NEZÂKET SAHİBİ OLMAK
31. Hadis
"Allahu
Teâlâ refîktir (kullarına kolaylık diler, güçlerini aşan şeyleri yüklemez).
Kullarının da yumuşaklıkla muâmele etmelerini sever. Yumuşak huylulukla yapılan
işlere verdiği muvaffakiyeti bunun dışındakilere vermez.” [1]
Somuncu
Baba Diyor ki:
“Kardeşlere karşı
sertlik yerine yumuşaklığı tercih etmek, Rahmân’ın kula olan lütuf tecellîsinin
kahır tecellîsinin önüne geçmiş olmasının sonuçlarındandır. Merhamet meydanında
yarış ki, rahmeti gadabını geçen[2] Zat
da sana rifkatte bulunsun.”
Hadisin
Yorumu
İnsanların tabiatlarında genlerin, bölgenin,
yiyip içtiklerinin, aile ortamı ve okulun, dostluk kurduklarının ve diğer
etkenlerin müessir olduğu bilim insanları tarafından dile getirilen bir
husustur. Nitekim şu durumu istisnaları olmakla birlikte genel olarak hepimiz
tecrübe etmişizdir: Karadenizliler mısırı çok yediklerinden, çabuk
sinirlenirler, ama kızgınlıkları hemen geçer. Sobanın üstündeki mısır nasıl
birden patlayıp puf diye sönerse, aynen öyle. İç Anadolu insanı çok yediği
buğday gibidir. Yanar-yanar patlamaz, kendini yakar. Sobanın üstündeki buğdayın
yanmasına rağmen patlamaması gibi. Doğu ve güneydoğu insanı eti ve acı baharatı
çok tükettiğinden dolayı sert tabiatlı olur. Egeliler de zeytinyağına
düşkünlüklerinden dolayı munis tabiatlıdır. Dolayısıyla
insanın geçmişinden ve çevresinden etkiyle oluşturduğu tabiatı çeşitli katkı
maddeleriyle yoğurulup şekillenmiş gibidir. Bu sebeple bazı huyları insan
istese de bırakamaz. Karadeniz insanındaki sinirlilik hali bundandır. Bununla
birlikte törpülenmesi veya baskılanması gereken yönlerimizi düzeltmek
durumundayız. Dinimiz, ahlâkımız ve insan olmamız bunu gerektirmektedir. Bunun
için de nefsimizi terbiye etmeye eğileceğiz.
İnsana Değer Vermek
Maaşlarını sizden alan insanlar geçimlerini temin etmek
ve işsiz kalmamak için kaba davranışlarınıza, hakaretlerinize katlanabilir.
Ancak kalplerinin içine bakma imkânı olsa orada ne tür fırtınalar estiğini
görebilirdik. Çünkü insan için onur çok önemlidir. Bu sebeple şahsiyetlerini
ezerek iş yaptıranlar otoriteyi veya kontrolü kaybettiklerinde bunun bedelini
ağır öderler. Esasında normal zamanında da işçiler isteksiz ve kalpleri kırık
çalıştığından dolayı onlardan istediği randımanı aslâ alamaz. Çünkü
benimseyerek iş yapmak ile zoraki çalışmak arasında çok fark vardır. Nitekim
inşaat ve tarım gibi işlerde yevmiyeci olarak işçi çalıştıranlar, getirdikleri
kimselerin performanslarından memnun kalmadıklarında ertesi gün onları tekrar
çağırmazlar.
Bunlar ve benzeri örnekler insana insan gibi yaklaşmanın
ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Belki elinizdeki güç ve imkânlarla
karşınızdakine istediğinizi yaptırabilirsiniz, ancak onun gönlünde yer
edinemezsiniz, sizin talebinizi menfaat karşılığı yapar. Evde bile otoriteniz sebebiyle
çocuklarınıza istediğinizi yaptırabilirsiniz ama istekle yerine getirilmeyen
görevler kalıcı tesir bırakmaz. Fırsatını bulunca hemen kaytarma başlar.
Esasında isteksiz yerine getirilen taleplerimiz bizim de canımızı sıkar, ancak
buna kendimizin sebep olduğunu anlarız, ama anlamak istemeyiz. Başkalarına
benzeri olaylarda nasıl davranacaklarına dair tam bir bilge gibi nasîhatte
bulunuruz, lâkin iş kendimize geldiği zaman hırçınlaşırız. İstediğimizin
yapılması için zor bile kullanırız.
Allah’ın Üslubu
Allah’ın insanları İslâm’a davet eden üslubuna baktığımız
zaman, çoğunlukla tatlı ve cenneti hatırlatan bir üslup, yanlışlık ve haramlara
bulaşılması ve de zulmedilmesi durumunda ise cehennemi hatırlatan sert bir
üslup ile bizlere hitap ettiğini görmekteyiz. Kur’an’ı baştan sona sıralı bir
şekilde okuduğumuzda, sanki karşımızda çok samîmî bir dostumuz varmış da
bizlere sohbet ediyormuş hissine kapılırız. Bazen bize güzellikleri över, bazen
kötülüklerden sakındırır, ama tek amacı vardır: Bizim daha güzel bir insan olmamız.
