Türkiye’nin Büyük Kitap Âşığı: İsmail Saib Sencer
Bazı isimler vardır ki, telaffuz edilip de hâlden anlayan kulaklara ulaştığında sevince ve hoşnutluğa vesile olur. Bu mübarek topraklarda öyle şahsiyetler yaşamıştır ki, milleti için, devleti ve medeniyeti için hayat sürmüş, çevresine hep faydalı olmuş, hayır duaları almış, vefatlarından sonra da her daim hürmet ve muhabbetle yâd edilmişlerdir. İşte İsmail Saib Sencer o kutlu adamlardan biridir.
Ona çeşitli unvanlar lâyık görülmüş. Meselâ, “hâfız-ı Kütüp”, “ayaklı kütüphane”, “canlı bibliyografya”, “sufiler arasında âlim, âlimler arasında sûfî”, “fihrist-i ulûm”, “canlı bibliyografya”, “çağının Câhızı”… Kendisi bütün büyük adamlar gibi çok mütevazı, “Ben ümmi bir adamım.” dermiş. Ama aslında “Gerçek bir hazinenin unutulmaz hazinedarı” imiş. Vefatı üzerine İsveç Başbakanı Per Albin Hansson, devrin Başvekili İsmet İnönü’yü arar ve “İlmin başı sağ olsun.” der. İsmi öyle nam salmış ki, müsteşrikler kendisine “Kütüphanelerdeki kütüphane” derlermiş. Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre İsmail Saib Sencer, “Gazalî kadar mütekellim, Fahreddin Razi kadar müfessir, Buharî kadar muhaddis, İbni Sina kadar hâkim, Muhyiddin Arabî kadar âlim, Mevlâna kadar âşık ve ârif, Hacı Bayram kadar vâkıf, Kınalızâde kadar zî-fünûn”dur. Gölpınarlı şöyle devam ediyor: “Hafızasındaki kudret, akıllara hayret verecek derecedeydi. Bir ilmî meselenin hangi kitaplarda ve hangi tab’larında olduğunu söyler, ‘Zannederim, filan sahifenin ortalarına doğru.’ diye tahminen söylediği sözler, umumiyetle yakîn ifade ederdi. Şarkta ve garpta yazma ve basma kitapların hepsini bilir, dünyanın hangi kütüphanelerinde bulunduklarını hangi tarihlerde basıldıklarını tamamıyla söylerdi.”
Kedili Kütüphane’nin Bilge Hâfız-ı Kütübü, 31 Ocak 1873 tarihinde Erzurum’da doğdu. Erzurumlu Hacı Kurbanzâde Binbaşı Mehmed Şevki Bey ile Ayşe Hatun’un oğludur. Henüz çocuk iken ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Esekapı İbrahim Paşa Mektebi’nde ilk tahsilini yaptıktan sonra Kocamustafapaşa Askeri Rüşdiyesi’ni tamamladı. Fatih Dersiâmı Arapkirli Abbas Şükrü Efendi ile Süleymaniye Dersiâmı Ferhad Efendi’den dinî ilimler tahsil etti ve icazetname aldı. Daha sonra eski tıp denilen Tıbb-ı Atik ve biyoloji gibi ilimlerle uğraştı. Tahsiline devam ederken Maarif Nezareti’nin açtığı imtihana girdi ve 15 Kasım 1897 tarihinde Bâyezîd Umumi Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü ve müdürü oldu. Bu kütüphanenin birinci müdürü Hoca Tahsin Efendi’ydi. Onun vefatından sonra 1896’da kütüphanenin müdürü olarak tayin edildi. 1902’de Dersiâmlık, 1923’te Darülfünun Edebiyat Fakültesi Arap Edebiyatı Müderrisliği yaptı. Şapka Kanunu’ndan sonra 1925 yılından itibaren sadece kütüphanedeki görevine devam etti. Kıyafet Kanunu çıktıktan sonra Mahir İz’in rivayetine göre “Biz bu kıyafetle geldik, bu kıyafetle gideriz.” diyerek inziva hayatını tercih etmiş, kendisini kütüphaneye kapatmış, ilme hasretmiştir. 43 sene Bâyezîd Umumi Kütüphanesi’nde çalışan Hoca, 1939 yılı sonunda emekli olduktan sonra İbnülemin Mahmud Kemal İnal ile birlikte Kütüphaneler Tasnif İşleri, daha sonra da İslâm Ansiklopedisi ilmî müşavirliğinde görev aldı. Bu sıralarda Lâleli’deki Râgıb Paşa Kütüphanesi’nin girişindeki ilk mektebin bir odası ikametgâh olarak kendisine tahsis edildi. Son günlerini erkek kardeşinin evinde geçirdi. 22 Mart 1940 tarihinde bir Cuma günü İstanbul’da Hakk’a yürüdü. Ertesi günü Bâyezîd Camii’nde cenaze namazı kalabalık bir cemaat tarafından kılındıktan sonra Zeytinburnu’nda Merkezefendi Mezarlığı’nda defnedildi.
