Mürşidi Ziyâret Etmek Gül Yüzünü Görmek
Tasavvuf yolunda yürüyen bir mürid, edeb ve âdâba riâyet ederek mürşidini örnek alır ve şerîata uymayan her türlü fiilden kaçınır. Bu irfânî bilgiyi en güzel şekilde görerek, mürşidinin huzûrunda, iştirâk ettiği sohbetlerde öğrenebilir. Çünkü tasavvuf irfânı yaşanarak, görerek öğrenilir. Allah dostu olan mürşidi ziyâret gerçekten dünya mutluluklarının en büyüğüdür. Pîrân-ı ızâm hazerâtının ziyâretine varmak şifâdır, rahmettir; Cenab-ı Hak ile meşgul olmanın sebeplerindendir.
Bir yandan ahlakını güzelleştiren mürid, hiç kimseye sû-i zan (kötü düşünce) beslemez, kimseyi hakîr görmez. Her iş, hâl ve durumda adâletten ayrılmaz. Mürid, mürşidini imkânlar ölçüsünde en kısa zamanda ziyâret etmeye gayret gösterir, ziyârete gidemeyecek durumda olanlara yardımcı olur, feyz-i Rabbânî’den yararlanmayı bilir. Kendi mürşidinden başkasına meyledip oraya yönelmez, başka yer ve sohbetlere katılmaz, kendi mürşidinin sohbetine devam eder. Mürşidine verdiği ahde göre davranır, benlik duygusunu terbiye etmek için daima tevâzulu olur. Sohbetin, muhabbetin âdâbını öğrenir, ona göre hareket eder.
Mürşidini ziyâret etmeden önce mümkünse gusül abdesti, mümkün değilse de normal abdest alır. Kul olarak önceki yaptığı günahlara pişman olup Allah’a tevbe eder. Ziyâret esnâsında huzurda gönlünü temiz tutmaya çalışır. Büyükler “Âlimin yanında diline, evliyânın yanında kalbine sahip ol.” demişlerdir. Mürşidinin huzûrunda izin verilmedikçe konuşmaz, sükût üzerine oturur. İzin verilse dahi sesini yükseltmeden az konuşur. Mürşidini ziyâret imkânı bulamayan veya bir müddet ziyârete gidemeyen müntesibin gönlü her zaman ziyâret niyetiyle coşar. Onun içindir ki, onu görmeyi, mânevî feyzinden istifâde etmeyi arzular. Hulûsi Efendi Hazretleri bir beytinde şöyle buyurur:
Yâ Rabb eyle dîdârını görmek müyesser yârımın
Hicrân oku bağrım delip gayrı medârım kalmadı
(Yâ Rab! Yârimin yüzünü görmeyi nasip eyle, ayrılık oku bağrımı deldi, artık dayanağım kalmadı.)
Şems ayrıldığında derin bir ızdırâba düşen Mevlânâ, manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu, Sultan Veled’in başkanlığındaki kâfileyle Şam’a, Şems’e gönderir. Sultan Veled, kâfilesiyle Şam’a varır, Şems’i bulur ve babasının davet mektubunu, hediyelerle birlikte, saygıyla Şems’e sunar. Şems, “Muhammedî tavırlı ve ahlaklı Mevlânâ’nın arzusu kâfidir. Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkabilir.” diyerek, Mevlânâ’nın davetine icabet eder. 1247 ‘de, Sultan Veled’in kâfilesiyle, Konya’ya döner.