Bu sebeple Kur’an’ı baştan sona okuyan insanda Allah’a karşı havf ve recâ
dediğimiz korku ve ümit arasında bir duygu oluşur ve bu onu Allah’a daha çok
yaklaştırır. Çünkü Rabb’imizin üslubu insanı öteleyen değil insanı İslâm’ın
buyruğuna doğru çeken ve sarmalayan bir hitap içermektedir. Bu sebeple Kur’an’ı meâlinden anlayarak
sonuna kadar okuyan mü’minin Allah sevgisi ve saygısı artar. Yerine getirmesi
veya kaçınması gereken hususları bir yük olarak değil, kendisini seven
kendisinin sevdiği yaratıcıya olan muhabbetinden ve saygısından dolayı yerine
getirmeye başlar. Bu, ilâhî buyruğun amacı ve hedefidir. Bu sebeple son kitabın
insanlara seslenme tarzı bizim için de örnek alınacak bir üsluptur.
İnsanların
İslâm’a davet edilmesinde bir şey çok dikkatimizi çeker: Rabb’imiz,
İslâm’ın insanlar tarafından kabullenilmesini onların tercihlerine bırakmıştır.
İsteseydi kalpleri çeviren kendisi olduğu için öncelikle Arabistan
coğrafyasında yaşayanları daha sonra da bütün dünyayı Müslüman yapardı. Kudreti
açısından buna bir engel yoktur. Lâkin bu yola girmeden, beşeriyeti mâkul
delillerle iknâ etme yolunu benimsemiştir. Bu sebeple de varlığının delili olan
âyetleri peygamberine indirerek zatını bütün insanlığa hatırlatmıştır. Âyetlerin
bir kısmında ise kâinattaki güzelliklere işaret ederek, âlemlerin sahibi
olduğunu buradan bile anlayabileceklerine değinmiştir. Dolayısıyla her türlü
kudreti zatında toplamış olan evrenin sahibi, insanların İslâm’a zorla değil,
gönül rızâsıyla girmelerini istemektedir. Allah’ın sadece iknâ etme yöntemiyle
insanlara dini teklif etmesi üslûbun önemini de ortaya koymaktadır.
Allahu
Teâlâ Mûsâ ve Hârun Peygamberlerden Fir’avun’a gitmelerini ister. Bir de şu
tavsiyeyi yapar: “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya
korkar.”[3] Çünkü
hükümdar olan bir insana farklı bir lisan kullanılması hem kendi canları hem de
dinin tebliği açısından son derece olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. Bu yüzden
Fir’avun’u nezâketle davet etmelerini istemişti. Rabb’imiz aynı hususu
peygamberimizden, onun şahsında da bizlerden istemiştir: “(Rasûl’üm!) Sen,
Rabb’inin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde
tartış! Rabb’in, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve o, hidâyete
erenleri de çok iyi bilir.”[4]
Bir başka âyette de, “Şâyet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz,
etrafından dağılıp giderlerdi.” buyurur.[5]
Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in Yaptığı
Allah
Rasûlü’nün bütün hayatı boyunca biriyle kavga ettiği, ağız dalaşına girdiği,
kötü söz söylediği, hakâret ettiği görülmemiştir. İnsanları İslâm’a davet
ederken güzel ve tatlı bir üslup kullanmış, anlattıklarına inanmayanlara veya
kaba bir şekilde itiraz edenlere hakâret etmemiştir. Baskı uygulamamıştır,
“Kabul etmeye mecbursun.” dememiştir. Allah da ondan bu tavrı istemiştir: “Eğer
seninle tartışmaya girerlerse de ki: ‘Bana uyanlarla birlikte ben kendimi
Allah'a teslim ettim.’ Kitap verilenlerle verilmeyen ümmîlere de, ‘Siz de
Allah'a teslim oldunuz mu?’ de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular
demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse, sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah
kullarını çok iyi görmektedir.”[6]
“Allah'a itâat edin, peygambere itâat edin, karşı gelmekten çekinin. Eğer
yüz çevirirseniz bilin ki, peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir.”[7]
“Eğer yüz çevirirlerse, sana düşenin sadece açıkça tebliğ olduğunu bil.”[8]
Âyetlerde
Hz. Peygamber (s.a.v.)’den yaptığı işi tebliğle sınırlandırmasının istenmesine,
bunun ötesine geçerek kimseyi zorlamamasının talep edilmesine dikkat etmek
gerekir. Bu sebeple o sadece bir şeyi yapmaya çalışmıştır: Tebliği
olabildiğince güzel ve şefkatli bir üslupla yerine getirmek ve anlattıklarını
kendi hayatında uygulamak. Zaten hayatına baktığımızda da “Nasıl bu kadar
tahammül etmiş?” dedirtecek seviyede mütevâzı bir yaklaşım ve güzel bir dille
insanları hak dine davet ettiğini görüyoruz. Sonuç? Sonuç ortadadır. Aklın
kabul etmekte çok zorlanacağı müthiş bir başarı ve yirmi üç yıl gibi kısa bir
sürede müthiş bir muzafferiyet. Allah Rasûlü’nün bu yönteminden alacağımız çok
dersler vardır.
Rasûlullah’ın İnsanlarla İlişkileri
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in peygamberlik görevini bir yana
koyarak bir insan olarak çevresindekilerle nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu
anlamaya çalışan bir kişi, büyük bir zat ile karşı karşıya olduğunu hemen
anlar. Çünkü son derece sert tabiatlı, haksızlığa tahammül etmeyen, isyankâr,
aynı zamanda da çoğu oldukça kaba olan bir insan kitlesinin içinde yaşamasına
rağmen kalbini kırdığı insan yoktur. Bütün zorluklara ve çektiği cefalara
rağmen ağzından kötü söz çıkmamıştır. Bunun yanında anlamakta zorlananlara
birkaç kez anlatarak çoğu kez de dinleyenlerin seviyelerine uygun bir anlatım
tarzı benimseyerek etrafındaki kişileri kendisine sahâbî yapmıştır. İşte oluşan
bu dostluk sonucunda Allah Rasûlü için canlarını verecek noktaya gelmişlerdir.
Bir insan, bir başkası için nasıl olur da canını fedâ edebilir? Bunu iyi
anlamamız gerekir.
Enes b. Mâlik’in şu sözü her şeyi özetlemektedir: “Hz.
Peygamber (s.a.v.)’e on yıl hizmet ettim. Bu süre zarfında bana bir kere bile
‘Öf!’ demedi (en küçük bir azarını bile işitmedim). Yaptığım bir şeyden dolayı,
‘Onu niçin öyle yaptın?’; yapmadığım bir şeyden dolayı da, ‘Onu niçin
yapmadın?’ demedi (Beni eleştirip rencide etmedi).”[9]
Hz.
Peygamber (s.a.v.) (yolda) bir adama rastlayıp da onunla konuştuğu zaman, adam
dönüp gidinceye kadar yüzünü ondan çevirmezdi ve adamla tokalaştığı zaman, adam
elini çekinceye kadar o, elini adamın elinden çekmezdi. Hiçbir zaman onun dizleri
de yanında oturan adamın dizlerinden ileride görülmemiştir.[10]
Bize Düşen
Yaşadığımız dönem sanki İslâm’ın ilk dönemleri gibidir.
Bu yüce dini insanlara hem anlatarak hem de yaşantımızla tebliğ etmek
durumundayız. Bunun için de şefkat dilini kullanmak zorundayız. Unutmayalım ki
bizler, insan kazanma derdinde olmalıyız. Kazanacaklarımız sadece çevremizde
gördüklerimizle sınırlı değildir. Çocuklarımız, akrabamız ve en yakın
arkadaşlarımız da buna dâhildir.
[1] Muslim, Birr ve's-Sıla, 23, Rakam: 77.
[2] Bkz. Buhârî, Rakam: 7422.
[3] 20/Tâhâ, 44.
[4] 20/Tâhâ, 125.
[5] 3/Âl-i İmrân, 159.
[6] 3/Âl-i İmrân, 20.
[7] 5/Mâide, 92.
[8] 16/Nahl, 82.
[9] Buhârî, Rakam: 6038.
[10] İbn Mâce, Rakam: 3716.
Enbiya YILDIRIM
Yazar30. Hadis "Ruhlar sıralanmış asker toplulukları gibidirler. Ruhlar âleminde tanışıp anlaşanlar (dünyada) anlaşırlar. Buna karşılık, ruhlar âleminde anlaşamayanlar (dünyada) da birbirleri ile anlaşama...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Hak aramak adına son yıllarda sokaklara dökülen insanların yaptıklarına bir bakınız. Molotof kokteylleri rastgele atılıyor, kaldırım taşları yerlerinden sökülüyor, çöp konteynırları kullanılamaz hâle ...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Küçük yaşlardayken yaşlı amcaların konuşmalarını dinlerdik. Yaşadıkları hayattan bir şey anlamadıklarını, geçmişi sanki yaşamamış gibi hissettiklerini, her şeyin bir rüya gibi geçip gittiğini söylerle...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsan nihâyetinde kendisine takdir edilmiş olan ömrü bir şekilde tamamlayıp ebedî âleme intikal ediyor. Zira Allah bugüne kadar hiç kimseye dünyada ebedî yaşama imkânı vermedi. Bundan sonra da vermeye...
Yazar: Enbiya YILDIRIM