Anadolu’yu Mayalayan Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri
Mürşidinin vefatından sonra Hacı Bayram-ı Velî Ankara’ya yerleşip ilmî ve tasavvufî faaliyetlerine devam etti. Etrafına ümmî halktan insanlar toplandığı gibi Akşemseddin, Germiyenoğlu Şeyhi, Eşrefoğlu Rumî, Ahmed Bican ve Yazıcıoğlu Muhammed gibi âlim ve arif zatlar da etrafında halkalar oluşturdular. Çeşitli kültür seviyelerindeki insanları bir araya getirmesi ve onları aynı pota içinde eritmeyi başarması onun olgunluktaki derecesine delalet etmekteydi.[1]
Hacı Bayram-ı Velî dergâhını bugünkü Ulus semtindeki tarihî Ogüst Mabedi’nin bitişiğine kurdu.[2] Dergâhı kısa zamanda bir çekim merkezi hâline geldi. Bayramîlik bilhassa Ankara ve çevresinde hızla yayıldı. Tabiri caizse Anadolu onların nuruyla mayalandı.
Bu dergâha gelenler elinin emeğiyle geçinmeye teşvik ediliyor, onlara dünya metaına tenezzül etmeme eğitimi veriliyordu. Dünyadan el etek çekme gibi bir anlayış kesinlikle söz konusu değildi. Bilakis talebeler dünyayı imar etmeye, tarımla ve el sanatlarıyla uğraşmaya yönlendirilirdi.[3]
Zaten tasavvuf yolunda elinin emeğiyle geçinmeyenlere, bir asalak gibi başkasının sırtından geçinenlere hoş bakılmazdı. Bu yolun öncüleri de elinin emeği ile geçinirdi. Tarihteki hemen her gerçek sufinin bir mesleği vardı. Mesela Ebu Ali Sindî demircilik yaparak, Ali Hemedanî takke örüp satarak, Emir Sultan zengin çocuklarına özel dersler vererek, Hacı Bayram tarlada çalışarak, Akşemseddin doktorluk yaparak geçinirdi.[4]
Fitne Ateşi
Hacı Bayram-ı Velî nefsini dizginledikçe çekim gücü artmış, çekim gücü arttıkça da etrafındaki halkalar genişlemişti. Belirli büyüklüğe ulaşan dinî yapıların siyasî otorite açısından bir tehdit olarak algılanması o yıllarda yeni bir durum değildi.
Birtakım kötü niyetli devlet adamlarının da kışkırtması neticesinde dönemin padişahı II. Murad kısa süreli de olsa Bayramîlerin varlığından tedirgin oldu. Onun da kendine göre haklı tecrübeleri vardı. Meselenin iç yüzünü anlamak maksadıyla Hacı Bayram-ı Velî’yi Edirne’ye huzura çağırdı.[5]
Bunun üzerine Hacı Bayram-ı Velî görevli çavuşla beraber Edirne’ye doğru yola çıktı. Görüntüde zoraki bir yolculuk gibi görünüyordu ama kim bilir bu seyahat nice hayırlara vesile olacaktı. Zira Balıkesirli Şeyh Lütfullah, Yazıcıoğlu Mehmed ve kardeşi Ahmed Bîcan gibi kıymetli zatlar bu seyahat esnasında Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap etmişlerdi.
Rivayete göre Hacı Bayram-ı Velî’ye bir devlet adamı bu seyahat esnasında zehirli bir içecek ikram etmiş fakat Hacı Bayram-ı Velî; “Bunu biz içelim zararı sahibine olsun.” demiş ve biraz sonra onu ikram eden devlet adamı ölmüştü.
Hacı Bayram, Edirne’ye ulaştığında kendisini tanıyanlar tarafından hürmetle karşılandı. II. Murad ise daha onu görür görmez ondan etkilenmiş ve kalbi onun bir bakışıyla yumuşamıştı. Adeta onun manyetik etki alanına girmiş ve Allah’ın izniyle artık Hacı Bayram-ı Velî hakkında hiçbir şüphesi kalmamıştı. Tanıştığı ilk anlardan itibaren padişahın güvenini kazanan Hacı Bayram-ı Velî kısa bir süre sonra sarayda padişaha ve devlet adamlarına sohbet vermeye başlamıştı.[6]
Hatta bir seferinde Eski Camii’de padişaha ve saray erkânına verdiği vaazda şu hadis-i şerifi hatırlatmıştı: “Adalet güzeldir ama emirlerde olursa daha güzeldir. Cömertlik güzeldir ama zenginlerde olursa daha güzeldir. Sabır güzeldir ama kuvvetlide olursa daha güzeldir. Tevbe etmek güzeldir ama gençlerde olursa daha güzeldir. Utanmak güzeldir ama kadınlarda olursa daha güzeldir.”
