ÖRGÜSÜNÜ BOZUP DURAN KADIN
Hayat düsturumuz Kur’ân, verilen sözlerin yerine getirilmesini
anlatırken ipliğini eğirip ören ve örgüsünü bozan bir kadından bahseder:
“Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini
yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak sağlama bağladığınız yeminleri
bozmayın. Allah yaptıklarınızı şüphesiz bilir. Bir ümmetin diğerinden daha çok
olmasından ötürü aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğirip katladıktan
sonra bozan kadın gibi olmayın. Allah onunla sizi dener. And olsun ki, ayrılığa
düştüğünüz şeyleri size kıyâmet günü açıklar.”[1]
Âyette örnek verilen kadın, Mekke'de yaşamış olan ahmak bir
kadındır. Her ne eğirip bükse kuvvetle büktükten sonra onu
bozardı. Sabahtan akşama ve akşamdan sabaha kadar eğirip büktüğü ipler ve
o iplerle ördükleri hep boşa giderdi. Yüce Allah, ahâli tarafından bilinen bu
kadını örnek göstererek Allah’ın adını anarak yahut güzel sözlerle karşılıklı
yapılan yemin, anlaşma, taahhütlerin bozulmamasını istemektedir. Allah’ı kefil göstererek pekiştirdiğiniz
yeminleri bozmayın. İpliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadın
gibi olmayın. Bir tarafta tekrar tekrar Allah
adına söz veren, yemin eden sonra da sözünü tutmayan ve yeminini bozan kimse.
Diğer tarafta eline aldığı ipliği iyice eğirip büken, sonra onu örgü yapan,
ardından da bütün bu yaptıklarını bozan kadın. Her ikisi de özenle ve emekle
bir işe yeltenmişler, ama işin sonunu getirememişler, yaptıklarının hayrını
görememişler. İnsanlar, büyük emeklerle yaptığı işi bozan, sonra tekrar aynı
işi yapmaya başlayan, sonra tekrar bozan ve bunu, gün boyu devam ettiren
kimseye ahmak derler, onun yaptığını yadırgarlar, onun durumuna düşmek
istemezler. İşte bir konuda söz verip, sözünü yeminlerle pekiştirdiği halde
sözünü tutmayan; yeminini bozan, va’dinden cayan kimsenin durumu da tıpkı buna
benzemektedir.
Rivâyet olunduğuna göre
Mekke'de, Amr b. Ka'b b. Sa'd b. Teym b. Murre kızı Rayta diye bilinen ahmak
bir kadın vardı. Ve bu kadın, hep bu şekilde yapar, ipini eğirir, örer,
ardından onu söküp bozardı. İşte bu benzetme onadır.[2] Kaynaklarda bu
kadının variyetli bir aileye mensup olduğu ve evlilik çağı geldiği hâlde
evlenemediği, sonra ilerleyen yaşında kendinden küçük bir delikanlıyla
evlendiği, gencin onun malını elinden alıp ortada bıraktığı, bütün bu acılarla
kadının aklını yitirdiği, çaresizlik içerisinde sürekli ip büküp örgü yapıp
sonra da onu bozduğu anlatılır. Kur’ân, bu çarpıcı misâliyle bizlere kalıcı bir
ders vermektedir: Kime karşı olursa olsun, verdiğiniz sözleri tutun;
tutamayacağınız sözleri vermeyin. Allah adına planlayıp kurduğunuz şeyleri,
şeytan ve bâtıl adına yıkmayın, boşa götürmeyin.
Şu sınav dünyasında hemcinsleriyle birlikte yaşamak zorunda olan
insanın başkalarına ihtiyacı vardır. Onlarla alış veriş yapmaya, konuşup
dertleşmeye, yardımlaşmaya ihtiyacı vardır. Bu süreçte insan, birilerine söz
verir, güvence verir, va’dlerde bulunur, kefil olur, vekil-vasî olur. Bütün bu
durumlarda insanın, tutarlı olması, sözünde durması, va’dini yerine getirmesi,
insanlığının gereğidir. İnsanın yapması muhtemel sözleşmeleri üç grupta
değerlendirebiliriz:
1. Allah ile insanın yaptığı sözleşmeler: Yüce Allah’a karşı verdiğimiz sözler bu gruptadır. Ruhlar âleminde, Elest Bezm’inde verdiğimiz söz başta olmak üzere, her kelime-i tevhîdi söylediğimizde verdiğimiz sözler. O’nu yegâne Rab kabul edip O’na bağlı kalacağımıza, O’nun ölçüleri doğrultusunda hareket edeceğimize dair verdiğimiz sözler, öncelikle yerine getirilmesi gereken kulluk taahhüdleridir. Dolayısıyla “Müslümanım, elhamdülillah!” diyerek İslâm dairesine girmiş olan bir kimse, Yüce Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacağına, günde beş vakit namaz kılacağına, variyetli ise zekâtını vereceğine, Ramazan orucunu tutacağına, gücü yettiğinde hac ibâdetini yapacağına söz vermiş olur. Yine o, yeri geldiğinde Allah yolunda cihâd edeceğine, hayatı boyunca yiyecek-içecek-giyecek-evlilik-inaslara ve varlıklara karşı davranışlar gibi konularda helal-haram ölçülerine riâyet edeceğini, vefâtında mîrâsının Rabb’inin belirlediği ölçülere göre paylaşılacağını taahhüt etmiş olmaktadır. “Şu işim olursa, Allah için şu ibâdeti yapmak boynuma borç olsun.” şeklindeki adaklar da Rabb’imize karşı verdiğimiz sözler cümlesindendir.
Allah adına Yüce Allah’a ve yine
O’nun adını anarak insanlara verilen sözler, Allah’ın ahdi/ahdüllah olarak isimlendirilmiş olup önemine ve
yerine getirilmesinin gereğine dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e
sağlığında yapılan bey’atler, vefâtından sonra ona getirilen salavât
cümleleriyle, izinde gideceği/yolunda olacağına dair verilen sözler de Allah’ın
ahdinin içerisindedir.
2.
Allah adına
insanlarla yapılan sözleşmeler: Alışverişte,
ziyâretleşmelerde ve diğer insânî ilişkilerde “yapacağım”, “edeceğim”, “geleceğim”, “vereceğim”, “getireceğim”, “ödeyeceğim”
ve benzeri şekillerde verdiğimiz sözler yerine getirilmesi gereken
sözlerdir.
3.
Allah adı
anılmadan yapılan sözleşmeler: Müslümanların
dışındaki kimselerle olan insânî ilişkilerde karşılıklı verilen sözler, velevki
Allah adı anılmadan yapılmış olsun yerine getirilmelidir. Müslüman için söz
senettir; bu sözün, Müslümana yahut Müslüman olmayana verilmesi arasında fark
yoktur.
Müslüman, vefâ insanıdır; ahdine vefâ göstermeli, verdiği sözü
tutmalıdır. Söz verirken, yapamayacağı şeyleri va’detmemeli; söz verdiği zaman
da sözünü eri olmalıdır. Yeryüzündeki anlaşmazlıklar ve bozgunculukların temel
sebebi vefâsızlık, sözünde durmamak, va’d ettiğini yerine getirmemek, sözünden
ve va’dinden caymaktır. Müslüman, aile içerisinde aile fertlerine; günlük
hayatta kendi arkadaşına; sosyal ve siyasal hayatta başkalarına verdiği sözü ne
pahasına olursa olsun tutan kimsedir. Kur’ân-ı Kerim’de pek çok âyet bu konuya
dikkatlerimizi çeker:
"Ey inananlar! Akidleri yerine
getirin.”[3]
“Size verdiğim nimeti hatırlayın ve
ahdimi yerine getirin ki, Ben de yerine getireyim; yalnızca Benden korkun.”[4]
“Hayır, öyle değil; ahdini yerine getiren
ve günahtan sakınan bilsin ki, Allah sakınanları şüphesiz sever. Allah'ın
ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenlerin, işte onların, âhirette bir
payları yoktur. Allah onlara kıyâmet günü hitap etmeyecek, onlara bakmayacak,
onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azap onlar içindir.”[5]
“Verdiği bu sözden dönen, ancak kendi
aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük ecir
verecektir.”[6]
Kur’ân, Yahudilerin putperest Araplara verdikleri sözü, onları
dinlerinden dolayı hakir görerek yerine getirmediklerini ve bunda da bir
sakınca görmediklerini anlatarak kınar:
“Kitap ehli arasında kantarla emânet
bıraksan onu sana ödeyen ve bir lira emânet etsen, tepesine dikilmedikçe onu
sana ödemeyen vardır. Bu, onların: ‘Kitapsızlara karşı üzerimize bir sorumluluk
yoktur.’ demelerindendir. Onlar bile bile Allah'a karşı yalan
söylemektedirler.”[7]
Kur’ân’ın bütün bu anlatımları, kime karşı olursa olsun verilen
sözün yerine getirilmesinin gereğini ortaya koyar. İslâm tarihindeki şu çarpıcı
örnek bu hususu en güzel şekilde açıklar: Hz. Muâviye ile Rum kralı arasında
bir süreli anlaşma vardı. Sürenin sonuna doğru Muâviye onlara doğru yürüdü.