Son Nefesinde “Allah” Dedi
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, vefatının ardından şunları yazdı: “<span style="font-size:12.0pt;mso-bidi-font-size: 16.0pt;line-height:150%;font-family:" times="" new="" roman",serif;mso-fareast-font-family:="" "times="" roman";mso-fareast-language:tr"="">Hastalandığını ve kardeşinin evine sığındığını işittim. Derhâl koştum, zor nefes alıyordu, hafif bir sesle selam verdim. Gözlerini araladı, beni tanıdı. ‘İnşallah sağlığınıza kavuşursunuz.’, dedim. ‘Allahu Teâlâ’dan afiyet, Rasûlullah Efendimiz’den şefaat dileyiniz. Bak, Rasûl-i Ekrem Efendimiz burada.’ diyerek karşı duvarı gösterdi. Öyle yürekten bir ‘Allah’ dedi ki, bana ağlama hissi geldi. Gözyaşlarımı saklamak için odadan çıktım. O arada ruhunu teslim etmiş.”
Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun “Mate Kutbu’l Ârifin” yani “Âriflerin kutbu öldü.” diyerek vefatına tarih düşürmüştü. Ali Canip Yöntem de vefatına çok üzülmüş ve “Artık müşküllerimiz için mezarı başına gidip, rabıtayla yine kendisine başvurmaktan başka çare kalmadı.” demişti. Abdülbaki Gölpınarlı, onu “Asrın muktesabı, tek üstadı, âlemin kutbu” diye vasıflandırmıştı. En yakınlarından birisi de, sonradan ihtida ederek Müslüman olan Prof. Osman Rescher’di. Ona göre Hazret, “ayaklı kütüphane” idi.
“Hafıza Şampiyonu” kabul edilen bu eski zaman adamının en büyük özelliği, muazzam bir hafızaya sahip oluşuydu. Öyle ki, onu tanıyan bazı kişiler, “Beyninin, müdürlük yaptığı kütüphaneden daha zengin olduğunu” bile iddia etmişti. Şark ve Garp ilimlerini çok iyi bilen, müspet bilimden dinî ilimlere kadar her sahada müktesebatı olan Hoca, döneminin âdeta ‘Google Baba’sı olarak tanınmıştı. Ne var ki, bugünün popüler internet sitesi her zaman doğruyu söylemiyor. Müşkülü olan ona koşar, doğru bilgiye erişmek isteyen ona müracaat ederdi. Verdiği cevaplar hep doğru, açıklamaları mutlaka sahihti.
Kütüphaneye Gelen Meşhurlar
İsmail Saib Hoca kütüphanenin başında olunca devrin hemen hemen bütün meşhurları hem kütüphaneye gelir, hem de onu ziyaret ederler. İstanbul’da ikamet edenlerin yanı sıra Türkiye’nin muhtelif şehirlerinden ve yurtdışından da ziyaretçileri olduğu biliniyor. Tabii bu şahsiyetler, daha ziyade tarih, edebiyat, ilahiyat, tıp ve felsefe gibi sosyal ilimler sahasında araştırmacı olanlardan müteşekkil. Onunla dostluğu, münasebeti ve irtibatı olanlar arasında şu isimleri zikretmek mümkün: Abdülaziz Mecdi Tolon, Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmed Süheyl Ünver, Hasan Âli Yücel, Hasan Basri Çantay, Helmuth von Ritter, Hilmi Ziya Ülken, İbnülernin Mahmud Kemal İnal, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, İsmail Hami Danişmend, Kilisli Rifat Bilge, Louis Massignon, Mehmed Âkif Ersoy, Mehmet Ali Ayni, Mehmet Fuat Köprülü, Muallim Cevdet İnançalp, Oskar (Osman) Rescher, Osman Nuri Ergin, Şekip Tunç, Şerafeddin Yaltkaya, Yahya Kemal Beyatlı, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu. Yakın dönemlerde ebedî âleme uğurladığımız hocam Ömer Faruk Akün de henüz genç iken İsmail Saib Hoca’yı ziyaret etmiş ve kütüphaneye devam etmişti. Bilhassa, İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarihini yazarken ve Bursalı Mehmed Tâhir Osmanlı Müellifleri isimli eserini kaleme alırken İsmail Saib Efendi’den çok istifade ettiklerini belirtiyorlar. Süheyl Ünver de 1933’te Tıp Tarihi Enstitüsü’nü açarken Hocanın bu müesseseye de katkıda bulunduğu yazmıştır.
