TOPRAK GİBİ TEVAZULU OLMAK
Tevazu; Allah karşısında kul
olduğunu bilerek hareket etmek, ahlâkî bir kavram olarak da insanlara karşı
kibirlenip böbürlenmemek, alçak gönüllü olmak ve saygılı davranmak anlamlarına
gelmektedir. Allah’ın salih kullarının bir özelliği de “mütevazı” olmalarıdır.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Onlar yeryüzünde
tevazu ile yürürler.”[1]
buyurulmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de
başlangıçta Allah’ın seçilmiş kulu ve elçisi, daha sonra da Medine şehir
devletinin başkanı olmasına rağmen hiçbir zaman kral gibi davranmamış, kral
gibi yaşamamıştır. Kendisiyle görüşmeye gelen bir yabancının görüşme anında
heyecandan titrediğini görünce Allah Rasûlü, “Korkma, rahat ol, ben kral değilim. Ben ancak Kureyşli kuru et yiyen
bir kadının oğluyum.”[2]
buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz, “Kim Allah için alçak gönüllü olursa Allah da onun derecesini
yükseltir.”[3]
buyurmuştur.
Tevazu mefhumu anlatılırken
toprak ile arasında bir alaka kurulur. İnsan topraktan yaratılmıştır, yani
insan bedeninin özüdür. Toprakta bereket vardır. Yediğimiz, beslendiğimiz gıdaları
toprağa ekerek ve yetiştirerek elde ederiz. Fakat insanlar, toprağı hor
kullanırlar. Altında ne var diye düşünmeden üzerini rahatlıklar çiğnerler.
Bununla birlikte, toprak ziraat bilimine göre ekildiğinde Allah’ın izni ile
içindeki bereketi insanlara sunmaktan geri kalmaz. Bu sebeple Mevlâna,
“Tevazuda toprak gibi ol.” demiştir.
Kişilik yönünden gelişmemiş bazı
insanlar, kişisel zaaflarını kapatmak için olduğundan farklı görünmeye
çalışırlar. Sözleri ve davranışları ile kendilerini çok güçlü gösterirler ve
insanların da kendisini ciddiye almalarını isterler. Fakat bunu yaparken gülünç
duruma düştüklerinin farkına bile varmazlar. Çünkü insanlar, söze değil,
icraata bakarlar. Gösterişli kıyafetlerle, yüksek modelli arabalarla, üst
perdeden yapılan konuşmalarla kendi çapında karizma yapmaya çalışanlar bir süre
zayıf kimseleri etkilemeyi başarırlar ve kendi nefislerini tatmin etmiş
olurlar. Ziya Paşa, “Ayinesi iştir
kişinin lâfa bakılmaz/Görünür kişinin rütbe-i asli eserinde.” demiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Lokman
(a.s.)’ın oğluna yaptığı nasihatte, tevazulu olma hususu da yer almaktadır: “İnsanları küçümseyip yüz çevirme,
yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, kendisini beğenip övünen kimseleri
sevmez. Yürüyüşünde de tabiî ol, sesini kıs. Şüphesiz seslerin en çirkini eşek
sesidir.”[4]
demiştir.
Tevazu ile tezelzülü, vakar ile
kibri birbirine karıştırmamak gerekir. Tevazu, üstünlük taslamadan tabiî
davranmaktır; tezelzül ise aşağılık duygusu ile hareket etmektir. Vakar,
Allah’ın insanoğluna vermiş olduğu “ahsen-i takvim” en güzel yaratılışı korumak
ve Allah’ın eseri olması hasebiyle bir değere sahip olduğu bilinci ile hareket
etmektir. Kibir ise, kendini yüksek görüp başkasını hor ve hakir görmektir.
Olgunlaşmış insanlar bu incelikleri bilirler ve ona göre hareket ederler. Çiğ
insanlar da dikkate alınmadıklarını gördüklerinde hırçınlaşarak “Siz benim kim
olduğumu bilmiyorsanız, ben size kim olduğumu gösteririm.” gibi sözler sarf
ederek kabalaşırlar.
İmam-ı Şafiî, kibirle yürüyen bir
köleyi görünce şaşırır ve yanındakilere sorar: “Bu adama ne oluyor, bu bir köle
değil mi?” Yanındakiler, “Efendim, o bir köle olsa da herhangi bir köle değil,
memleketimizin eşrafından falan kimsenin kölesidir.” derler. İmam-ı Şafiî de,
“Eğer önemli birinin kölesi olmak böyle havalı gezmeyi gerektiriyorsa hepimiz
havalı gezmeliyiz, zira her birimiz Allah’ın kulu ve kölesiyiz.” der.
Havalı hareket etmek hamlığın,
mütevazı olmak da olgunluğun alametidir. Nitekim kavak ağacı uzadıkça uzar,
fakat ne meyvesi vardır ne de gölgesinin insanlara bir faydası vardır,
kerestesi bile dayanıklı değildir. Oysa meyve ağaçlarının dallarındaki meyveler
olgunlaştıkça dallar aşağı eğilir, insanlar gölgesinden de yararlanır,
kerestesi de birçok alanda iş görür. Buğday başaklarının da olgunlaştığında aşağı
eğildiği görülmektedir.
Gözü ve gönlü tok olanlar,
kendini ve haddini bilenler mütevazı olurlar. İslâm ahlâkı ile ahlaklanmış
olanlar, üstünlüğün takvada olduğunu bilenler içi boş söz ve davranışlarla
gösteriş yapma gereği duymazlar, bu tür hareketleri cahilce bulurlar. Kişilik
yönünden zayıf, yetenek yönünden kifayetsiz olan cahiller ise süslü ve abartılı
sözlerle, bazen de yalan beyanlarla kendilerini takdim ederek toplumda
kendilerine saygın bir yer edinmeye ve iyi bir iş elde etmeye çalışırlar. Fakat
dikkatli ve tecrübeli biri sözlerle davranış arasındaki uyumsuzluğu hemen fark
eder ve boş sözlere prim vermez.
Yer altında, vaktiyle kendisini
vazgeçilmez sanan binlerce insan vardır. Halen kendisini vazgeçilmez sananlar
da bir gün toprak olacaktır. İnsanı Allah katında salih bir kul, insanlar
arasında saygın bir birey yapacak olan ise sahih bir iman, salih ameller ve
olgun kişiliktir.
[1] 25/Furkân,
63.
[2] Hakim,
Müstedrek, 4366.
[3] Müslim,
Birr, 69, Tirmizî, Birr, 82.
[4]
31/Lokmân, 18,19.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarMedineli ilk kadın Müslüman hanımlar arasında yer alan Havvâ bt. Yezîd b. Seken’in nesebi; Havvâ bt. Yezîd b. Seken b. Kürz b. Za’ûrâ b. Abdüleşhel’dir. Havvâ bt. Yezîd’in annesi Ensar hanımlarından...
Yazar: N.Nida DURAN
Elma sirkesi ile ilgili çok fazla şey duyup okuduğunuza eminiz! Bu mucizevi sıvının sindirimi kolaylaştırması, bağışıklığı güçlendirmesi ve cilt güzelliğine olan faydası artık pek çok kişi tarafında...
Yazar: Nesibe AYDIN
İnsanlar dünyaya ümmî olarak gelirler. Yani insanlar annelerinden doğduğunda bedenleri çıplak, beyinleri ve kalpleri saf, yalın, arı ve duru bir haldedir. İnsan, fıtratında yer alan hem iyiye hem de k...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Hoşgörü, ailede ve içinde yaşadığımız sosyal çevrede hayatın akışı içinde cereyan eden fakat pek de tasvip etmediğimiz ifade ve olayları olgunlukla karşılamak ve en uygun tepkiyi vermektir. Hoşgörü, k...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL