O Bir “KÂBUS”
Kendisiyle
tanıştığımda henüz 16 yaşındaydı. Derste, teneffüste, okul bahçesinde ve okul
sınırlarının dışında tabiri caizse terör estiren bir kişilikti Cumali... Odama
ne zaman bir öğretmen ya da bir öğrenci şikâyet amacıyla gelse, şikâyete neden
olan olayların neredeyse yarıdan fazlasının altından Cumali çıkıyordu.
Kendisini odama çağırdığımda, kapıdan girişinde bile asabiyet ve isyankârlık
fışkıran hareketlerle karşımda bağırıp çağırıyor ve bir şekilde kendisini haklı
çıkarmaya çalışıyordu. Kendisine hiç kızmadım; artık 16 yaşında bir delikanlı
olduğunu, bizim okul olarak kendisini sevdiğimizi, isterse derslerinin başarı
seyrinin yükselebileceğini, içindeki bu enerjiyi de iyiyi, doğruyu, güzeli esas
alarak ve diğer öğrencilere örnek olabilecek davranışlar sergileyerek
kullanabileceğini ve isterse okulun en başarılı ve örnek gösterilebilecek bir
öğrencisi olabileceğini kendisine anlattım. Bir an durakladı ve bağırıp
çağırmayı bıraktı. Sanki bu sözlerim, duygusal aklında birtakım
hareketlenmelere neden olmuştu. Kendisiyle bugüne kadar bu şekilde hitap
edilmediğini söyledi ve odama girdiğinde muhakkak dayak yiyeceğini
beklediğinden emindi. Ama hâlâ dayak yememişti ve bir idareci kendisini ciddiye
almış, yetişkin biri gibi kendisiyle muhabbet etmeye başlamıştı. Üstelik
kendisine “sevgi“ gibi yabancı olduğu bir kavramdan bahsediliyordu. Gözleri
donuklaştı, uzaklara doğru baktı; duygulanmıştı; ancak ağlamayı beceremiyordu.
Bir daha kimseye karşı şiddet kullanmayacağını söyleyerek odadan dışarıya
çıktı. Bundan sonraki günlerde beni her görüşünde önünü ilikliyor, başını öne
eğiyor ve selam veriyordu. Ancak beni görmediği zamanlarda yine birilerini
dövüyor, birilerine zarar vermeye devam ediyordu. Kendisini her odaya
çağırışımda tekrar özür diliyor, pişman olduğunu belirtiyor ve sınıfına geri
gidiyordu. Bir gün yine birini dövdüğünü duyarak yanıma çağırdım kendisini...
Nedenini sorduğumda, dövdüğü kişinin yerlere çöp attığını ve kendisini uyarmak
istediğini söyledi bana... Benim onunla konuşmalarımdan öylesine etkilenmişti
ki, artık okula faydalı olmak amacıyla diğer öğrencilerin yanlış hareketlerini
uyarmayı kendine görev bilmişti. Ancak uyarı metodu da kendine göreydi:
“Dövmek...”
Cumali'nin aile
hayatını incelemeye başladığımda korkunç gerçeği o zaman gördüm. Cumali, küçük
yaşlardan beri evde sopayla, kamçıyla, kemerle dayak yiyordu. Duyguları hiçbir
zaman dikkate alınmıyordu. İtiraz etmeye hakkı yoktu. Aile düzenleri de yok
gibiydi. Baba, başka âlemlerde ve eviyle ilgilenmiyor, eve geldiğinde de terör
estiriyordu. Cumali’nin ağabeyi de babasının bir kopyası idi; hatta onu da
geçmişti. O da kardeşlerine şiddet uyguluyordu, tabii Cumali’ye de... Böyle bir
ortamda büyümüştü Cumali... Dosyasını incelediğimde, ortaokul sıralarında
çektirmiş olduğu fotoğrafındaki o masum yüzlü çocuk artık yoktu. Duygusuzca
etrafına bakan, en ufak bir olayı bile kendisine yönelik tehdit olarak
algılayan ve etrafa saldıran bir suç makinesi adayı vardı karşımda...
Cumali’yi
kazanmaya çalıştık tabii ki... Onu sınıf başkanı yaptık, sorumluluk verdik,
arkadaşça konuştuk, konuşmak istediği her zaman onu dinledik, her zaman her
türlü destekte bulunabileceğimizi anlattık kendisine... Bir süreliğine inanır
gibi oldu... Eskisi kadar şiddete meyilli değilmiş gibi göründüğü zamanlar da
oldu. Ancak Cumali, günün yirmi dört saatinde okulda değildi. Mahallede, evde
yine eski dünyasına dönüyordu; dayak yemeye, dayak atmaya, kavgalara karışmaya
devam ediyordu...
Notları da hiç
iyi değildi Cumali’nin... O yıl sınıf tekrarına kaldı ve ikinci yılın ilk
yarısında yine büyük problemler çıkarmaya başladı. Artık öğretmenler de sürekli
bize geliyor ve çocuğun ailesiyle görüşülerek okuldan alınması için baskı
yapıyorlardı. Ancak aileden haber yoktu. Çağrılarımıza cevap veren de...
Cumali, her sabah suç işlemeye geliyordu okula... Beni gördüğünde tekrar
susuyor, özür diliyor, beni çok sevdiğini söylüyor, ben onun çevresinde
dolaştığım sürece kimseye zarar vermiyordu. Ancak bütün gün Cumali’nin peşinden
bir gölge gibi gitmeye ne zamanım vardı ne de imkânım... Uzun uğraşılardan
sonra Cumali’nin ağabeyine ulaşabildik... Kendisine durumu anlattığımızda, o
kardeşinden daha da beter bağırıp çağırarak, kardeşini okuldan atamayacağımızı,
aksi hâlde silah kullanabileceğinden falan bahsetti, tehditler savurdu
ortaya... Ancak tüm ikna yöntemlerimizi sabırla ve ağırbaşlılıkla kullanarak,
sonunda ikna ettik ağabeyini... Cumali’nin tasdiknamesini hazırlamak bana
düştü... Üzülüyordum; ancak çocuğun normal şartlarda, normal bir okulda
okumasına imkân yoktu; terapiye ihtiyacı vardı, özel eğitimden geçmesi
gerekiyordu. Ancak ailesinin böyle bir teşebbüste bulunabileceğini hiç tahmin
etmiyordum. Nihayet Cumali okuldan atıldı. Sorun çözülmüş oldu mu? Cumali
açısından da okul açısından da nasıl bir çözüm olduğunu birazdan göreceksiniz.
Tahmin ettiğim
gibi Cumali için ailesi herhangi bir özel eğitim ya da tedavi imkânı sunmadı.
Cumali, bu sefer sokaklarda kavgalara karışıyordu. Bir süre sonra okulun
çevresinde “Kâbus” lakaplı birinin türediğini duyduk. Okulun birkaç yüz metre
ötesinde pusuya yatan, öğrencilerin yolunu kesip harçlıklarını isteyen, vermek
istemediklerinde onları döven, gücü yetmezse de mahallenin diğer kabadayılarını
devreye sokan birisi... Bir sabah okul duvarlarından birinde gördüm o kocaman
“Kâbus” yazısını... Sprey boyayla yazılmıştı... Araştırdık ve karşımıza çıka
çıka Cumali çıktı. Artık çekinmeden okul içine kadar giriyor, kendisini uyaran
öğretmenlere de kafa tutarak dışarıya çıkmıyordu. Okula geldiğini duyduğum an
aşağıya inerek kendisini karşılıyor, ne istediğini soruyordum. Beni ziyarete
geldiğini, elimi öpüp gideceğini söylüyordu. Kendisini bu sefer biraz sert de
olsa uyardım. Okul içerisine kontrolsüz olarak girmesi durumunda, diğer
öğrencilerin tedirgin olduğunu, bir ihtiyacı varsa bana bildirmesini talep
ettim. Her seferinde bir isteğimin olmadığını söyleyerek çıkıyordu. Cumali,
okulu iyice taciz etmeye başlamıştı. Teneffüslerde, öğle paydoslarında,
törenlerde hep Cumali, arka bahçe duvarının dibinde bekliyor ve şiddet
kullanabileceği birini arıyordu. Artık çaresiz kalmıştık. Durumu polise haber
verdik. Cumali polisten de korkmuyordu. Onlara da kafa tutuyor, hatta
üzerlerine yürüyordu. Bir gün arka bahçeden bir gürültü geldi... Baktım,
Cumali, kendisini tutmaya çalışan polislere rasgele vuruyordu. Zor zapt ettiler
kendisini ve alıp götürdüler. Artık bu ona bir ders olur diye düşündüm. Ama
yanılmışım. Öğleden sonra “Kâbus” bu sefer okulun ön tarafında belirmiş ve
kalabalık bir grup kavgasının içerisinde başı çekiyordu. Ardından, bir kız
öğrenciyi taciz etmeye kalkışmış ve kız da ondan şikâyetçi olmuştu. Görev yerim
değişip o okuldan ayrıldığım sıralarda Cumali hâlâ o mahallede kâbus olmaya
devam ediyordu.
Ne olmuştu da
Cumali bir suç makinesine dönüşmüştü? Yapılan birçok araştırma, yoksulluk,
kargaşa, aile içi şiddet, toplumsal şiddet, aile düzensizliği ortamında büyüyen
çocukların, kendisine göre daha iyi şartlar içerisinde yaşayan akranlarına göre
daha kaygılı, daha öfkeli oldukları ve bir şeylere ya da birilerine zarar verme
gibi davranış bozukluklarını daha fazla sergiledikleri ve bu davranışların
ergenlik çağında daha da ilerleyerek, ileri yaşlarda da gittikçe artan bir suç
mekanizmasına dönüşeceğini göstermiştir.
Ev hayatında
zorbalığı öğrenmiş olan çocuklar, öğretmenlerin en fazla uğraştığı ve yorulduğu
çocuklardır. Bu çocuklar, kurallara uyma konusunda her zaman problem
çıkarırlar. Evde öğrendikleri kaba davranışları, okulda arkadaşlarına karşı
kullanmaya başlarlar. Güzel bir söz vardır, “Çocuklar bizim aynalarımızdır.”
diye... Sözümüzle doğruları söylesek bile davranışlarımızı en ufak ayrıntısına
kadar kopyalıyorlar, bizler farkında olmadan... Sinirlendiğimizde ne
yapıyorsak, aynısını aynalıyorlar. Belki siz sinirlendiğinizde ya da
öfkelendiğinizde neler söyleyip yaptığınızı tamamen hatırlamıyorsunuz; oysa
çocuklar tüm detayları bilinçaltlarına kazıyorlar... Bu bakımdan çocuk sahibi
olmak demek, çocuk doğurup ortalığa salmak demek değildir. Çocuklarının iyi ve
güzel birer insan olması için kendisini adayabilecek kadın ve erkeklere
şiddetle ihtiyacımız vardır. Ve aileler, iyi ve güzel insan yetiştirebilmek
için bu işe önce kendinden başlamalıdır.
Selçuk ALKAN
Yazarİstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ
İkamet alanları, üzerinde yaşayan toplulukların arketipidir. Mekânlar, binalar, çeşmeler, ibadethaneler, mesire alanları, oyun alanları, gösteri alanları, fabrikalar, atölyeler, okullar, hastaneler, p...
Yazar: Selçuk ALKAN
Hazan mevsimi… Kıyafetlerin yağmur koktuğu, müphem bir mahzunluğun gâiplerden göçüp yüreklerde yuva kurmaya başladığı bir hüzün iklimi… Gönül kâselerinden keder demlerinin taşmaya yüz tuttuğu gü...
Yazar: Selçuk ALKAN
Osmanlı'nın Çalkantılı Yıllarında Yetim Bir Çocuk: Sultan İbrahim Osmanlı padişahlarının 18. si olan Sultan ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