100 Civarında Kedi Beslerdi
Ebu’l-Ula Mardin de Huzur Dersleri’nde üstadı şöyle yâd eder: “İsmail Saib Efendi’nin, kedileri son derece sevdiği bilindiğinden herkes istemediği kedisini, Bâyezîd Kütüphanesi’nin bahçesine bırakırdı. Böylece İsmail Saib Efendi, kütüphanede 80-90 kedi beslerdi. Her akşam kedilere bir leğen ciğer, bir leğen süt bir leğen de su verirdi. Kediler kütüphanede dolaşır bazen de kitap raflarından pat diye okuyucuların önüne düşerlerdi. İsmail Saib Efendi, on binlerce kitabı tanıyan korkunç bir hafızaya sahip eşsiz bir hafız-ı kütübdü. Arapça bir kitabın yırtık sahifesinde kısmı hafızasından yazdırır, kitabın tam bir nüshası bulununca yazdırdığı kısmın, birkaç kelime farkla doğru olduğu görülürdü. İsmail Saib Efendi prensiplerinden fedakârlık yapmamak uğruna üniversitedeki Arap Edebiyatı profesörlüğünden istifa ettikten sonra müdürü bulunduğu Bayezid Kütüphanesi’ne kapanmış ve inzivaya çekilerek hiç dışarı çıkmamıştır.”
Fındıkoğlu’nun Hisleri
Mümtaz sosyolog Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, merhum âlimin vefatından sonra 31 Mart 1940 tarihinde kaleme aldığı yazıda İsmail Saib Sencer’in çok büyük bir değere sahip olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: “Esersiz olan Hoca’nın adı, Bağdat ve Mısır’dan ta Oslo’ya kadar olan mıntıkaların, yani şarkın ve garbın İslâmiyet denen ilimleriyle uğraşan mahfillerinde bir otorite olmuştur.” Fındıkoğlu yazısının sonunda duygularını şöyle dile getiriyor: “Şunu da ilave edelim ki mükemmel eserler verebilecek olan Hoca’nın eser vermemesi, şarkvari bir felsefenin kasdi olan neticesidir. O, eserini satırlar arasında değil sadırlar, yani göğü ve gönül içinde yaşatan ve devam ettirenlerdendir.”
Mehmet Serhan Tayşi Anlatmıştı
İsmail Saib Sencer hakkında bugüne kadar farklı mekânlarda beş altı toplantı yapıldı. Onlardan birini Zeytinburnu’nda “Zeytinburnu’nun Ebedî Sâkinleri” adıyla düzenlemiştim. Orada kıymetli bir kütüphaneci olan merhum Mehmet Serhan Tayşi üstadı anlatmıştı. Tayşi, İsmail Saib Sencer’in on binlerce kitabı bildiğini, etrafına devamlı surette bilgi verdiğini, onlara yardımcı olduğunu belirtmişmiş ve “Yanına gelen herkese bilgi hazinesini açmıştır, kuvvetli hâfızasıyla yardımcı olmuştur. Ona göre ilim satırlarda değil sadırlarda, yani insanın içinde olmalıydı.” demiş ve şöyle devam etmişti: “İsmail Saib Sencer kelimenin tam manasıyla bir âlimdi, onun vefatıyla bir âlem göçtü Türkiye’de. O mektep-medrese eğitimini birlikte yapmış, yüksek karakter sahibi bir abide şahsiyettir. Kendisini çok iyi yetiştirmiştir. Hocası Abdülkadir Belhi Efendi çok büyük bir âlim. 500 eseri var. İsmail Saib Sencer, önce hâfız oluyor, sonra dimağı bir anda açılıyor. Onu tanıyanlar bize büyük kabiliyetini anlatıyor. Dile hâkimiyeti büyük. Fransızca ve Almanca biliyor. Lâtince ve Grekçe’den anlıyor. Arapçası fevkalade, Farsçası ise mükemmeldir. Böyle derin bir kültüre sahiptir.”
