Büyük Selçuklu Devleti’nde Bir Deha: Ömer Hayyam ve Dünya Medeniyetine Katkıları
Ömer Hayyam’ın doğum tarihi 18 Mayıs 1048 olarak kabul edilmektedir. Bu tarih, Ömer Hayyam’ın doğumunda derlenen veya daha sonra hesaplanan burcuna göre belirlenmiştir. Nisabur’da doğduğunda ailesi ona “Gıyaseddin Eb'ul Feth Ömer İbni İbrahim el-Hayyam” adını verdi. Gıyaseddin “İnancın omzu”, Eb’ul “Baba”, Feth “Fetheden”, Ömer ise “Hayat” anlamını taşıyordu. İbni de, kimin oğlu olduğunu bildiriyordu; yani İbrahim’in oğluydu. Hayyam ise mahlasıydı. Hayyam’ın doğum yeri Nişabur’dur. Selçuklu İmparatorluğu’nun merkezinde yer alan Nişabur, tarihçilere göre, XI. yüzyılda Horasan antik kültür vilayetinin en büyük kentiydi. Nüfusu birkaç yüz bin kişiydi, şehrin en az 50 büyük caddesi, 50’den fazla zanaatı, birçok çarşısı ve fuarı vardı. Nişabur kütüphaneleri ile de ünlüydü. Şehirdeki XI. yüzyıldan beri orta ve yüksek tipte birçok medrese okulları vardı. Ömer Hayyam’ın çocukluğu ve gençliği böyle bir şehirde geçti. Yüzyıllar öncesinden bugüne kadar gelen birçok ismin doğum tarihinin net bilinmemesine rağmen, Hayyam’ın doğum günü biliniyordu. Çünkü kendisi birçok konuda olduğu gibi takvim konusunda da uzmanlaşacak ve kendi doğum tarihini araştıracak ve net bir tarih bulacaktı.
Bilimsel Çalışmaları
Hayyam, tüm hayatı boyunca yorulmak nedir bilmeden çalışarak, insanlığa ve buluşlarına zemin oluşturacak birçok çalışmada bulundu. Gündüzleri cebir ve geometri alanlarında çalışıyor; gecelerini de astronomiye adıyordu. Ayrıca Selçuklu Hükümdarı Melikşah’a da danışmanlık yapıyordu. Ömer Hayyam’ın bilimsel faaliyetleri Karahanlı Sultanı Şems’ül-Mülük’ün yönetiminde gerçekleşti. 11. yüzyıl tarihçileri, Buhara hükümdarının Ömer Hayyam’ı saygıyla çevrelediğini ve onu “tahtta yanına oturmaya” davet ettiğini belirtmektedir. 1074 yılında, Ömer Hayyam Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından İsfahan’a davet edildi. O yıl, özellikle verimli bilimsel faaliyetinin 20 yıllık bir döneminin başlangıcı oldu ve elde edilen sonuçlarda mükemmeldi. İsfahan kenti o zamanlar geniş bir coğrafya yayılan Büyük Selçuklu Devleti’nin başkentidir.
Takvim Çalışması (Celalî Takvimi)
Selçuklu İmparatorluğu’nda, İslâm öncesi güneş Zerdüşt Takvimi ve Arapların getirdiği ay takvimi aynı anda iki takvim sistemi kullanılmaktaydı. Her iki takvim sistemi de kusurluydu. Kullanılan Güneş Takvimi’ne göre yıl 365 gündü ve günün kesirli bölümleri için düzeltmeler 120 yılda yalnızca bir kez, hata bir ay boyunca arttığında ayarlanırdı. 354 günlük Hicri Takvim ise, tarım işçiliği için uygun değildi.
Üretmekten hiç vazgeçmeyen ve asla yorulmaktan şikâyetçi olmayan bir beyni vardı Hayyam’ın. Hayatının bir döneminde bugün kullandığımız Miladi Takvim’den çok daha hassas olan o takvimi hazırladı; Celalî Takvim ya da bir diğer adıyla Hicrî Şems Takvimi. Hayyam bir kurul düzenledi ve güneş yılı esasına göre hazırladığı bu takvimi Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’a sundu. Kabul gören takvim, 1079’dan itibaren uygulamaya konuldu. 9 Ramazan 471, yani Miladi olarak 15 Mart 1079 yılına denk düşen Nevruz, yılbaşı; Hicret yılı da başlangıç noktası kabul edildi. 1 yıl, 365 gün ve 6 saatti.
Ayrıca matematiksel kurallar yerine astronomik hesaplamalar kullanıldığından, İlkbahar Ekinoksu başlangıcı tayininde Gregoryen Takvimi’nden daha doğruydu. Hayyam’ın 33 yıllık takvim reformu, modern bilim adamları tarafından dikkate değer bir keşif olarak takdir edilmektedir. Ömer Hayyam, o zamanlar dünyanın en iyilerinden biri olan gözlemevinde geçirdiği uzun saatler boyunca başka astronomik araştırmalar yaptı. Gök cisimlerinin hareketinin uzun yıllar süren gözlemlerine dayanarak, “Malik Şah’ın Astronomik Tabloları” olarak da bilinen “Zij-e Malikşahi” yi derledi.
Hayyam ve Matematik
İsfahan’da matematik alanındaki çalışmalarına devam etti. Hayyam matematiksel konulardan cebir, paralellikler teorisi ve ilişkiler teorisi ve sayılar doktrini ile ilgilendi. Ömer Hayyam’ın cebirsel çalışmalarından ikisi günümüze kadar ulaşmıştır. Matematiksel disiplinlerin tarihinde ilk kez, Hayyam tüm türleri denklemler ki lineer, kuadratik ve kübik ve sistematik geliştirdi konik bölümleri kullanarak kübik denklemleri çözme teorisinden bahsetmişti. Geometri bağlantısı sorusunun cebir ile ilk formülasyon çözen odur. Hayyam, matematik bilimini değişkenler fikrine getiren cebirsel denklemlerin geometrik çözümü teorisini doğruladı.
Ömer Hayyam’ın kitapları, yeni yüksek cebirin yaratıcıları olan Avrupalı bilim adamları tarafından uzun süre bilinmiyordu ve Ömer Hayyam’ın kendilerinden 5-6 yüzyıl önce döşediği uzun ve zorlu bir yoldan geçmek zorunda kaldılar. Böylece, benzer bir açıklama 1637’de R. Descartes tarafından yapıldı ve 200 yıl sonra 1837’de P. Wenzel tarafından kanıtlandı. Hayyam’ın diğer matematiksel çalışması olan Aritmetikte Zorluklar, tamsayılardan herhangi bir derecedeki kökleri bulma yöntemine ayrılmıştı. Bu yöntemin merkezinde Hayyam’a, daha sonra Newton’un iki terimli olarak bilinen bir formüldü. Bu tez bulunamadı, ancak Hayyam’ın kendisi tarafından Cebir ve Almucabala Sorunlarının Kanıtı Üzerine İnceleme’de bahsedilmiştir. Aritmetik ve cebirsel sorular, alaşımdaki altın ve gümüş miktarını belirlemek için Arşimet’in klasik problemini çözen küçük bir çalışma olan “Bilgelik Terazisi”ni de içermektedir.
Hayyam, saf altın ve gümüşün keyfi külçelerinin yanı sıra bu alaşımın hava ve sudaki ağırlığını belirledi ve iki çözelti verdi. Biri eski ilişkiler teorisinin tekniklerini kullandı. Başka bir deyişle, “hesaplanması daha kolay” bir sistem oluşturdu. Öklid ve diğer eski Yunan matematikçilerinden farklı olarak Ömer Hayyam, sayıları sürekli niceliklere, geometriye ve aritmetiğe karşı koymakla kalmadı, aynı zamanda karşıtların birliğini tanımlamanın, ayrılık ve süreklilik arasındaki boşluğu kapatmanın belirli yollarını da özetledi.
Hayyam Rubaîleri
Hayyam, Allah, dünya, var oluş, toplum sıkıntıları, hayat ve insan adına her konuda özgürce akıl yürütmüş; asla sınır tanımamıştı. Bütün bunlar, Hayyam’ın rubaîlerini oluşturdu. Rubaîlerini oluştururken içinde yaşadığı toplumla yetinmemiş; daha öncesinde yaşamış toplumları ve belki yaşayacakları da hesaba katmıştı. İnsan aklının düşünürken ona konan sınırlardan hoşnut olamazdı. Bu yüzden insanı ve var oluşunu kendi aklından ve belki de kalbinden geçenlerle yeniden tanımlamıştı. Hayyam, çağının çok ötesinde “evrenselliğe” ulaşmış bir adamdı. Elbette felsefenin o dönemdeki değerinin de buna katkısının olduğu su götürmez bir gerçekti.
Hâliyle bu durum Hayyam’ı rubaî konusunda ünlendirmişti. Bu sebepten pek çok rubaî, günümüze gelene kadar onunkilere karışıp gidecekti. Bilinene göre Hayyam’ın 158 rubaîsi vardı; ancak altına onun adının yazıldığı rubaî sayısı binin üzerinde olacaktı. Hayyam’ın rubaîleri Türkçeye pek çok çevirmen tarafından kaydedilmiştir.
O sadece haddini bilmeyi, sınırsızlığının içinde kendine sınır çizmeyi bilmiş ve Allah’ın varlığı için de şu dörtlüğü yazmıştı:
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Allah kanar mı bunlara.
Vefatı
XII. yüzyılın derinliklerinden son günlerine yaklaştı, tüm canlılar gibi hayat ölüme doğru uzanıyordu, aslında sevdiğine erişmek, vuslat çok yakındı. O gün Ömer Hayyam, en sevdiği İbn Sina’nın “Şifa Kitabı” kitabını dikkatle okudu. Tekil ve çoğul bölümünü okuduktan sonra, iki harf arasına bir kürdan koydu ve vasiyetname yapması için gereken kişileri aranmasını istedi. O gün yemek yemedi ve içmedi. Akşam, namazını bitirdikten sonra yere eğildi ve “Aman Allah’ım, seni elimden gelen en iyi şekilde tanıdığımı biliyorsun. Affet beni, senin hakkındaki bilgim senin yolun.” dedi ve vefat etti. Şu dörtlük ne kadar anlamlıdır.
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin.
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok
Yarın, akılsız, neyi bileceksin.
Ömer Hayyam bir keresinde Nizami Samarkandi’nin huzurunda mezarının “rüzgârın her bahar beni çiçeklerle dolduracağı” bir yerde olacağını söylemişti. 1136’da Nizami Samarkandî, Hayyam’ın ölümünden 4 yıl sonra belirttiği gibi, büyük bir adamın mezarını ziyaret etmek istedi. Nişabur’daki Haire Mezarlığı’na gitti. Bahçeyi ayıran duvarın temellerinin yanında mezarı vardı ve bahçeden eğilmiş armut ve kayısı ağaçları çiçekleriyle mezarını kapladı. Nizami Samarkandî idolünün sözlerini hatırladı ve ağladı, yeryüzünde bir kul için daha iyi bir yer olamazdı. Hayyam’ın mezarı, Nişabur’da, İmam Mahruk’un türbesinin yakınında yer almaktadır. Hayyam’ın çeşitli ülkelerdeki sevenleri tarafından toplanan fonlar ile 1934’te bu mezarın üzerine bir dikilitaş dikildi. Dikilitaşın üzerindeki yazıtta,
Hayyam türbesinin yanında oturun ve arzunuzu talep edin,
Dünyanın kederinden tek bir boş an isteyin.
Dikilitaşın yapım tarihini öğrenmek isterseniz,
Hayyam’ın mezarında ruhun ve inancın sırlarını talep edin.
ibaresi bulunmaktadır. Hayyam dan yalnız güzel bir iz kalmıştı bu âleme, ruhu ise sonsuzluğa uçmuştu…
Kaynakça
Asaf Hâlet Çelebi, Ömer Hayyam: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul 1954.
M. Fatih Andı, “Türkçe’de Rubâiyyât-ı Hayyâm Tercümeleri”, İlmî Araştırmalar, s. 7, İstanbul 1999.
Yakup Kenan, Ömer Hayyâm ve Rubaîleri, İstanbul 1967.
Yavuz Unat, “Ömer Hayyâm”, İslâm Ansiklopedisi, TDV, Cilt 34, İstanbul 2009.
Yavuz Unat, Tarih Boyunca Türklerde Gökbilim, Bilimin Türk-İslâm Kaynakları-1, İstanbul 2008.
Resul KESENCELİ
YazarBazı isimler vardır ki, telaffuz edilip de hâlden anlayan kulaklara ulaştığında sevince ve hoşnutluğa vesile olur. Bu mübarek topraklarda öyle şahsiyetler yaşamıştır ki, milleti için, devleti ve meden...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ
“Kendimize ve yeni yetişen nesle dünyamızın ne kadar kıymetli olduğunu anlatamazsak, kaynaklarının sınırsız olmadığını, dünyayı gereksiz yere tüketmememiz gerektiğini anlatamazsak yaşayacak bir dünyam...
Yazar: Erol AFŞİN
Hak’tan gelen nur bestesiSözlerin Sultanı Kur’anBir ilahî gül destesiSözlerin Sultanı Kur’anMevlâ’mızın kelâmıdırKâinata selâmıdırKullarına ikramıdırSözlerin Sultanı Kur’anHakkı batıldan ayıranBize do...
Şair: Bestami YAZGAN