Osmanlı’nın En Kolay Zaferi: Şebeş
Osmanlı-Avusturya ilişkileri her iki devletin de tarihine damgasını vurmuş ve geleceğini belirlemiştir. Osmanlı, Avusturya’ya etkisi yüzyıllarca sürecek olan büyük bir korku ve endişe yaşatmış, tarihinde, toplum ve kültür hayatında silinmez izler bırakmıştır. Buna karşılık Avusturya da, 17. yüzyılın sonlarından itibaren maruz bıraktığı askeri yenilgilerle Osmanlı tarihinde büyük değişimler ve kırılmalar yaşatmıştır. Tarihimize, Gerileme Dönemi, Felaket Seneleri ve Lale Devri olarak geçen zaman dilimlerinin oluşumunda temel belirleyicisi rolünü üstlenmiştir. Söz konusu ilişkilerin kilometre taşlarını şöyle özetleyebiliriz:
Osmanlı-Avusturya Savaşları
Kanûnî Sultan Süleyman’ın 1526 yılında gerçekleştirdiği Mohaç Meydan Muharebesi ve hemen arkasından 1529’da vuku bulan I. Viyana Kuşatması’ndan başlayarak Osmanlı’nın Avusturya ile olan ilişkileri önem kazanmış ve askeri seferlerin ve dış politikanın vazgeçilmez esaslarından biri hâline gelmiştir. Avusturya Arşüdükü Ferdinand, Osmanlı’nın hem (veraset iddiasında bulunduğu) Macaristan hem de kendi ülkesindeki hâkimiyetini, ağabeyi Kutsal Roma Cermen İmparatoru V. Şarlken ile birlikte kırmaya çalışsa da, buna muvaffak olamamıştır. Osmanlı, 1533’de imzaladığı İstanbul Antlaşması ile Avusturya’ya karşı açık üstünlüğünü ve kudretini kabul ettirmiş; dahası Arşüdük Ferdinand’ı protokol bakımından ancak Sadrazamına denk saydırmıştır.
Sultan III. Mehmed zamanında kazanılan 1596’daki Haçova Meydan Muharebesi (Hırka-i Saadet Zaferi) ve 1603’teki tarihimizin en şanlı savunma zaferlerinden olan, Tiryaki Hasan Paşa’nın kazandığı Kanije Zaferi, Avusturya üzerindeki kudret ve azametimizin son altın halkalarından olmuştur. Bu süreçte gerçekleşen 1606 Zitvatoruk Antlaşması’ndan itibaren üstünlük ve dengeler Avusturya lehine bozulmaya başlamıştır. 1683 yılında IV. Mehmed zamanında gerçekleşen II. Viyana Kuşatması’nın -Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve komuta kademesinin sebep olduğu bir dizi stratejik hatalar, askerî ihtilaflar ve talihsiz gelişmelerden ötürü- bozgunla sonuçlanması, Osmanlı-Avusturya ilişkilerinde köklü bir kırılmaya yol açmıştır.
Bu hazin gelişme, Osmanlı’ya telafisi ve tamiri mümkün olmayan ağır bedellere ve hasarlara mâl olmuştur. Bize karşı tabir yerindeyse şaha kalkan Avusturya; Lehistan, Venedik, Rusya ve Malta ile ittifak kurarak, 16 yıl süren Kutsal İttifak Savaşlarında Osmanlı’nın üst üste ağır (özellikle 1697’deki Zenta) yenilgiler almasına sebebiyet vermiş ve tarihimize Felaket Seneleri olarak geçen bir dönem yaşatmıştır. Felaket Senelerinin finali, 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile gerçekleşmiş ve Osmanlı, tarihinde ilk defa ağır toprak kaybına uğramıştır. Bunun sonucunda da doğal olarak Osmanlı gerileme dönemine girmiştir.
