Çelebi Bir Hattat: Ali Alparslan
Hüsnühat sanatımıza büyük emekler vermiş sanatkârlarımız arasında Prof. Dr. Ali Alparslan Hoca’nın mühim yeri vardır. O çelebi mizaçlı, nüktedan, mütevazı ve kalender kimliğiyle gönüllerde taht kurmuştu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde hocamızdı. Klasik Türk Edebiyatı derslerimize giriyordu. Ama daha ziyade hat sanatıyla meşguldü ve odasına hüsnühatta meraklı olan üstatlar, sanatkârlar, talebeler girip çıkardı.
Hattın Zarif Kalemi
“Hattın zarif kalemi” 1925 yılında Çorlu’da doğmuştu. Haydarpaşa Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı ile Fars Dili ve Edebiyatı bölümlerinden 1948 yılında mezun olmuştu. Mezuniyetinden sonra Tahran Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1952’de master yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra Başbakanlık Arşivi, Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesi’nde görevler üstlendi. Başta Amerika ve Kanada olmak üzere birçok ülkede bulundu. 1956’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde asistan oldu. 1963’te Âşık Paşa’da Tasavvuf teziyle doktor, 1968’de Fazlullah-ı Hurûfî’nin Seyyid Nesimî’ye Tesiri teziyle doçent, 1980’de Kadı Burhaneddin Divanı’ndan Seçmeler teziyle profesör oldu. Chicago Üniversitesi’nde üç yıl ders verdi. Üniversite yıllarında hat sanatıyla ilgilendi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yıllarca Hocalık yaptıktan sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, ardından Süleymaniye Kütüphanesi’nde güzel yazı sanatımızı, yani hüsnühat’tı öğretmişti.
Büyük hattatlardan Abdülhalim Özyazıcı, Hamid Aytaç ve Necmeddin Okyay gibi üstatlardan ders aldı. Mustafa Düzgünman, Abdülbaki Gölpınarlı ve Emin Barın’ın en yakın dostlarındandı. Ömrünün sonuna kadar gönüllü olarak hat dersleri verdi, talebe yetiştirdi. Kendisi de çok kıymetli bir hattat ve hat tarihçisi olan Prof. Dr. Muhittin Serin İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı makalede şöyle diyor:
“Ali Alparslan, Necmeddin Hoca’nın izniyle akademinin hat hocalarından Mustafa Halim Özyazıcı’dan divanî, celî divanî ve rikâ’ yazılarını öğrenmiş, 1948 yılında ta’lik yazıdan icâzet almıştır. İran’da iken buranın önde gelen hattatlarıyla görüşmüş, Zerrin Hat adlı sanatkârın derslerine devam ederek İran nesta’likinin inceliklerini öğrenmiş, İran ta’lik üslûbu ve şikeste yazısıyla ilgilenmiştir. Daha sonra Emin Barın’ın Divanyolu’ndaki atölyesinde yapılan toplantılara katılmış, çeşitli sanat muhitlerinde yapılan faaliyetleri izlemiştir.”
Ali Alparslan’ın kültür, sanat, edebiyat ve muhtelif sahalarda kaleme aldığı pek çok makalesi vardır. Ayrıca birçok eserde, albümde, ansiklopedide, kitabede ve binada hat eseri bulunuyor. Kitap olarak şu eserleri neşredildi: Kadı Burhaneddin Divanı’ndan Seçmeler (Ankara 1977), Ahmed Paşa (Ankara 1987), Şeyh Galib (Ankara 1988), Ünlü Türk Hattatları (Ankara 1992), Abdülbaki Gölpınarlı (Ankara 1996), Osmanlı Hat Sanatı Tarihi (İstanbul 1999).
Unutamadığım Bir Hatıra
Hocamız, ömrünün son yıllarında Besmele Bahçesi isimli bir esere imza atmıştı. Merhum Ergun Göze ustamızın başında bulunduğu Boğaziçi Yayınları tarafından neşredilen eserde İslâm’ın Yüce Peygamberinden günümüze 400’de fazla Besmele örneği bulunuyordu. Kufî, Muhakkak, Reyhanî, Sülüs, Nesih, Tevki-Rika, Nesta’lik, Divanî-Celî, Divanî ve Resim Besmeleler… Sultan ve hanım besmeleleri… 400’den fazla örnek… En büyük hattatlarımızın meşkinden yansıyan ve 14 asra mühür vuran şaheserler… Hocanın teşrifiyle, Bâbıâli ayrı bir veçheye kavuşuyor, ilim, irfanla ve zarafetle bezeniyordu. Hoca bulunduğu muhitlere seviye getiren cinsten yüksek bir şahsiyet idi. Gurur, kibir onun semtine hiç uğramamıştı sanki. Büyükle büyük, çocukla çocuktu. Hüsnühattın kudretli kalemi, bilinmek için değil, bilmek için yaşıyor, sanattaki büyük ve ince sırrı keşfetmeye çalışıyordu. Esasen o, büyük bir ilim adamı, mümtaz bir sanatkâr, ender rastlanır bir münevver olmanın yanı sıra bir gönül insanıydı.
Biz millet olarak genelde yitirdiklerimiz hakkında yazmayı severiz. Elbette yazmalıyız ama yaşayan değerlerimizi de unutmamalıyız. Ben de bulunduğum gazetede Ali Hoca hakkında bir yazı yazmıştım. Orada büyük hizmetlerini, sanatımıza kattıklarını, irfanımıza armağan ettiklerini dile getirmeye çalışmıştım. Yazıyı görmüş, teşekkür etmişti. Yazıyı yazarken Hocayı aramış şunu sormuştum: “Aziz hocam, bir müşkülüm var. Zât-ı âliniz hakkında gazetede bir yazı yazmayı düşünüyorum. Ancak biyografinizi araştırırken farklı kaynaklarda doğum yılınız değişik yazılmış. 1923, 1925, 1927… Hangi sene doğru?” Gülerek şu cevabı vermişti: “Mehmetçiğim, hangisi beni en genç gösteriyorsa sen onu yaz!”
Vefatının Ardından
24 Ocak 2006 tarihinde ezelî daveti aldı ve ebedî âleme göç etti. Ertesi günü hava çok soğuktu. O gün muazzam bir kar da yağmıştı. Fatih Camii’nde cenaze namazı kılındı. Camiye gelen kalabalık cemaat arasında meslektaşları, talebeleri ve yakınları vardı. O zaman dikkat etmiştim. Meğer onu ne çok seven kişi varmış. Ona değer verenler avluyu doldurmuştu. Peki bunca kişi, daha önce onun için geniş bir salonda bir program düzenleyemez miydi? Adına “bir armağan kitap” hazırlanır, muazzam hat eserlerinden oluşan zarif bir sergi açılırdı. Hayatı bir belgelik film hâline getirilir, salonda gösterilirdi. Ne yazık ki hayatın heyheyleri içinde bu hizmetleri unutuveriyoruz. Ondan sonra kıymetli şahsiyetler tek tek ahiret yurduna göç edince de vazifemizi hatırlıyor, bu sefer de feryat figan ediyoruz. Bunlar bizim için ders aslında. Hiç olmazsa yaşayan emektarlar için bu hizmetler yapılmalı. Onların buna ihtiyacı yok. Ama milletimizin, bilhassa sanata meyilli olan gençlerimizin ihtiyacı var. Fazilet abidesi sanatkârları görsün ki onlara gıpta etsin, onlar gibi çalışsın ve eser versin.
Öğleden sonra cenaze namazı kılındı, imam efendinin isteği üzerine hep birlikte “İyi biliriz.” dedik. Âdettendir söylenir ama Hoca hakikaten iyi bir insandı. O gün sık ve düzgün saf tutan mü’minler, dostları, talebeleri hüzünlüydü. Mübarek tabutunu camiden alıp Karacaahmet Mezarlığı’na götürdük. Kabristandaki aile mezarlığına defnettik. Toprağın üstü bembeyazdı, karlarla örtülmüştü. Yer beyaz, kefen beyaz! Hayatı da lekesizdi, tertemiz, bembeyaz…
“Talik yazının Türkiye’deki tek otoritesi” olan Hoca, zirveye çıkmış, şahikalara ulaşmıştı. Yüzlerce, belki de binlerce talebe yetiştirmişti… Hem Batı’da hem de İslâm âleminde tanınıyordu. Türkiye’de ise sınırlı bir hayran kitlesine sahipti ne yazık ki… “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz.” buyurulmuş. Amenna ama keşke yaşayanlarımızı da ‘hayırla yâd etmesini’ öğrenebilsek…
Picasso sergisi için binlerce haber üreten gazeteciler onu tanıyamadı. Holding sahipleri, para sahipleri onu anlayamadı. Bazı gözler onu görmemiş, kulaklar işitmemiş, kalpler hissetmemişti. Eh bu da bir nasip meselesi değil mi ya! Şuur, basiret, feraset ister. Hocayı yakından tanıyan ise onu sevdi ve hürmette kusur etmedi.
Ardından Rahmetle Anıldı
Hoca’nın vefatında sadece hattatlar mı hüzünlüydü? Hayır, klasik Türk-İslâm sanatlarını bilen, uygulayan ve seven herkes müteessirdi o gün. Çünkü hat sanatımızın en seçkin temsilcilerinden, Ta’lik’in büyük üstadı, “Şeyhülhattatin/Hattatlar Şeyhi” Prof. Dr. Ali Alparslan dünya defterini kapatmış, ebedî âleme doğru yola çıkmıştı.