Şems’in Konya’ya geri gelmesine herkes sevinir. Mevlânâ da hasretin sıkıntılarından kurtulur. Artık Şems’in şerefine ziyâfetler verilir, semâ meclisleri tertip edilir. Fakat huzurla, muhabbetle, dostluk içinde geçen günler pek çok sürmez, dedikodular ve can sıkıcı durumlar yeniden başlar. Şems, o bahtsız dedikoducu topluluğun yine kinle dolduğunu, gönüllerinden sevginin uçup gittiğini, akıllarının nefislerine esir olduğunu anlar ve kendisini ortadan kaldırmaya uğraştıklarını bilir. Sultan Veled’e der ki:
“Gördün ya azgınlıkta yine birleştiler. Doğru yolu göstermekte, bilginlikte eşi olmayan Mevlânâ’nın huzûrundan beni ayırmak, uzaklaştırmak, sonra da sevinmek istiyorlar. Bu sefer öylesine bir gideceğim ki, hiç kimse benim nerede olduğumu bilmeyecek. Aramaktan herkes acze düşecek, kimse benden bir nişan bile bulamayacak. Böylece birçok yıllar geçecek de yine kimse izimin tozunu bile göremeyecek.“
İşte Sultan Veled’e böyle yakınan Şems, 1247-1248 tarihinde Konya’dan ansızın gidip kaybolur. Şems’in kayboluşundan sonra Mevlânâ, herkesten onun haberini sormaktadır. Kim onun hakkında aslı esası olmayan bir haber bile verse ve Şems’i falan yerde gördüm dese, bu müjde için sarığını ve hırkasını vererek şükrânelerde bulunmaktadır. Bir gün bir adam, “Şems’i Şam’da gördüm.” diye haber verir. Mevlânâ buna, tarif edilemeyecek şekilde sevinir ve o adama, üstünde nesi varsa bağışlar. Dostlarından birisi, bu adamın verdiği haber yalandır, o Şems’i görmemiştir, dediğinde Mevlânâ şu cevabı vermiştir.
“Evet, onun verdiği bu yalan haber içinde üstümde neyim varsa verdim. Eğer, doğru haber verseydi, canımı verirdim.”
Sevenin sevdiğini görme arzusunu Şeyh Ebu’l-Hasan Harakânî Hazretleri de şöyle dillendirir:
O dost dediğin, onu görmekle rahatlar göz,
O’nu görmezse, ağlamaktan rahatlamaz göz.
Göz bize, O’nu görmek için lâzımdır,
Eğer dostu görmezse, ne işe yarar göz.
Mazhar Cân-ı Canân Hazretleri, Muhammed Nur Bedeûnî (k.s.)’ye intisâb eder. Onun bu intisap aşaması Makâmât-ı Mazhariyye’de şöyle anlatılır:
“Bir zât bana Seyyid Nûr Muhammed Bedeûnî Hazretleri’nin büyüklüğünden, kemâlâtından bahsetti. Onun üstün vasıflarını işitince gayr-i ihtiyârî kalbim ona tutuldu. Huzûruna erişmek saâdetine kavuşmak arzusu peydâ oldu. Huzûruna gidip o hazretin marifet yağdıran mubârek yüzünü görmekle şereflendim. Dinin emirlerine riâyet eden, sünnet-i seniyyeye uyan, Allahu Teâlâ’nın ahlâkıyla ahlâklanmış bir zât olduğunu gördüm. Mübârek sohbeti kalbe safâ veriyor, cana can katıyordu. İyice anlamıştım ki, arayanlar maksada onun huzûrunda kavuşuyor. Ölmüş kalpler onun huzûrunda dirilip itmi’nâna eriyor. Hakk’a kavuşmak orada müyesser oluyordu. ‘Bana niçin geldiniz?’ buyurdular.
‘İstifâde için geldim.’ diye arz ettim. İstihâresiz talebe kabul etmezler, tarîkatı telkin buyurmazlardı. Fakat Allahu Teâlâ’nın lütuf ve ihsânıyla hiç duraklama göstermeden bu fakire teveccüh buyurdular. Beş latîfem ‘Allah’ ismini zikr etmeye başladı. Bir teveccühle beş latîfenin Allahu Teâlâ’yı zikretmesi sâlikin tecelli-i sıfâta mazhar olması, o büyüklerin husûsiyetlerindendir. Teveccühü bâtınıma öyle tesîr etti ki, kendimi aynada onun sûretinde buldum. Gönlümde ona karşı tam bir muhabbet ve derin bir bağlılık hâsıl oldu.”