Sürenin bitiminde onların ülkelerine yakın olacak ve onlar gâfil iken, hissettirmeksizin
onlara hücum edecekti. Amr b. Abese ona dedi ki: “Allahu Ekber, Allah büyüktür,
ey Muâviye, vefâkârlık var zulüm yok. Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğunu
işittim: ‘Kimin bir kavim ile arasında bir süre (anlaşma süresi) varsa süre
bitinceye kadar bağı aslâ çözmesin.” Bu uyarı üzerine Muâviye orduyu geri
çevirdi ve onu hoşnut etti.[8]
Örgüsünü sürekli bozan kadın misâlinden çıkarabileceğimiz mesajları
şu şekilde özetleyebiliriz:
1.
Müslüman, vefâlı insandır. Verdiği
sözü tutan, tutamayacağı sözü vermeyen kimsedir.
2.
Müslüman, bozucu ve yıkıcı değil;
yapıcı ve onarıcı kimsedir; ifsatçı değil, ıslahçıdır; öldürmek için değil,
yaşatmak için vardır. İslâm, ekili dikili arazilerin bile uzun süreli terk
edilip bırakılmasına izin vermez. Onun için sahipsiz, işlenmeyen araziyi alır,
ekip biçip değerlendirecek kimseye verir. “İhyâ-i mevât” denilen bu uygulama ile
ölü araziler diriltilir ve toplumun hizmetine sunulur.
3.
Müslüman, planlı, programlı kişidir.
Yapacağı hayırlı işin ön hazırlığını yapar, karar verip işe başladıktan sonra
onu yarıda bırakmaz, yapılan işi bozup emekleri boşa götürmez.
4.
Müslüman, Rabb’ine, insanlara ve
diğer varlıklara karşı vazifelerinde Yüce Allah’a karşı sorumludur. O, hep bu
sorumluluk bilinciyle hareket eder. Vakit, eşya, ilim, imkân, makam-mansıp,
itibar gibi nimetlerin kendisinde emânet olduğunu düşünür ve onları aslâ
israf/ziyan etmez. O, hep hayır adamıdır. Hayır düşünür, hayır söyler, hayır
işler. Başladığı hayırlı işlerin de sonunu getirir.
[1]
16/Nahl, 91-92.
[2]
Kurtubî, Tefsîr.
[3]
5/Mâide, 1.
[4]
2/Bakara, 40.
[5]
3/Âl-i İmrân, 76-77.
[6]
48/Fetih, 10.
[7]
3/Âl-i İmrân, 75.
[8]
İbn Kesîr, Tefsîr.
Ali AKPINAR
YazarKarı-koca, sınav dünyasında birbirlerine yardımcı olan, hayırlı işlerinde birbirlerini tamamlayan, birbirlerine destek çıkan iki kahramandır. Karı-kocanın aynı gâye doğrultusunda hareket etmeleri uyum...
Yazar: Ali AKPINAR
Mekke’de Kâbe’ye nâzır bir tepede bir adam çevresindekilere şöyle sesleniyor: “Ey Araplar, gelin dilinizi benden öğrenin!” Bu adam, 1074 tarihinde Türkmenistan’ın Zemahşer/Hârizm kentinde doğmuş Mahmû...
Yazar: Ali AKPINAR
Zaman, Yüce Allah’ın bizlere bahşetmiş olduğu en önemli nimetlerinden biridir. Zaman hem nimet hem emânettir bizde. Zira zamandan bir bölüm verilmemiş olsaydı imtihana çekilmezdik. Bunun için mükellef...
Yazar: Ali AKPINAR
Hicretin altıncı senesinde Peygamberimiz bir grup ashâbıyla birlikte umre yapmak üzere Medîne’den Mekke’ye doğru yola çıktı. Mekke yakınlarında Hudeybiye mevkiine geldiklerinde müşrikler, şehre girmes...
Yazar: Ali AKPINAR