Kitaplar ve Okuma Kültürü Üzerine Eğitimci-Yazar M. Nihat Malkoç’la Röportaj
ÖZGEÇMİŞ:
1 Haziran 1970 tarihinde Trabzon’un Köprübaşı ilçesine bağlı Gündoğan Köyü’nde doğdu. İlkokulu komşu köy olan Güneşli Köyü’nde okudu. Orta ve lise öğrenimini Köprübaşı Lisesi’nde tamamladı.
1992 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Gümüşhane’de beş yıla yakın öğretmenlik yaptı. Askerliğini İstanbul’da Kara Kuvvetleri Lisan Okulu’nda Yedek Subay Öğretmen olarak yerine getirdi.
Akçaabat Anadolu İmam-Hatip Lisesi’ne Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak atandı. Halen öğretmenliğe Trabzon 15 Temmuz Anadolu Lisesi’nde devam etmektedir. Yazı ve şiirleri çeşitli dergilerde yayımlanmıştır. Ülkemizde yapılan birçok şiir yarışmasında birincilik ödülü kazanmıştır.
*Uzak geçmişe gittiğimizde ilimle ve okumayla meşguliyetimiz hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Ümmet ve millet olarak ilk ayeti “İkra/Oku!” diye başlayan ilâhî bir kitabın (Kur’an-ı Kerim’in) muhataplarıyız. Zira Peygamber Efendimiz’e vahiy yoluyla ilk inen ayetler olan Alak Suresi’nde Rabb’imiz öncelikle ve özellikle okumaya şöyle vurgu yapıyor: “Yaratan Rabb’inin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından yarattı! Oku! Rabb’in sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”
Tarihte haysiyet timsali olan milletimiz İslâmiyet’i henüz kabul etmeden önce göçebe bir hayat yaşıyordu. Yerleşik bir medeniyet oluşmadığı için de okumaya, dolayısıyla da ilme yeterince önem verilmiyordu. Göktürk Dönemi’nden Orhun Abideleri, Uygur Dönemi’nden de Budizm’e dair birkaç dinî metin dışında ciddi bir somut medeniyet ürünü yoktu.
İslâmiyet’in kabulünden sonra (özellikle de 10. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar) okuyan ve düşünen bir topluma doğru ciddi bir evrilme başlamıştır. Nizamü'l-Mülk, Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim gibi devlet büyükleriyle Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi gibi âlimler bu konuda öncü olmuşlardır. 17. yüzyıldan Cumhuriyet’e kadar okuma, ilim tahsil etme ve düşünme eyleminde sekteye uğramalar olmuştur. Cumhuriyet Devri’nin ilk yıllarında da durum önceki yıllardan pek de farklı değildir.
*Peki, okuma konusunda günümüzdeki duruma bakarsak neler görürüz?
Hiç de müspet bir seyir takip etmeyen okuma serüvenimizin günümüz safhasına gelince, eskiye nazaran güzel şeyler söyleyebilsek de, genel anlamda bu hususta yine ciddi sıkıntılar mevcuttur. Toplumumuzun sosyal, ekonomik ve siyasî şartlarında önemli iyileşmeler olmasına rağmen kitap, dergi ve gazeteyle arasının hâlâ iyi olmadığını, okumayı bir alışkanlık ve hayat tarzı hâline getirmediğini üzülerek söyleyebiliriz.
Kitaplar sükût suretinde görünseler de her zaman yanı başımızda hazır ve nazır olan öğretmenlerdir. Üstelik hiçbir kaprisleri ve öfkeleri de yoktur. Gece gün fark etmeksizin dilediğiniz zaman emrinize amadedirler. Öğrettiklerine karşılık sizden hiçbir ücret talep etmezler. Sevgi ve hoşgörü sınırlarını aşıp çokbilmişlik (ukalâlık) de yapmazlar.
*Kitaba ve okumaya bakışımız hususunda neler söylenebilir?
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik akıl ve irade sahibi oluşudur. Bu akıl ve irade ancak okuyarak ve düşünerek temayüz eder. Bu noktada doğru seçilmiş kitapların apayrı bir yeri ve önemi vardır. “Doğru seçilmiş” ifadesini özellikle vurguluyorum; çünkü bazı kitaplar var ki onların okunmaması, okunmasından daha hayırlıdır. İnsanlar nasıl ki midelerinin ifsat olmaması için abur cubur yemekten sakınıyorlarsa zihinlerinin ifsat olmaması için de abur cubur (rastgele, gelişi güzel) okumaktan da sakınmalıdır. Bu nedenle başta çocuklarımız için olmak üzere, okun(ul)acak kitap seçerken ince eleyip sık dokumalıyız.
Bazı kişilere “Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?” sorusu yöneltildiğinde birkaç şey saydıktan sonra sözü “Kitap okurum.” diye bağlaması kitap okumaya bakışımızı yansıtan çarpıcı, bir o kadar da acı bir sözdür. Demek ki bizler kitap okumayı bir ihtiyaç olarak görmüyoruz. Hayatımızı, belki bir günümüzü planlarken onu aklımıza getirmiyoruz. Yapacak bir şey bulamayınca okumayı da araya sokuşturuyoruz. Bu bakış açısı son derece sakat ve sakıncalıdır. Kitap boş zamanlara sokuşturulacak kadar sıradan bir eylem değildir. Zihnen ve ilmen güçlü bireyler olabilmek için en dolu zamanlarımızda bile ona yer ve zaman ayırmamız elzemdir. Belki biraz kaba olacak ama boş zamanlarda kitap okumak, okumanın ehemmiyetini idrak edememiş boş insanların işidir. Okumak belli bir plan ve sistem işidir. Zira okumak eylemi belli bir sistemle gerçekleştirilirse kişiye beklediği ve umduğu faydayı sağlar.
Millet olarak bugüne kadar okumayı bir türlü ihtiyaç olarak göremedik. Öte yandan özellikle ülkemizde uykusu kaçan insanların sırf kaçan uykularını geri getirebilmek ve uyuyabilmek için kitap okumaları (buna ne kadar okuma denirse!) bir başka tuhaflığımızdır. Oysa okumak şuurlu bir eylemdir. Kanaatim odur ki kitap sayfalarında ilerleyen insan; cephede düşman karşısında savaşan asker kadar bilinçli, ciddi ve uyanık olmalıdır.
Bilinçli okuyucu okuduğu kitabın yazarının her söylediğini kabul eden (tabi olan), ona şartsız teslim olan kişi değil, yeri gelince gıyabında da olsa onunla cedelleşendir.
* Okuma hususunda millet olarak pek de seçici değiliz. Peki, okuyalım da neler okuyalım?
Çocukların ve gençlerin hangi yaşlarda hangi kitapları okuyacağı hususunda öğretmenler ve ebeveynler yönlendirici olmalıdır. Fakat bunu yaparken nezaketen de olsa çocuğun görüşüne de başvurulmalıdır. Bu konuda yapılacak dayatmalar bireyi okumaktan soğutur. Bu hususta da ilmî ve pedagojik ilkeleri göz ardı etmemeliyiz.
Nasıl ki henüz dişleri bile çıkmamış körpe bir bebeğe (pirzola) et veremezsek yetişkinlik çağındaki delikanlıya da mama veremezsek; öyle de ilkokul çağındaki çocuğa onun zihnî olgunluğuyla uyuşmayan romanlar (meselâ Tanpınar’ın Huzur romanı), hikâyeler, ilmî eserler okutamayız, okutmamalıyız. Bunu tersinden de düşünmek mümkündür. Bu minvalde bir lise talebesine Kemalettin Tuğcu romanları okutmak da yersiz ve zamansızdır. Bütün bunlar da gösteriyor ki okuma eyleminde yaşın ve zihnî olgunluğun önemi büyüktür.
Okuduğumuz kitaplar şahsiyetimizin şekillenmesinde adeta bir heykeltıraş (yontucu) vazifesi görürler. Onun içindir ki çocuklarımıza okutacağımız kitaplar onları millî kültüründen, dininden (kutsallarından) ve medeniyet değerlerinden uzaklaştırmamalıdır. Yetişkinlik çağındaki çocukların konuştukları kişilerden ve okudukları kitaplardan etkilenmeleri büyüklerden çok daha kolay ve tesirlidir. Hoşgörü, demokrasi ve insan hakları yaftasıyla çocuklarımızın zihinlerinin kirlenmesine ve elimizden kaymasına müsaade etmemeliyiz. Kişiyi Kur’an-ı Kerim’in ahkâmından ve hadislerin kutlu çizgisinden uzaklaştıracak kitaplar kezzap kadar yakıcı ve tehlikelidir. Zira bu tarz kitaplar zihnimizi ifsat eder, aklımızı bulandırır, idraklerimizi çoraklaştırır, ruhumuzu karartır.
*Kitaplar insanı nasıl değiştirir ve dönüştürür?
Doğru zamanlarda doğru şeyler okumak, okuyan insanın bilgili (kültürlü) ve zihni açık (uyanık) olmasını sağlar. Doğru düşünmek, güzel konuşmak (muhatabını usandırmadan az sözle çok şey anlatmak) ve etkili bir üslûpla yazabilmek şüphesiz ki okumaktan geçer.