Yeni Dönemde Şebeş Savaşı
Osmanlı, yeni dönemde (bilhassa 1718’de Avusturya ile imzaladığı Pasarofça Antlaşması’na değin) kaybettiği toprakları geri kazanmak ve elindeki toprakları korumak için olağanüstü çaba göstermiştir. Avusturya’ya karşı zaman zaman da olsa başarılar elde etmiş, eski kudretli zamanlardaki zaferleri andıran savaşlar kazanmıştır. Bunlardan biri de Şebeş Savaşı’dır.
1788 yılı Eylül ayında gerçekleşen savaş, yalnızca Osmanlı ve Avusturya tarihinin değil, dünya tarihinin de en ilginç savaşlarından birisi olarak kayıtlara geçmiştir. Zira Osmanlı Ordusu, Avusturya kuvvetleriyle hiç karşılaşmadan ve tek bir zayiat vermeden, tarihinin en kolay zaferlerinden birini kazanmıştır.
İşte bu ilginç savaşın hayret verici ayrıntıları ve merak uyandıran içyüzü:
Avusturya Ordusu İz Sürerken
Tarihler 1788’i gösterdiğinde Osmanlı-Avusturya Savaşı bütün şiddetiyle sürmekteydi. Osmanlı Devleti’nin tahtında Sultan I. Abdülhamid Han oturuyordu. Padişah, Sadrazam Koca Yusuf Paşa’ya harekete geçmesi için emir verdi. Serdarı Ekrem Yusuf Paşa da ordusuyla beraber Sofya’dan ilerlemeye başladı.
Serasker Kethüda Hasan Paşa serdarı ekremden aldığı takviye kuvvetlerle, 30 Ağustos 1788’de Avusturya İmparatoru II. Joseph’in 130 bin kişilik kuvvetiyle Tameşvar eyaletindeki (Romanya sınırlarındaki) Mehadiye yakınlarında karşı karşıya geldi. Osmanlı kuvvetleri kesin bir galibiyet kazandı. Elli bin kadar kadın ve çocuk esir alındı. Avusturya imparatoru ve ordusu, Şebeş’e zor sığındı.
Mehadiye’deki bozgundan sonra Şebeş Boğazı’nda, 80 ila 100 bin civarındaki asker ve 500 top ile mevzilenen II. Joseph, Eylül ayında yeni bir muharebeye daha hazırlandı. Karanşebeş Kasabası yakınlarında kamp kurdu. Avusturya Ordusunun hafif süvari birliği olan “Hussar Birliği’’, keşif yapıp Osmanlı askerlerini bulmak ve istihbarat toplamak için Timiş Nehri’nin karşı yakasına geçti. Ancak Osmanlı kuvvetlerine ait hiçbir ize rastlamadı.
Türk Sanıp Birbirini Vuran Avusturyalılar
Bu sırada Hussar Birliği, Eflak köylüsü bir çingene kervanıyla karşılaştı. Çingeneler, yanlarındaki bir araba dolusu içkiyi askerlere sattılar. Süvari birliği kampa geri dönmedi ve bulundukları yerde dinlenip içki partisi düzenlemeyi tercih etti. Sonradan nehri geçen bir piyade kolu, süvari birliğinin içki partisine katılmak ve içkiyi paylaşmak istedi.
Fakat Hussar askerleri teklifi kabul etmedi ve aralarında anlaşmazlık çıktı. İçkinin de etkisiyle anlaşmazlık kavgaya dönüştü, silahlar patladı. Çatışma sürerken piyadeler, Hussar Birliğini korkutup kaçırmak amacıyla “Turciii! Turciii!” (Türkler! Türkler!) diye bağırdılar. Hussar askerleri kaçmaya başlayınca, bunu gören diğer askerler de aynı yola saptı.
Akşam karanlığında ordunun önemli bir kısmının ana karargâha doğru dörtnala geldiğini gören bir birlik kumandanı, Osmanlı akıncılarının saldırısına uğradıklarını zannederek topçulara ateş emri verdi. Silah seslerini duyan diğer birlikler, Türklerin baskın yaptığını düşündü ve herkesin kafası karıştı. İki birlik arasında çıkan çatışma, kısa sürede ordunun tamamına sıçradı.
Askerler farklı etnik kökenlere mensup oldukları için birbirlerine dertlerini anlatamadılar ve çatışma büyüyerek devam etti. Durumu düzeltmeye çalışan Avusturyalı subaylar, “Halt! Halt!/Durun! Durun!” diye bağırdılar; fakat Almanca bilmeyen askerler bu sözleri “Allah! Allah!” diye anlayınca, işler daha da kötüleşti. Askerler her gördüğü farklı dil konuşan birliği, Türk sanarak saldırıya geçtiler. Birlikler her gördüğü gölgeyi Osmanlı askeri zannedip, “Osmanlılar geliyor!” nidalarıyla kendi birliklerine ateş ettiler.
Avusturya Ordusunda yaşanan panik ve korkuda, imparatorun casuslarının Osmanlı ordusunun çok kalabalık (400 bin kadar) olduğu, üç taraftan sarıldıkları, Türklerin yaptığı zafer şenliğinden büyük bir yardım aldıkları ve gerçekleştirecekleri taarruzu durdurmanın imkânsız olduğunu sanmalarının meydana getirdiği moral ve maneviyat çöküntüsünün etkisi de fazla olmuştu.
Ava Giderken Kendini Avlamak!
Meydana gelen kargaşa neticesinde koskoca Avusturya Ordusu büyük bir bozguna uğradı. Ordunun önemli bir kısmı telef oldu, kalanlar canlarını zor kurtardılar. Ava giderken avlandılar, daha doğrusu birbirlerini avladılar. İmparator II. Joseph bile canını zor kurtardı. Küçük bir çaydan geçerken atından düşüp sakatlandı.
İki gün sonra olay yerine gelen Osmanlı Ordusu, düşman tarafının verdiği 10 bin kadar ölü ve yaralı Avusturya askeriyle karşılaştı. Osmanlı Ordusu daha savaş alanına gelmeden, herhangi bir çarpışma yaşamadan ve tek bir askerin burnu dahi kanamadan büyük bir zafer kazandı. Şebeş kolayca fethedildi. Ahmed Cevdet Paşa’nın ifadesiyle “Bu bir inayet-i ilahiye (ilahi yardım), umulmayan bir mevhibedir (bağış, hediye).”
Böylece Avusturya ordusu kendi kendini mağlup etmiş oldu. Şebeş ve Yergöğü civarında elde ettiği zaferler neticesinde Osmanlı Ordusu, ilaveten bin kadar daha esir aldı.
Kaynakça:
Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C.2, İstanbul, 1983.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.4/K.1, Ankara, 1988.
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.4, İstanbul, 1948.
Kemal Beydilli, Büyük Friedrich ve Osmanlılar: 18. Yüzyılda Osmanlı-Prusya Münasebetleri, İstanbul
İsmail ÇOLAK
YazarSahâbeden Zübeyir b. Avvam (r.a.)… O’nun Medine’de muhteşem bir hurma bahçesi vardır. Ensar’dan olan bahçe komşusu ile su yüzünden aralarında anlaşmazlık çıkar. Sorunun dinî açıdan çözümü için meseley...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Siyonistlerin, Osmanlı’yı inkıraza uğratma ve Filistin’de Siyon devletini inşâ etme projesinin hayata geçmesi açısından patlak veren Birinci Dünya Harbi, en elverişli ortam ve altın bir fırsat mesabes...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Müderris Gözlüklü Hafız Ali Efendi, İzmir’in işgali sırasında, bir taraftan Faik Paşa Medresesi’nde talebe okuturken, bir taraftan da Eşrefpaşa semtinde gönüllü bir askeri birlik oluşturmuştu. Bu kuvv...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Sultan II. Mahmud’un, kızları içerisinde en uzun ömürlü olanıdır. 23 Mayıs 1826’da II. Mahmud’un ikbâli Zer-nigâr Hanım’dan dünyaya gelmiştir. “Doğruluğu gösteren” anlamına gelen ismini, babası II. Ma...
Yazar: İsmail ÇOLAK