Üçüncü Müdür Müydü?
Birkaç yıl önce Kemalettin Tuğcu anma programı için Bâyezîd Devlet Kütüphanesi’ne gitmiştim. O sırada müdür olan Abdülkadir Öztuğrul İsmail Saib Sencer’den bahsederek şu bilgiyi vermişti: “Biz İsmail Saib Hoca’yı kütüphanenin ikinci müdürü zannediyorduk, meğer üçüncü müdürmüş.” Ben hemen, “Herkes öyle biliyor, bu yeni kanaate nasıl vardınız?” diye sorunca bir belge göstermişti. Kütüphanenin resmî evrakına bakmıştım. Birinci Müdür Hafız Rüştü Efendi, İkinci Müdür Hacı Tahsin Efendi, Üçüncü Müdür İsmail Saib Sencer imiş. Tabii bu bilginin teyit edilerek ilan edilmesi gerekiyor.
Mazanna-i Kiram
Eskiler böyle büyük adamlara “mazanna-i kiram” derlermiş. Bugün bu tabirleri az kullanıyoruz. Kütüphanedeki birikime sahip olanlara da “hafız-ı kütüp” denilirmiş. Yani hem kitapları koruyan hem de muhtevalarından haberdar olan anlamında imiş bu tabir. Eski hafız-ı kütüpler arasında şüphesiz iki büyük isim var: İsmail Saib Sencer ve Ali Emiri Efendi. Büyük kitabiyat âlimi Sencer’e bir gün bir müellifin eserini getirirler. Asırlar önce kaleme alınmış. Kitabın ortasında ve sonunda eksik sayfalar var. İsmail Saib Hoca bu eksik sayfaları oturup hafızasından yazar ve tamamlar. Yanından eksik olmayan müsteşrik Osman Reşel buna şaşırır, tereddüt eder, sonra tahkik etmek üzere Süleymaniye Kütüphanesi’ne gider ve kontrol eder. Bakar ki İsmail Saib Hoca doğruyu yazmış. Hayrete düşer ve bu hadisenin ardından Hocaya bağlılığı ve hürmeti ziyadeleşir.
Artık bir efsaneye dönüşen Hoca’nın hatıratı, dilden dile yayılır, menkıbeye dönüşür. Bir başka gün de Ürdün Kralı Türkiye’ye gelmiştir. Atatürk’le görüşür. Bu arada bir kitap sorar. Adı Kitabü’l-Envar’dır. Atatürk, “Bunu bilse bile İsmail Saib Hoca bilir.” deyip Kadri Unat’ı İsmail Saib Hoca’ya yollar. Hoca önce kitabın adını düzeltir, “Kitabü’l-Envar değil, Kitabü’l-Enva’dır.” Sonra da kitabı buldurur. <span style="font-size:12.0pt;mso-bidi-font-size: 16.0pt;line-height:150%;font-family:" times="" new="" roman",serif;mso-fareast-font-family:="" "times="" roman";color:#222222;mso-fareast-language:tr"="">Meşhur Türk tarihçilerinin yanı sıra, Avrupalı şarkiyatçılar da ortak bir noktada birleşiyor. Hepsine göre, “Allame İsmail Saib Hoca’nın kafasının içi, müdürlüğünü yaptığı Bâyezîd Kütüphanesi’nden daha zengindir.” Rindmeşrep olan, çelebi kişiliğiyle tanınan ve tam bir münzevi derviş hayatı yaşayan İsmail Saib Sencer Hoca acaba herhangi bir tarikata mensup muydu? Bunu aşikâr bir şekilde belli etmemiştir ama yakın dostlarından Abdülbaki Gölpınarlı, onun tarikat bakımından “Mevlevî”, meşrep itibariyle “melâmî-Hamzavî” olduğunu, devrin Hamzavî kutbu olan Seyyid Abdülkadir-i Belhî’ye bağlı bulunduğunu söyler.