Kitaplar dünle bugün, bugünle yarın arasında kurulan sağlam kültür ve medeniyet köprüleridir. Kitaplar sayesinde dünün bilgileri bugüne, bugünün bilgileri de yarına aktarılır. Böylece bilgilerin zâyi olmasının önüne geçilir. Dilleri ve kültürleri benzer veya farklı olan milletler de çeviri kitaplar marifetiyle birbirlerini yakından tanırlar, zihinlerinde ördükleri devasa önyargı duvarlarını ortadan kaldırarak belki de severler. Tüm bunların da ötesinde birbirlerinden istifade ederler. Böylece bütün zamanlar ve nesiller arasında bütünleşme sağlanır. Bu da bu çağda çok ihtiyacımız olan barışa, dostluğa ve kardeşliğe hizmet eder.
Kitap okumak zihnî melekeleri kemâle erdirir. İdrakleri berraklaştırır. Mantıklı düşünme ve anlama (muhakeme) kabiliyetini artırır. Duyguları alabildiğine olgunlaştırarak sezgi gücünü artırır. En çetrefil meseleleri çözme konusunda bile acziyeti giderir.
İnsanların kelime hazinelerinin zenginliği onların duygu ve düşüncelerini keskinleştirir. Yeni kelimeler de ancak çok okuyarak elde edilir. Okurken bunun pek farkına varmasak da bu, pratikteki konuşma ve yazma eylemlerimize yansır. Çok okuyan insanların saatlerce konuşmalarına rağmen tekrara düşmemesi bundandır. Sözü sevgi ve muhabbete banıp her dem yeni ve güzel şeyler söyleyenler de çevrelerindeki insanlar tarafından sevilir.
*Okuma konusunda da yaşa göre belli bir planlama (okuma takvimi) yapmamız gerekmez mi?
Elbette gerekir. Arzulanan zihnî olgunluğa erişebilmek için ta okul öncesi dönemden üniversite eğitiminin sonrasına kadar; hatta ömrümüzün sonuna dek, kitap okuma konusunda bir planlama yapılmalıdır. Bunu belli bir yaşa kadar bireylerin insafına bırakmak da doğru değildir. Anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise düzeyindeki eğitim öğretim kurumlarında bu işi Millî Eğitim Bakanlığı, şahıslara (bakanlara) endekslemeden uzun vadede üstlenmelidir.
Çok istemenize rağmen bir Yunus Emre’yi, bir Mehmet Akif’i, bir Yahya Kemal’i, bir Necip Fazıl’ı, bir Ahmet Hamdi Tanpınar’i canlı canlı dinleme (sohbetinde bulunma) imkânına erişmiş olmayabilirsiniz. Fakat onların bizlere bıraktığı kitapları okumak rahle-i tedrislerinden geçmek kadar olmasa da onlarla bir çeşit hasbihal etme kabilindendir. Bence bir kitabı okumak, o kitabın yazarıyla (şiirse şairiyle) saatlerce baş başa sohbet etmek gibidir. Üstelik bunu zaman ve mekân sınırlaması olmadan da her zaman ve zeminde pekâlâ yapabilirsiniz. Hem söz konusu şair ve yazar kendini size açma konusunda sınırlamaz.
Belli bir yaştan sonra hangi kitabın okunacağı, kişinin mesleğiyle ve ilgi alanlarıyla yakından alâkalıdır. Geçmişteki hadiseleri merak ediyorsanız tarih, tabiatla ilgileniyorsanız coğrafya (tabiat), insanın ruh dünyası ilgi alanınıza giriyorsa psikoloji, insanların birbirleriyle münasebetlerini merak ediyorsanız sosyoloji; roman, hikâye ve şiir türlerinden hoşlanıyorsanız edebiyat, dinî hususlara alâka duyuyorsanız din kitapları okumalısınız.
Bazı kitaplar vardır ki baştan sona satır satır okunmaz, bazı kitaplar da vardır ki birkaç kere okunabilir. Zira her kitap, tabir caizse, ilk okuyuşta sırlarını ifşa etmez.
*Okumanın sevdirilmesi ve yaygınlaştırılması için neler yapmalıyız?
Okumak sevgi ve planlı bir davranış işidir. Bu da küçük yaşlarda (ilkokulda) başla(t)mak üzere belli bir eğitimle kazan(dır)ılabilir. Ebeveynlerin çocuklarına ikide bir “Evlâdım oku. Okumak çok faydalıdır.” demesiyle kazandırılamaz. Bazen sürekli tekrarlanan bu çeşit sözler çocukları okumaktan soğutabilir. En iyisi, veli bu konuda çocuğuna örnek olmalıdır. Bunu davranış hâline dönüştürmek için her akşam belli bir süre ailece okuma çalışması yapılmalıdır. Okuma hususunda, bir öfke patlaması sonucu, çocuklar tehdide başvurularak korkutulmamalıdır. Zira zorla yaptırılan hiçbir işten beklenen verim alınamaz.
Okumanın sevdirilmesi ve davranışa dönüştürülmesi hususunda en önemli vazife öğretmenlere düşmektedir. Öğretmen bu konuda öğrenci için iyi bir rol model olmalıdır. Tıpkı veli (ebeveyn) bahsinde belirttiğim gibi “En çok sözlerimizle değil davranışlarımızla etkili oluruz.” Biz okursak bizi gören ve bize özenen öğrencilerimiz de okur.
Okullarda öğrenciler için okuma saatleri belirlenmeli ve çocuklar o saatlerde evlerinden getireceği veya kütüphaneden alacağı kitapları öğretmenlerinin gözetiminde (eşliğinde) okumalıdır. Okuma saatlerinde sadece kitap değil, dergiler de okunabilmelidir. Hizmetlisinden kantincisine, memurundan aşçısına, müdüründen müdür yardımcısına kadar herkes okuma saatinde işini gücünü bırakıp kitap okumalıdır. Böylece sembolik de olsa bütün dikkatler okuma eylemi üzerine çekilmelidir. İlk ve ortaokullarda Türkçe derslerinin bir saati kütüphanelerde yapılarak öğrencilerin ilgi ve dikkati kitaba (okumaya) çekilebilir.
Şairler ve yazarlar “Okur-Yazar Buluşmaları” adı altında okullara davet edilerek öğrencilerle tanışması sağlanabilir. Böylece şairi ve yazarı gören öğrencinin onun kaleme aldığı kitaplara olan ilgisi de artacaktır. Hatta bu şair ve yazarlarla röportajlar, söyleşiler yapılabilir, imza günleri düzenlenebilir. İl veya ilçeler genelinde her yıl kitap fuarları açılabilir. Okullar o fuarlara öğrencilerini gruplar hâlinde götürebilirler.
Hızlı okuma konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
Okumak kadar, hızlı okumak da önemlidir. Zira çocuklarımız çok yavaş okuyor, bu yüzden de yavaş algılıyor. Bu durum onları okuma eyleminden de soğutabiliyor. Bunun önüne geçebilmek için okullarda Hızlı Okuma Teknikleri kursları düzenlenebilir. Bu kursları verecek öğretmenler hizmet içi kurslarda eğitilebilir. Bu öğretmenler Türk Dili ve Edebiyatı branşından olabileceği gibi, okumaya ilgisi olan diğer branş öğretmenlerinden de olabilir.
Okumak kişiyi güçlü kılar. Öğrencinin okuduğu sadece kendisinde kalmamalı, öğrenciler okuduklarını sınıfla ve çevresiyle paylaşabilmelidir. Bunun için önceden belirlenecek bir zamanda öğrencilere kendini ve okuduğunu ifade etme imkânı verilmelidir.
Emin olun ki millet olarak bizi bilimin ışığında okumak kurtaracaktır. Zira okumayan insan her şeye kolaylıkla kanar. Farkında olarak (veya olmayarak) birilerinin kötü emellerine alet olabilir. Milletini ve bayrağını hakkıyla ve lâyıkıyla sevmek, şuurlu (dikkatli, özümseyerek) okumalarla mümkündür. Okuyan; bilgi, okumayan ise dedikodu üretir. Bilginin insanı getirdiği noktayla dedikodunun insanı getirdiği noktayı varın siz tasavvur edin…
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarOsmanlı’da sağlık anlayışı ve darüşşifaların kurulma amacı ile işleyişi nasıl olmuştur?Osmanlı tıbbı İslâm tıbbına dayanıyordu. İslâm dini temizliğe çok önem verdiği için, büyük şehirlerden tutun da k...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
“Kendimize ve yeni yetişen nesle dünyamızın ne kadar kıymetli olduğunu anlatamazsak, kaynaklarının sınırsız olmadığını, dünyayı gereksiz yere tüketmememiz gerektiğini anlatamazsak yaşayacak bir dünyam...
Yazar: Erol AFŞİN
Başıma gelince ancak anladımHer şeyde hayır var, sabır dedilerÇektiğim acılar ile inledimHer şeyden hayır var, sabır dediler. Teslim oldum Hâkka şükür ederimEmanet malımla bedel öderimSecdeye huz...
Yazar: Tahir GÖRENLİ
Kültür nedir?Kültür kelimesi ve kavramı için bugüne kadar dilciler, edebiyatçılar, filozoflar, sosyologlar ve farklı alanlardaki uzmanlar, çeşitli tarifler yapmışlardır. Tabii herkesin kendisine göre ...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