Mânevî bir iştiyakla şeyhine meftun olan İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, şeyhi Mustafa Hâkî Efendi’nin Tokat’taki sohbetlerine katılmak için can atar, fırsat buldukça şeyhini ziyârete gider, her ziyâretinde şeyhinin nasîhatlerini can kulağı ile dinler ve şeyhi ile vakit geçirmekten mânevî zevk duyar. Tokat mebusu olarak Osmanlı Meb’ûsân Meclisi’ne katılmak üzere İstanbul’a gidince, İhramcızâde de şeyhine eşlik etmeyi ve İstanbul’a yerleşmeyi düşünür, ancak izin çıkmaz.
Hulûsi Efendi Hazretleri’nin irşad yolunun devam ettirdiği yolun pirlerinden Mustafa Hâkî Efendi’nin İstanbul’a yerleşmesinin ardından İsmail Hakkı Toprak Efendi de Sivas’a dönerek Zara’nın Çarhı Tuzlası’nda memuriyete başlar. Mürşid muhabbetine ayrılık ve hasret de eklenince İstanbul’a gidebilmek için çalıştığı Çarhı Tuzlası İdâresi’nden izin isteğinde bulunur. Sonradan kendisi izin talebini şöyle nakletmiştir:
“Biz kalp hastasıyız. İzin verilmesini ricâ ediyoruz, diye bir dilekçe yazdık. Bu ilk dilekçemiz cevapsız kaldı. Kalp hastalığımız şiddetlendi, âcilen dilekçemin sıraya konulması diye ikinci bir dilekçe daha yazdık ve ardından izin hakkı çıktı.”
Bu şekilde izin alan İsmail Hakkı Efendi, Sivas’tan Samsun’a kadar yayan yürümüş, oradan hayvan nakledilen bir vapurla İstanbul’a giderek hasta olan mürşidini ziyâret eder. Sonradan kendisine bu meşakkatli yolculuğu sorulduğunda; “Ne yoruldum ne de vapurdaki ağır kokudan rahatsız oldum. Bulunduğum yerin kokusu bana hoş geldi.” buyurur.
Mânevî terbiye için sık sık ziyâretine gidilip, sohbetlerinden ve tavsiyelerinden istifade edilen mürşid-i kâmiller, etrâfına ışıklar saçan, sevenlerine kucak açan mânevî önderlerdir. Mürşid ziyâretine gitmenin önemine işaret eden İhramcızâde İsmail Hakkı (k.s.) Efendi, tabii ki bu ziyâret maksadıyla yola çıkıldığında başka bütün niyyetlerin bırakılmasını, yalnızca hâlis bir niyetle Allah rızâsı için mürşidin ziyâretine gidilmesini tavsiye ederlerdi. Bir kez Gürün’den buğday satmak için Sivas’a gelen bir çiftçinin, buğdayı sattıktan sonra, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s.)’yi ziyârete gelmesiyle o kişiye şu soruyu sorarlar: “Gardaşım buraya geliş sebebiniz nedir?” O kişi cevap verir: “Ziyâretinize geldim efendim”. Tekrar İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s.) sorar: “Allah’ını seversen doğru söyle gardaşım, Sivas’a ne için geldiniz.” Bu defa o kişi, buğday satmak için geldiğini, bu arada kendisini de ziyâret ettiğini söyleyince;
“Gardaşım, herkes yolculuğunun niyetince sevap alır.” buyurmuşlardır.
Buradan da anlaşılıyor ki Allah rızâsı için ziyâret maksadı ile yola çıkıldığında niyet edildiği şekilde davranılarak maksûda erişilmektedir. Bir sohbetlerinde İhramcızâde Sivas’tan İstanbul’a mürşidi Mustafa Hâkî Efendi’yi ziyâret için yaptığı başka bir yolculuğunu şöyle nakleder:
“Gardaşlarım, Tokatlı pîrimizi İstanbul’da ziyâret etmek için memur olan arkadaşlarımızdan Hayri Bey’e, “Beraber yolculuk edelim.” dedik. Ancak imkânlar ve şartlar müsait olmadı, yalnız gitmeye karar verdim. 15 mecidiyeye bir fayton tutup, yolculuğa koyuldum. Hayvan hem zayıf hem de yaşlı imiş, yolda yokuş yerlerde biz aşağı indik, yürüdük. İstanbul’a bu minval üzere 15 günde vardık. Pîrimizi ziyâret edip, yine aynı şekilde geri döndük. Sivas’a geldiğimizde Hayri Bey ziyâretimize geldi. Biz de yolculuğun meşakkatli, ama iyi geçtiğini söyledik, şikâyetçi olmadık. Bunun üzerine Hayri Bey çok pişman oldu ve ağladı. Bu hâdiseden sonra bizi nerede görse, ‘İmkânlarımı zorlayıp sizinle yol arkadaşı olmadım.’ diye ağlardı.”
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.), ilim meclislerine katılır, sıkça Sivas’a mürşidi İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.)’ı ziyârete gider, küçük yaştan itibaren yazmış olduğu şiirlerini ona takdim eder. İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s.) de sohbetlerde bunları defalarca okuturlar, ilâhilerini muhâfaza etmesini ve bir Dîvân yazmasını kendisine tavsiye ederlerdi. Bunun üzerine Osman Hulûsi Efendi’nin yazdığı Dîvân edebiyatı tarzındaki eserleri “Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî” olarak ortaya çıkmıştır.
Hulûsi Efendi (k.s.), Sivas’a ziyârete gittiğinde, cebindeki harçlığı bitinceye kadar orada kalır ve hizmete devam eder. Ne zaman ki harçlığı biter; o zaman izin ister ve bir arkadaşından yol parasını borç alarak Darende’ye döner. Bir hâtıra ile yazımızı bağlayalım:
Darende’den Sivas’a mürşidi İhramıcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’ni ihvan arkadaşlarıyla beraber ziyârete giden Hulûsi Efendi (k.s.), bir sohbetlerinde şöyle buyurur. “Yokluk zamanlarıydı, kimsenin elinde avucunda bir şey bulunmuyordu. İhvan arkadaşlarla Sivas’a ziyârete gideceğim zaman Hacı Vâlidenizden yol masrafları ve gereken harcamalar için bir altın istedim. Hacı Hanım sevinerek verdi, onunla mürşidimizi ziyârete gittik geldik. Dostlara da ikramlarda bulunduk. Bu hal birkaç kez tekrar etti. Hacı Vâlidenizin emeği çoktur oğul. Bizim şeyhimize gidip gelmemize çok yardımcı olurdu.”
Musa TEKTAŞ
Yazarİnsanın iki önemli tarafı vardır: Biri nefs ve bir diğer yanı ise rûhtur. Nefs, rûhun emrine girerse, insan baştan ayağa rûh kesilir ve erdemin, olgunluğun, iyilik ve güzelliğin mekânı olur. Hulûsi Ef...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Ötüken Neşriyat tarafından neşredilen ve Yasin Şehitoğlu-Enes Kurt’un hazırladığı “Türk Savunma Sanayii Tarihi (1834-2020) Dönemler ve Aktörler” başlıklı kitap 1834 öncesi Türk Savuma Sanayii’nin kısa...
Yazar: Yusuf HALICI
<span style="font-family:" sitka="" heading";="" color:red"=""> <span style="font-family:" sitka="" heading";color:#4f6228;mso-themecolor:accent3;="" mso-themeshade:128"="">Selçuklu’d...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Başıma gelince ancak anladımHer şeyde hayır var, sabır dedilerÇektiğim acılar ile inledimHer şeyden hayır var, sabır dediler. Teslim oldum Hâkka şükür ederimEmanet malımla bedel öderimSecdeye huz...
Yazar: Tahir GÖRENLİ