GÜZ GÜNLÜĞÜ
Güzel bir mevsimin güzden çok yaz kokan yanıdır eylül.
Dokunduğum y'anı hatıra.
D’okunamadığım yanı şiir oldu.
Elinde sarı kahverengi arası çay ikram eder edasıyla gelir
eylül.
Öylece duruverir izler doğayı. Yudumladıkça çayını doğa biz
olur, biz onca oluruz.
Öyle sessiz öyle sakin ve öyle yavaş yudumlar ki, sindire
sindire yeşilin tonu kayar bir bir sarı, kahverengi, turuncuya biz farkına
varamadan…
Sonbahar işte adı… Sessiz sedasız gelen en çok da açık sarı
ikramıyla, açık sarı çayındaki duruluğu endamıyla…
Bardağın sıcaklığını kaybettirmeden, soğuduğunu
hissettirmeden avuçlara bıraktığı güzün heyecanına vara vara bürünür,
büründürür doğayı. Sonra kıskanırlar yeşil yapraklar turuncuya bakıra bürünen
dostlarını.
Onlar tek tek düşüvermiş olsalar da toprakla buluşmanın
toprakla kucaklaşmanın sevinci içindedirler.
Hasretin bittiği âlem-i ervahın kapısında “Yaratan’a
görevimizi yaptık.” demenin mutmainliği içindedirler.
Ve sonra yeşile dair sadakat turuncuya sarıya döner, özlemin
rengidir sarı.
Yârini özleyen sararır solar, titrer dalında. Bir güz
masalında titrer yapraklarda, sararıp solarak.
Özlem derindir sararmamak ne çare…
Sıla değil midir zaten dünya… Ve hasret!
İnce ince geçerken sırat köprüsünden sorgunun bilinciyle
önce kendini sorgular.
Dal incindi mi benden?
Kuş incindi mi?
Böcek çiçek incindi mi?
Neşe sürür oldum mu doğaya?
Yemişleri meyveleri korudum mu?
Tırtıl arı çekirge razı mıydı benden?
Yüzünde bir tebessüm oluşur sonra, aç kalan çekirgeyi yanını
yöresini nasıl hibe etmişti.
Bilir o sorgu kolay geçecektir, razıdır mahlûkat, razıdır
ait olduğu toprak.
Vuslata az kalmıştır titriyor, sallanıyor, özlüyor,
özleniyor.
Güneş göz kırparken aralardan ruhunun ısındığını avuçları
üşüse de ruhunun ısındığını hisseder.
Bir rüzgâr okşamasıyla ayrılı verilir aylarca oturduğu
evinden.
O bilir gerçek evinin orası olmadığını gerçek mekâna gidişin
özgürlüğüne bırakır, rüzgârın derin kollarına bırakır kendini. Uçuşmakta ne
güzeldir, narince rüzgârla el ele.
Kendini dizginlemeye çalışan rüzgâr yaprakların lunaparkı
olur bilmeden. Uçurur da uçurur. Sonra yaprak bir kelebek gibi konduğu toprağı
öper de öper.
Kucaklaşırlar iyiden iyi, sonra ne olur bilinmez. Geçen güz
ayaklarımın altında gülümserken gördüm çınar yapraklarını şarkı söylüyorlardı
her ayağımı dokundurduğumda.
Nilüfer Z. AKTAŞ
YazarKısık sesle içimizden düşünmekti hayaller… Ve o hayallere yürüdükçe insan! İnsan olduğunun, üreten olduğunun farkına varacaktı.İşte o hayallerin sahiplerindendi Mehmet Akif Ersoy. “Bir Âsım nesli” diy...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Sıcacık pişmiş bir tencere yemek gibidir aile. Pişene kadar biraz ateş, biraz har gerekir. Emek kısmıdır bu. Sabır kısmıdır…Pişirme emeği karşılandıktan sonra sıcaklık ayarı mühimdir elbet. Çok kısmam...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Tüm elbiseler dünyayı hatırlatıyorİğretiO da faniliği...Bir cenaze merasiminden birkaç gün sonra merhumeye ait eşyalar, elbiseler toplanırken yazmıştım bu dizeleri.Sandığından çıkan nerdeyse iki yüz y...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Yunanistan askeri olmak istemeyince yurda gelmiş. Henüz vatandaşı olamadığı yurdun vatan mücadelesini veren gazeteci-foto muhabirinin adı Mustafa Cambaz…Yaşantısı, yüce gönüllü insanların varlığını gö...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