Padişahın ona olan güveni o dereceye ulaşacaktı ki 1423 yılının ilk aylarında kardeşi II. Mustafa’ya karşı düzenlediği Germiyen Seferi sırasında Hacı Bayram-ı Velî’yle görüşecek ve ona vezirlik teklifinde bulunacaktı. Hacı Bayram-ı Velî bu teklifi kesin bir dille reddedecekti.[7]
Şems ve Mevlâna
II. Murad’la Hacı Bayram-ı Velî’nin ilk görüşmelerinde, aralarında güzel bir muhabbet ortamı oluştu. Manevî güzelliklerden, ilahi sırlardan, evliyalardan nice sohbetler açıldı. Derken konu Şems ve Mevlâna’ya geldi. II. Murad, Hacı Bayram-ı Velî’ye bazı sorular sordu. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:
- Mevlâna, Şems-i Tebrizî’nin müridi mi yoksa mürşidi miydi?
- Şems-i Tebrizî ve Mevlâna birbirini tamamlayan ve yine birbirinden feyiz ve ışık alan iki irfan hazinesiydi. Şu hususu iyi bilmek gerekir ki Mevlâna da Şems de aşk ve hakikatle dolu madde ve mana âleminin sırlarına ermiş üstün vasıflı birer Allah velisiydi.
- Mevlâna’nın musiki eşliğinde sema yapmasının sebeb-i hikmeti neydi?
- Bu soru Mevlâna’ya sorulduğunda Mevlâna’nın cevabı şu olmuştu; Allahu Teâlâ’ya giden birçok yollar vardır. Ben ise bu yolu seçmiş bulunuyorum.[8]
II. Murad’ın Hacı Bayram-ı Velî’ye, Şems ve Mevlâna ilgili sorular sorması onun tasavvufa ilgi, sufilere ise saygı duyduğunun göstergesiydi. Bu tavrı aralarındaki dostluğun kuvvetlenmesinde önemli bir etken oldu.
Neticede fitnecilerin çabaları boşa gitmiş, her şey gün gibi ortaya çıkmıştı. Bu maneviyat sultanının yalnızca Allah’ın rızasını aradığını, gizli bir gündeminin olmadığını anlayan II. Murad bu güzel insanın hayır dualarını alarak onu Ankara’ya yolcu etti.
Fetih Müjdesi
1429 yılında Emir Sultan vefat etmiş ve cenaze namazını da Hacı Bayram-ı Velî’nin kıldırmasını vasiyet etmişti. Zira onunla tanışıklığı eskilere dayanıyordu. Rahmetli hocası Somuncu Baba ile Bursa’dayken Emir Sultan ile birçok kereler görüşmüşlerdi.
Hacı Bayram-ı Velî, vasiyet olunduğu üzere Bursa’da Emir Sultan’ın cenaze namazını kıldırdı. Yine bir davet üzerine oradan Edirne’ye geçti. II. Murad bu gönül sultanını bir kez daha görmekten dolayı çok mutlu oldu.
Her kahraman Osmanlı padişahı gibi II. Murad’ın da bir hayali, bir rüyası vardı. Efendiler Efendisi’nin fethini müjdelediği İstanbul’u fethetmek ve onun müjdesine nail olmak istiyordu. Fakat fetih acaba ona nasip olacak mıydı? Bu konu aylardır aklından çıkmıyordu.
Bu meseleyi Hacı Bayram-ı Velî’yle konuşmaya karar verdi. Konuya şöyle girdi: “Velî Hazretleri malumunuz dedem Bâyezîd ve amcam Musa Çelebi İstanbul’u kuşattılar. Dört defa İstanbul’u kuşatmalarına rağmen bir türlü almaya muvaffak olamadılar. Ben dahi ciddi bir şekilde kuşattığım hâlde fethine bir türlü muvaffak olamadım. Bunun sebeb-i hikmeti nedir?”
Hacı Bayram-ı Velî bu sorunun cevabını ağırdan aldı ve araya başka laflar girdi. II. Murad’ın kafasının bu meseleye takıldığını iyi biliyordu fakat ona cevap vermek için bir zuhurat bekliyor olmalıydı.
Bir gün sabah kahvaltısına oturduğu esnada, saray görevlileri bir beşik getirip onu Hacı Bayram-ı Velî ile II. Murad’ın arasına bıraktılar. Hacı Bayram-ı Velî birden beşiğe dönüp baktı ve Fetih Sûresi’nin duyulabilecek bir şekilde okumaya başladı. Az sonra ayağa kalkıp beşikte uyuyan çocuğun yanına gitti. Çocuğun yüzünü açıp baktıktan sonra sessizce bir dua okudu.
Çocuğun yanından ayrılırken de ne olduğu anlaşılmayan bazı sözler mırıldandı. O esnada II. Murad cevap alamadığı soruyu bir kez daha sordu; “Velî Hazretleri İstanbul’u almaya ben muvaffak olacak mıyım?”
Hacı Bayram-ı Velî cevap verme vaktinin geldiğini düşünerek şöyle söyledi: “Padişah’ım sana İstanbul’u almak nasip değildir. Ben dahi bu fethi göremeyeceğim. Fakat Efendimiz (s.a.v.)’in hadisinde belirtildiği gibi İstanbul mutlaka fetholunacaktır. İnşallah İstanbul’u senin şu beşikte yatan bebeyle, yanımızda oturan Akşemseddin alacaktır. Feth-i mübin bu ikisine nasip olacaktır.”[9]
Bu görüşmeden bir yıl sonra 1430 tarihinde Ankara’da vefat eden Hacı Bayram-ı Velî, kendi adını taşıyan caminin avlusuna defnedildi. Tesiri vefatından sonra da devam etti. Nice gönül ehli o dergâhtan feyiz aldı. Anadolu’yu öyle mayalamıştı ki ardından nice ahiler, nice şeyhler, nice dervişler, nice alperenler ve nice mücahitler yetişti. Onların hepsinde onun izi vardı.
[1] Cebecioğlu, Edhem, Hacı Bayram-ı Veli, Ankara, 1994, s. 33.
[2] Özköse, Kadir, Hacı Bayram-ı Veli ve Yaşadığı Döneme Tesiri, Tasavvuf, Yıl 5, sayı 12, Haziran 2004, s. 23.
[3] Özköse, a.g.m., s. 60.
[4] Cebecioğlu, a.g.e., s. 20.
[5] Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmud Hüdayi, İstanbul, 1990, s. 170.
[6] Cebecioğlu, a.g.e., s. 26.
[7] Özköse, a.g.m., s. 69.
[8] Altınok, Baki Yaşa, Hacı Bayram-ı Veli- Bayramilik- Melamiler ve Melamilik, Ankara, 1995, s. 55, 56.
[9] Altınok, a.g.e., s. 77,78.
Aydın BAŞAR
YazarEcdadımızın velilere göstermiş olduğu sevgi ve hürmetin en güzel misallerinden birisi de Osmanlı padişahlarımızın velilerle olan münasebetleridir. Tarihî kayıtlar Osmanlı padişahlarımızın tasavvuf ehl...
Yazar: Aydın BAŞAR
Bir gece Göynük‘te kaldıktan sonra, Akşemseddin Hazretleri’ni son bir kere daha ziyaret edip, son güllü dondurmalarımızı da yedikten sonra Göynük’ten ayrıldık. Her zamanki gibi nereye g...
Yazar: Aydın BAŞAR
Özgeçmiş: 1945 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Sivas’ta, yükseköğrenimini İstanbul’da Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde yaptı (1969). Kısa bir dönem Ba...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
İkamet alanları, üzerinde yaşayan toplulukların arketipidir. Mekânlar, binalar, çeşmeler, ibadethaneler, mesire alanları, oyun alanları, gösteri alanları, fabrikalar, atölyeler, okullar, hastaneler, p...
Yazar: Selçuk ALKAN