Prof. Dr. Ali Alparslan hakkında, vefatından sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü tarafından bir anma programı düzenlenmişti. Tünel’de Tarık Zafer Tuna’ya Kültür Merkezi’nde gerçekleşen toplantıda, Hoca’nın sanat dünyası ayrıntılı olarak ortaya konulmuş, fikirleri ve hatıraları anlatılmıştı. Biz dinleyiciler o gün, o konuşma ve hatıralardan çok istifade etmiştik. Prof. Dr. Ömür Ceylan’ın yönettiği toplantıda konuşmacılar, Ergun Göze, Prof. Dr. Atilla Şentürk, Prof. Dr. Savaş Çevik, Murat Bardakçı ve Prof. Dr. İskender Pala’ydı.
Hoca hakkındaki ikinci önemli toplantı 24 Ocak 2013 tarihinde Fatih Sultan Mehmed Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde gerçekleşti. Hüsrev Subaşı’nın takdimini yaptığı anma toplantısında Prof. Dr. Muhittin Serin, Prof. Dr. Fatih Andı, Ali Toy, Betül Bilgin ve Sinan Gürlen dinleyicilere hitap etmişti. Aynı gün Hocanın eserlerinden meydana gelen bir sergi de ziyarete açılmıştı.
Ali Hoca’nın talebelerinden, meslektaşı kıymetli Prof. Dr. Abdullah Uçman, yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Ali Hoca’yı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 1970’li yıllarda talebeyken tanıdım. Vefatına kadar devamlı irtibat hâlinde oldum. Kendisi hat sanatını ihya eden kişilerin başında gelir. Rahmetli Süheyl Ünver, Osmanlıdaki talik yazının zirvesi olan Yesarilere atfen ‘Ali Alparslan çağımızın Yesarî’sidir.’ demiştir. Ali Hoca, gerçekten mütevazı bir insandı. Sanattan para kazanmak gibi bir arzusu olmamıştı.”
Ali Hoca artık aramızda değil. O üretken insan, çalışkan sanatkâr, mahviyetkâr hattat, o hep daha enginlere ilerleyen “sessiz gemi,” o müşfik ve mütevazı babacan hoca, o çelebi adam, başka limanlara doğru yola çıkmıştı. Büyük yerden davet almış ve “evvel giden ahbaba” kavuşmuştu. Karacaahmet, nice mü’minin beşiği, birçok âlimin ebedî mekânıdır. Serin serviler altında yatanların hepsine rahmet dilerken, yine şiire ve tabii ki Şairler Sultanı Necip Fazıl’a sığınıyoruz:
Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?
Mezar, mezar zıtların kanatlandığı nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedî gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
Çelebilik ve kalenderlik vasıflarını üstünde en iyi taşıyanlardan, Melami meşrep Ali Alparslan Hocanın vefatından sonra Sement Akçay şu tarihi düşürdü:
Cedd-i Alparslan şanını kılıç ile yazdı
Nesl-i Alparslan namını kalem ile yazdı
Nevri hatt-ı ta’lik ile tahrir eyle tarihi
Vah ki Alparslan Hoca kelime-i temmeti yazdı
O sahip olduğumuz büyük ve parlak İslâm medeniyetinin sanata akseden yüzünü görmüş, ışığını keşfetmiş ve tutup o inci mercan güzellikleri, ihtişamı ve zarafeti insanlarımızla paylaşmıştı. Bugün hat sanatımız, Hamid Aytaç, Halim Özyazıcı ve Ali Alparslan gibi üstat hocalar sayesinde diri bir şekilde yaşıyor. Hat sanatımız, o üstatların talebeleri ve bu talebelerin yeni öğrencileri sayesinde şahikasına erişiyor, zirvelere çıkıp tutunuyor. Ruhları şad, kabirleri nur, mekânları cennet, menzilleri mübarek, makamları âli olsun inşallah.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarBazı şahsiyetler vardır ki, yüzlerce isim arasından öne çıkar, size gülümser, kendilerini hatırlatırlar. O şahsın çehresi gözünüzün önünde beliriverir, sîmâsı ayan beyân olur. Yüreğinizde yer etmiştir...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Yıllardan beri Filistinlileri soykırıma tabi tutan İsrail, Gazze’yi haftalardır acımasızca bombalıyor. Dünyanın gözü önünde evlerini, camilerini, hastanelerini hedef alarak çocukları, kadınları, yaşlı...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Edebiyatımızda Saat/Vakit VurgusuTürk edebiyatında saat ve vakit vurgusu birçok eserde, şiirlerde, hikâyelerde, romanlarda geniş şekilde yer almıştır. Hatta bu tema, sadece bu ana türlerde değil hatır...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
15 Temmuz ihanetinin üzerinden tam 7 sene geçti. Dünyadaki emperyalist ülkelerin kullandığı ve ülkemize musallat ettiği cemaat görünümlü ama aslında bir istihbarat örgütü olduğu ortaya çıkan FETÖ’nün ...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM