak bir rüyadır. Bilal’e, gördüklerini söyle, ezanı o okusun; çünkü onun sesi, senin sesinden daha tatlı ve gürdür.” buyuruyor. Böylece Abdullah b. Zeyd ezanın lafızlarını Bilal’e söyler, o da okur. Bu arada Hz. Ömer de Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, rüyasında aynı şeyleri gördüğünü söylemiştir.
Ezanın, dinî hayata etkisinin yanında sosyal hayatın da bir parçası olduğunu görüyoruz; çünkü ezan, Müslümanların bir araya geleceği randevu saatinin de hatırlatıcısı konumundadır.
İşte bu kadar büyük bir önemi haiz ezanın sadası için mevcut İslâm dünyasını dar görür ve yeni ufuklar arar Yahya Kemâl… Nitekim ona göre bu emeli gerçekleştirecek olan Yavuz Sultan Selim idi; ancak ecel, Yavuz’u erken almıştır. Yoksa bugün ezan sesinin ulaşmadığı bir coğrafya kalmayacaktı.
Ezanın Yahya Kemâl’in ruh dünyasında farklı bir yeri ve mânevî bir yönü vardır, çünkü onun daha küçücük bir çocukken gönül dünyasını evlerinin dört bir yanında bulunan camilerden beş vakit duyduğu ezan sesleri dolduruyordu. Yahya Kemâl, çocukluğuna dair hatırasının bir bölümünde şöyle diyor: “O yaşlarımda ben, Üsküp minârelerinden yükselen ezan seslerini duyarak, içim bu seslerle dolarak yetişiyordum. Minârelerde ezan başladığı zaman, evimizde rûhanî bir sessizlik olurdu. Galiba Üsküp’ün sokaklarında da böyle bir rüzgâr dolaşır, bütün şehri bir mâbed sükûnu kaplardı. Yalnız ezan sesleri duyulurdu. Annemin dudakları ism-i Celâl’le kımıldardı. Bin üç yüz sene evvel, Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’in Bilâl-i Habeşî’den dinlediği ezan, asırlarca sonra bizim semâmızda hem dinî hem millî bir musikî olmuştu. O anda semamızın mağfiret âleminden gelen ledünnî bir sesle dolduğunu hissederdim.” Böyle bir ruh taşıyan şaire göre yüz binlerce minâreden yükselen ezan sesi, gökyüzünü nura gark eder. Gökyüzünde Muhammedî rûh kanat çırpar durur.
Beyatlı, Türk ve İslâm dünyasının kaygısını yüreğinde hisseden bir büyük şairdir. Nitekim çocukluğuna dair hatıralarını ve gelecek nesil için duyduğu esefi, ilerleyen yaşlarında şöyle dile getirecektir: ‘‘Biz ki, minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında ana millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, firenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlamayacaklar.” Fakat Yahya Kemâl’e göre ruhlar, minarelerden yükselen ve arşa akseden Allahü Ekber seslerini hatırlar, görür ve işitirler.
Yahya Kemâl, Ezân-ı Muhammedî isimli gazelini, “Benim hem dinî hem de millî terbiyem üzerinde daha şiddetle müessir olan, annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı. Muhammediye okur, bana Kur’an öğretirdi. Annem, Yazıcızâde’yi sabah namazlarını kıldıktan sonra okurdu. Beyaz başörtüsü ile elindeki kitaba imanla eğilişini hâlâ görür gibiyim.” dediği kabri Üsküp’te bulunan annesine ve onun kabrine hediye ediyor. Biz de sözümüze ona Allah’tan rahmet dileyerek son verelim.
Vedat Ali TOK
Yazar(Buhûrîzâde Mustafa) Itrî (1640-1712)Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sunMihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsunTarîk-i gülzâr-ı âlem, mâlik-i mülk-i âdemMünkîrine mahz-ı mâtem mü’minine s...
Yazar: Vedat Ali TOK
Cemi’-i enbiyâlardanMuhammed cümlenin şâhıYüzü nurundan almışlarFelekler şems ile mâhıYedi kat gökleri geçtiKadem arş üstüne bastıErişdi kâbe kavseyneTavâf eyledi dergâhıAnın seyr ü sülûkundanMelekler...
Yazar: Vedat Ali TOK
Yahyâ Nazîm (1651-1727)Reh-i aşkında bî-sabr ü şekîbim yâ RasûlallahSeni her kim severse ben rakîbim yâ RasûlallahKabul eyle civâr-ı izzetinde çekmeyim gurbetBilirsin kendi şehrimde garîbim yâ Rasûlal...
Yazar: Vedat Ali TOK
Şeyyâd Hamza (13. yüzyılın sonu?-14. yüzyılın ikinci yarısı?)Senün aşkun kamu derde devâdur yâ RasûlallahSenün katunda hâcetler revâdur yâ RasûlallahSenün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlarN...
Yazar: Vedat Ali TOK