Kıymeti Artık Biliniyor
Böyle bir adam Batı’da yaşıyor olsaydı inanıyorum ki, şimdiye kadar hakkında yüzlerce kitap yazılmış, onlarca drama veya belgesel film çekilmiş olurdu. Biz bugüne kadar bu büyük değeri unutmuşuz. Allah’tan merhum Mehmet Serhan Tayşi, kültür tarihçimiz Dursun Gürlek, Beşir Ayvazoğlu ve Zafer Bilgi gibi birkaç kültür tarihçimiz zaman zaman onu hatırlattılar da, bu bilge şahsiyet unutulmaktan bir nebze kurtuldu. Teşvikte bulunduğumuz Zafer Bilgi kardeşimiz İsmail Saib Sencer isimli biyografi kitabına imza attı. Şükürler olsun ki şimdi bilge âlimimizin kıymeti yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Sinema yönetmeni bir arkadaşım hakkında film hazırlıyor, yeni çalışmalar yapılıyor. On binlerce kitabın muhtevasını bilen, ömrünü ilme adayan bilge âlimin zengin kütüphanesi daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne verilmişti. Buna karşılık bir vefa borcu olarak doğup büyüdüğü Erzurum’da büyük halk kütüphanesine onun adının verilmesi çok sevindiricidir.
Kardeşlerinden Taziyeye Teşekkür
Merhumun kaybından sonra kardeşleri Hasan Kemal, İbrahim ve Davut Sencer gazetelere bir “Teşekkür” ilanı verirler. Teşekkür ilanında, 22 Mart 1940 gününü gecesi saat on birde hayata gözlerini kapayan pek sevgili ağabeylerini rahmetle anan kardeşleri, taziyede bulunan devlet adamlarına, ilim adamlarına, akrabalara ve bütün dostlara teşekkürde bulunurlar. Pek derin teessür duyduklarını ifade eden Sencer Kardeşler, herkese şükran ve minnetlerini takdim ederler.
Türkiye’nin en köklü kütüphanesi olan Bâyezîd Devlet Kütüphanesi’nde 43 sene boyunca idarecilik yapmış olan böyle büyük bir zatı her zaman hatırlamak ve bilhassa kütüphaneci gençlere anlatmak zorundayız. O zaman yeni İsmail Saibler yetişir. Zira o da Ali Emiri Efendi gibi ömrünü bu milletin kültürüne, kitaplarına adamıştı. Öyleyse böyle şahsiyetleri çeşitli vesilelerle hatırlamalı, anmalı ve onları bugünün ilim, sanat ve kültür dünyasıyla yeniden buluşturmalı, tanıştırmalıyız. Hoca kitapları ve kedileri çok seviyordu. Rabbim bizi onun nurlu, feyizli ve merhametli yolundan gidenlerden eylesin, âmin. Yüzyılda bir yetişen âlimlerden biri olan İsmail Saib Sencer Hoca’yı rahmetle yâd ediyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarBizler seferle emr olunmuş inanmışlarız. Bu sefere iyi hazırlandığımızda, ihlâsla, samîmiyetle ve usûlüne uygun hareket ettiğimizde seferin sonu Allah’ın izniyle zaferle neticelenir. Yeter ki biz, reh...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
İlk okunan kitaplar unutulmaz. Tanışılan ilk yazarlar da. İyi bir edebiyat okuyucusu olmak için yazarlarla, şairlerle bizzat görüşmek gerekmiyor tabii ki… Zira kitaplarını okudunuz mu zaten vicâhı bir...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Kabuğumuzu kırmanın, kafamızı işletmenin yolu okumaktır. İnsan bir yandan kâinatı bir yandan da kendini okumalıdır. Okunan kitaplar insana eşyâyı tanıttığı kadar kendi gerçekliğini de öğretmelidir. Bu...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Çocukluk yıllarımızdan itibâren Tarık bin Ziyad bizim için diğer İslâm kahramanları gibi öncüydü ve büyük fetihlerin efsâne komutanıydı. Sonra bir fetret döneminde hem bu yiğit öncüyü hem de Endülüs r...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM