MÜSLÜMANLARIN CİLT SANATINDA YANSITTIKLARI ESTETİK ZEVK
Yüce Rabb’imiz, “Yaptığınız işi güzel yapın; Allah işini
güzel yapanları sever”;[1] Sevgili Peygamberimiz ise bir hadîs-i
şerîflerinde; “Yüce Allah, yaptığınız işi
sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur.”[2] buyurmaktadır. Bu açıdan bakıldığında
kitapların dağınık, düzensiz ve intizamsız bir şekilde durmaktansa estetik bir
formda olmasına ve göze de hitap etmesine özen gösterilmiştir.
Sûfîler, “Onların alâmeti, simalarındaki secde izidir.”[3] ve “O
gün kimi yüzler ak kimileri karadır.”[4] gibi âyetler muvâcehesinden bakıldığında
cildin zâhir için bâtın aynası olduğunu ifade etmişlerdir. Yine bu açıdan
bakıldığında misâl âlemi gerçek âlemin cildi mesâbesindedir.
Kurân-ı Kerim ve hadîs-i
şeriflerin mânevî güzelliklerine mukâbil
olarak ciltlerinin de güzel olmasına özen gösterilmiştir. “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.”[5] âyetinde ilâhî hitap hem insanın dış
görünüşünü hem de bâtınını kastetmektedir. Asıl olan iç güzelliğidir. İçi güzel
olmayanın dışını süslemesi bir anlam ifade etmemektedir. İçlerinde iman olmayan
müşrikler pisliğin ta kendisi olarak nitelendirilirken[6], dış
görünüşleri hoşumuza gitse de içinde iman olmayan münafıklar içi boş odun
kütüklerine benzetilmiştir.[7] İnsanın dışını şerîat içini tarîkat
güzelleştirmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in, “Yaradılışımı güzel kıldığın gibi ahlakımı da güzel kıl.”[8] duâsı
iç ve dış güzelliğinin uyumuna ve önemine işaret etmektedir.
Camiye giderken namazı huşû
ile kılmanın ehemmiyeti yanında giyim kuşama da dikkat edilmesi, misafiri
karşılarken ona ikram etmenin yanısıra karşılarken elbiselerin de temiz ve
düzgün olmasına dikkat edilmesi ve hac esnasında bembeyaz ihramın giyilmesi bâtın
kadar zâhirin de önemine dikkat çekmektedir.
İslâm kültür ve
medeniyetinde tarih boyunca el yazması eserler özenle korunmuştur. Yazıya ve
kitaba gösterilen hürmet hârika sanat eserlerinin ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Saygın bir hattatın kaleminden ortaya konan el yazması eserler, gözde
bir müzehhibin süslemesiyle çekici bir kıvama ermiş, cilt ustasının itina ile
kapladığı eser tarihe meydan okumuştur. Hem ilgi odağı hem de dayanıklı
yapısıyla kütüphanelerde ve koleksiyonlarda okuyucuların istifadesine
sunulmuştur. [9]
Cilt kavramının aslı
Arapça olup deri ve kap mânâsına gelmektedir. Dergi veya kitapların
yapraklarını dağılmaktan korumak ve onları bir arada bulundurmak için, ince
tahta, deri, kâğıt, bez veya mukavva ile gerçekleştirilen kaplamalara cilt
denilmektedir.[10]
Ciltçilik sanatı
kitapların en güzel şekilde mahfazasına yönelik gerçekleştirilen gayretinn bir
ifadesidir. Aynı boyuttaki kâğıt veya formalar bir araya getirilmiş, kitap ve
dergilerin rahatça okunabilmeleri sağlanmış, forma ve sayfalar uzun süre
dağılmadan saklanabilmiş, eserin dış cephesine geçirilen deri, bez veya
mukavvadan kapaklar sanat dünyamızda birer sanat hârikası olarak dikkatleri
üzerine çekmiştir.
Cilt çeşitleri, malzemelerine
ve süsleme tekniklerine göre ikiye ayrılmaktadır. Ciltler malzemelerine göre
deri, kumaş, ebrulu, murassa‘ (mücevherli), lake iken; süsleme tekniklerine
göre şemseli, zilbahar (zerbahar), yekşah, zerduz, çârkûşe olarak adlandırılır.
Şemseli ciltler: Ciltçilikte
en çok kullanılan malzeme deridir. Deri ciltler şekillerine göre çeşitli
isimler almıştır. Adını deri üzerine yapılan şemse motifinden alır. Bu
ciltler şemsenin bezenme tarzına göre, alttan ayırma şemseli, üstten ayırma şemseli,
mülemma‘ şemseli mülevven şemseli, soğuk şemseli, müşebbek şemseli gibi
isimlerle anılırlar.
Cilt kapakları deri,
kâğıt ya da bez mukavvadır. İki kapağı ve sırtı deri olanlara bütün deri cilt
adı verilir. Yalnız sırtı veya sırtı ile kapaklarının köşeleri deri kaplı ve
yüzlerine renkli kâğıt yapıştırılmış olan ciltlere yarım deri cilt denir.
Kapakları mukavva üstüne kâğıt yapıştırılmış ve sırtları bezden olan ciltlere
mukavva veya karton cilt adı verilir.[11]
Adını
cildin göbek kısmında veya zeminin tamamında bulunabilen halk arasında “kafes
şemse” de denilen zilbahar cilt
özel bir süsleme türüdür. Kapak üzerine ezilmiş varak altını ile
dört dilimli yaprak motifi ve parmaklık şeklinde çizgiler çekilir.
Motiflerin ucu sivri metal bir
aletle bastırılarak yapılan ciltlere yekşah
cilt adı verilmektedir. Bazen bu tarz işleme zilbahar
şemseli ciltlere de uygulanmıştır.
Deri üzerine sarı, pembe ve
yeşil sırmalarla realist motiflerin işlendiği ciltlere zerduz cilt adı verilmektedir.
Kadife veya desenli, işlemeli
kumaşlarla kaplanmış ve kenarları köşelerde üçgen köşebentler yapacak şekilde
deri ile çevrilmiş ciltlere çârkûşe
cilt adı verilmektedir.
Mukavva üzerine keten, ipekli
veya kadife kumaş kaplanarak yapılan ciltlere kumaş cilt denilmektedir.
Cilt
sanatında önemli bir konuma sahip olan ebrulu cildin tarihçesi
XV. yüzyıla kadar inmektedir. Ebrulu ciltler, dayanıklı olabilmeleri için
genellikle çârkûşe tekniğinde yapılmışlardır. Ebru, cildin dış ve iç
kapaklarında kullanıldığı gibi kitap mahfazası yapımında da tercih
edilmiştir.
Maddî
kıymeti yüksek olan ve cilt sanatından çok kuyumculuk sanatıyla ilgili bir
cilt çeşidi olan murassa’ cildin fildişi oymalı, altın kaplamalı,
mozaik, yeşim kabartma, yakut, zümrüt, inci ve elmas süslemeli olanları
bulunmaktadır. Daha çok Kur’ân-ı Kerim ciltlerinde uygulanmıştır.
Bir
diğer cilt türü lake cilttir. Adını “lak” (vernik) kelimesinden alan ve ruganî
veya edirnekârî de denilen lake ciltlerde kapağın yapıldığı mukavva veya deri
perdahlanıp tamamen pürüzsüz hâle getirilerek verniklenir. Bu cilâlı satıh
üzerine altın ve boya ile nakışlar yapıldıktan sonra cam gibi parlak bir yüzey
elde edilinceye kadar birkaç kat daha vernik çekilir. Türk cilt sanatında ilk
lake örnekler XV. yüzyılda Osmanlılar ve Timurlular’da görülür; bu asırdan
itibaren Safevîler’de ve Bâbürlüler’de de uygulanmıştır.
Bu cilt çeşitlerinden başka kâğıt ve değerli evrakın
yıpranmamasını sağlayan cilbent ve yazma eserleri korumak amacı ile yapılan
kitap mahfazaları da benzerlikleri itibariyle ciltçilik içinde mütalaa
edilmektedir.
Ciltlerin tezyinatında kullanılan
süsleme unsurları; yıldızlı, dilimli, mühr-i Süleymanlı, tek veya çok merkezli
geometrik zeminli, rûmîli, hatâyîli, yuvarlaktan ovale geçişe hazırlıklı, düz-ince
oval, dilimli oval, klasiğe yakın oval, zencîr-i saâdetli, sekizgen, dikdörtgen
çeşitleri olan şemse desenidir. Stilize hayvan motifi olan rûmîler, ‘arabesk’
adıyla bilinen ve en çok kullanılan geometrik süslemeler, daha az kullanılan bitkisel süslemeler, geçme
ve girift örgülü süslemeler ve yazılı süslemelerdir.[12]
He ne kadar ciltler,
malzemelerine ve süslemelerine göre birbirlerinden ayrılmakta ise de ortaya
çıkan üslûplar daha çok ait oldukları kültür alanlarının adıyla anılmaktadır.
Tarihî gelişimi içinde İslâm cilt sanatı şu isimlerle anılmıştır: Hatâyî, Herat, Arap, Rûmî, Memlük,
Mağribî, Türk (Osmanlı), Buhârâ-yı Cedîd.
1. Hatâyî Üslûbu: Bütün süslemelerde hatâyî denilen bitkisel
motiflerin tercih edildiği hatâyî
üslûbu, Kâşî, Horasan, Buhârâ ve Dihlevî alt üslûplarına ayrılır. Bunlar
arasında çok küçük farklılıklar vardır.
2.
Herat Üslûbu: Timurlular zamanında (1370-1506) en büyük sanat merkezi
olan Herat ile diğer önemli sanat merkezleri Şîraz ve İsfahan’da Türk, Moğol ve
İranlı ustalar tarafından geliştirilmiştir. Bu ciltlerin en güzel örnekleri
Timur ve torunlarının sarayları ile ünlü vezir Ali Şîr Nevâî’nin sarayında
yapılmıştır. Şemselerle köşebentlerin içleri ve aralarında kalan boşluklar
bitkisel motiflerle doldurulmuştur. Ayrıca uygun yerlere insan, kuş, yılan,
aslan gibi hayvan ve ejderhâ, zümrüdüanka gibi efsânevî yaratık figürleri
yerleştirilmiş, bunların aralarına da Çin bulutları serpiştirilmiştir. Kapak
içlerinde ise genellikle “katı‘” tekniği kullanılmıştır.
3. Arap
Üslûbu: Bu
cilt türü el-Cezîre, Halep ve Şam bölgelerinde gelişmiştir. Ciltlerin gerek derileri
gerekse işlemeleri biraz kaba görünüşlüdür. Bu aslında Abbâsîlerle başlayan
Türk tesirli bir üslûptur ve Uygur cildinden mülhemdir.[13]
4. Rûmî
Üslûbu: Anadolu’daki Selçuklu ve tesiri altındaki
İlhanlı ve Anadolu Beylikleri ciltçiliğidir. Rûmî
denilen bu Anadolu Selçuklu cilt üslubu, 13. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren Memlüklerde, 14. yüzyıldan itibaren de İlhanlılarda ve Karamanoğulları
başta olmak üzere Anadolu beyliklerinde devam etmiştir. 15. yüzyılda Memlüklü ciltçiliğiyle Osmanlı
ciltçiliği arasında büyük bir paralellik görülmektedir. Bu asırda Timurlular'la
Karakoyunlular ve Akkoyunlular zamanında da güzel cilt kapakları yapılmıştır.[14]
5. Memlük
Üslûbu: Memlük
Türkleri’nin Mısır’da ortaya koydukları Arap üslûbuyla karışık olan Memlük
üslûbu birçok yönüyle Rûmî’ye benzemektedir. XV. yüzyılda ve XVI. yüzyılın
başlarında da Osmanlı üslûbuna paralellik gösterir. Bu tarzda yapılmış
ciltlerin pek çoğu Kayıtbay (1468-1496) ile Kansu Gavri’ye (1501-1516) ithaf
edilmiştir.
6. Mağribî
Üslûbu:
Endülüs, Sicilya ve Fas’ta gelişmiştir. Arap üslûbunu andırır; İspanya ve
Sicilya yoluyla Avrupa ciltçiliğini etkilemiştir. Renk, ağırlıklı olarak
kahverenginin bütün tonları ile siyahtır. Yuvarlak, girift geometrik şemseler
çok görülür. Cilt kenarlarında mutlaka zencirek veya bordür vardır.
7. Türk
Üslûbu: Diyarbakır, Bursa, Edirne, İstanbul, şükûfe,
barok ve modern olmak üzere birbirinden küçük farklılıklar gösteren alt
üslûplara ayrılır. Adı geçen şehirler Osmanlı ciltçiliğinin geliştiği başlıca
merkezlerdir. Lake cilt de bu üslûp içerisinde değerlendirilmektedir
8. Buhârâ-yı
Cedîd Üslûbu: Hatâyî, Dihlevî ve
Avrupa üslûplarının karışmasından meydana gelmiş olup İslâm cilt sanatının son
safhasıdır.
Mücellidlerin imza
kullanmamaları aynı zamanda müzehhip, musavvir, minyatürist ve ebruzen olmaları
hasebiyle isimlerini tesbit edebilmek oldukça güçtür. Osmanlı Dönemi
mücellidlerinden imza ve isim kullananlar sarayda çalışan ve önemli kişilere
cilt yapan ustalardır. Bunların yekûnu ise toplam mücellidlerin ancak onda birlik
kısmına tekâbül etmektedir. İşi zorlaştıran diğer bir unsur ise mücellidlerin
diğer kitap sanatları ile uğraşmalarıdır.
Geçmiş yüzyıllarda saraya
bağlı nakkaşhâneye mensup veya dışarda serbest olarak mesleğini icrâ eden
mücellitler bulunmakta idi. Tezhip hüsn-i hat gibi diğer sanatları da içine
alan ehl-i hiref (sanat ehli) teşkilâtında Cemâat-i Mücellidân-ı Hâssa adıyla
anılan padişaha mahsus mücellitler topluluğu, şâkirdleri (çırakları) ile
sanatlarını icrâ ederlerdi. Aralarında sermücellit, serbölük, seroda,
serkethüda, kethüda unvanlarıyla rütbelendirilen hem müzehhip, hem mücellit,
hem nakkaş olarak sanatlarını icrâ edebiliyorlardı.[15]
“Menâkîb-ı Hünerveran, Tuhfe-i Hattatin, Hat
ve Hattâtîn” gibi eserlerde mücellidlere ve sanatlarına dair verilen
malumat pek azdır. Bütün tarihî kaynaklarda isimleri bilvesile zikredilmiş olan
mücelidlerin miktarı yirmi beşi bulmaz.[16]
Osmanlı Dönemi
ciltlerinin ilk örneği 1434-35’te Sultan II. Murat’a sunulan, müzikle ilgili Makâsıdü’l-Elhân adlı kitapta
görülmektedir. Fatih Sultan Mehmed Dönemi’ne gelindiğinde Osmanlı cilt sanatı yükseliş devrini
yaşamıştır. Zaten 15. yüzyıl Anadolu Selçuklu Dönemi’ne ait cilt tekniğinden
Osmanlı Dönemi cildine geçiş devri olarak dikkat çekmektedir. Sultan II.
Bayezid Dönemi’nde ise ilk ciltçilik teşkilâtı kurulmuştur.[17]
XVI. yüzyıl Kânûnî devri nakkâş
ve
mücellidleri arasında; Mücellid Ali, Ali Beg, Nakkâş Abdu'l-Ali, Nakkâş Şah
Muhammed, Nakkâş Abdulganî, Mehmed Veled-i Ahmed Mücellid, Mehmed Çelebi,
Sinan, Durmuş Hayreddin, Mustafa Sarmaşık, Şah Mehmed-i Tebrizî, Hacı Mehmed,
Melek Ahmed, Hasan Nakkâş, Abdülmecîd-i Tebrizî, Ahi Beg-i Tebrizî,[18] Süleyman b. Mehmed b. Ahmed, Hurrem-i Rûm,
Abdi Şaban, Mehmed Ca’fer, Mahmud
Mehmed, Kara Mehmed b. Mehmed, Ali Yahya, Ahmed Hasan, Mustafa Ahmed,[19] Alâaddin Hudâdâd, Yûsuf Süfyân, Îsâ b. Yûsuf,
Mehmed Çelebi, Hüseyin Çelebi, Mustafa Çelebi ve Süleyman Çelebi yer
almaktadır.[20]
XVI. yüzyıl başından XVIII. yüzyıl
sonuna kadar isimleri tesbit edilebilen mucelidbaşıların isimleri ise şöyledir:
I
Yedikuleli Alâaddin (ö. 924/1518), Mehmed
Çelebi (ö. 951/1544), Süleyman Çelebi (ö. 1003/l595), Kara Mehmed (ö.
1012/1605), Mehmed Abdi (1046/1637), Mehmed Yadigar (ö. 1060/1650), Pîr Davud
(ö. 1064/1654), Ca'fer Eyyûbî (ö. 1080/1670), Ali Yûsuf (ö. 1098/1687),
Süleyman Emekdar (ö. 1109/1698), Hasan b. Ahmed (ö. 1746/1734), Mehmed Halife
(ö. 1188/1774), Hâtif Ali (ö. 1191/1777).[21]
XIX.
yüzyıl mücellidlerinin isimlerini ise şu şekilde sıralayabiliriz: Razgardlı
Ahmed, Sancaktar, Razgradlızade Kahya Emin (ö. 1280/1863), Medine-i Münevvere
kelâm-ı kadimlerini tamir eden ve vassâllikte tanınmış Hacı Said Efendi (ö. 1284/1869), Hezargradlı
Ahmed (I. Abdülhamit Devri), Saka İsmail, Karamanlı Hasan (ö.
1269/1853), Şişman
Aziz (ö. 1275/1858), Üsküdarlı Ali, Sultanahmetli Solak Sinan, Karacaahmet'te
medfun Bektaşî âşık Osman (ö. 1289/1873)
Lebbeyk Hâfız Efendi, Pepeyi Hâfız
Efendi, Kasımpaşalı Hâfız
(ö. 1297/1879), kardeşi
Tosun (ö. 1282/1865), Basri Efendi (ö. 1285/1868), Abdülmecid'in
mücellidbaşısı Salih Efendi,
Abdülaziz'in mücellidbaşısı Aksaraylı
Râşid Efendi (ö. 1284/1869). Aziz Efendi
ve çırağı Hasan
Efendi, Şevki Efendi
çırağı mücellidbaşı Mehmed Efendi, mücellid-müzehhip Hacı Latif, Hımhım Ârif,
Yesarîzâde Ali Râgıb Efendi.[22]
Necmeddin Okyay, Bahâeddin Tokatlıoglu (Bahâ Bey),
Muhsin Demironat, Mustafa Düzgünman, Sami ve Sâcid Okyay, Rafet Güngör, Emin
Barın ve İslâm Seçen ise Cumhuriyet
Dönemi mücellidleri olarak dikkat çekmektedir.
Gökhan ÖZBEK[ii]
[i] Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi, SİVAS. kadirozkose60@hotmail.com
[ii] Sivas Cumhuriyet Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü doktora öğrencisi.
[1] 2/Bakara, 195.
[2] Beyhâkî, Şu’abu’l-Îmân, 4/334.
[3] 48/Fetih, 29,
[4] 3/Âli İmrân, 106.
[5] 95/Tîn, 2.
[6] 9/Tevbe, 28.
[7] 63/Münâfikun, 4.
[8] İbn Hanbel,el Müsned, I, 403.
[9] Fatmagül Saklavcı, “Cilt Sanatı”, SözŞehri,
Sayı: 12, Ocak-Şubat-Mart 2018, s. 73.
[10] Celâl Esad
Arseven, Sanat Ansiklopedisi,
İstanbul 1958, c. I, s. 348.
[11] Arseven, Sanat Ansiklopedisi, c. I, s. 348.
[12] Saklavcı, “Cilt Sanatı”, SözŞehri, Sayı:
12, s. 75.
[13] Ahmet Saim Arıtan, Konya
Dışındaki Müzelerde Bulunan Selçuklu ve Selçuklu Uslubunu Taşıyan Cild Kapakları,
Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1992, s. 5; Saklavcı, “Cilt Sanatı”, SözŞehri, Sayı:
12, s. 73.
[14] Ahmet Saim Arıtan,
“Ciltçilik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, İstanbul 1993, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. 7, s. 551-552.
[15] Uğur Derman, “Cilt ve Ebru
Sanatı”, Türk İslam Sanatları Tarihi,
ed. Muhittin Serin. Eskişehir 2014, s.158.
[16] Arıtan, Cild Kapakları, s,
8.
[17] Zeren Tanındı,
“Kitap ve Cildi”. Osmanlı Uygarlığı,
haz. Halil İnalcık- Günsel Renda, Ankara 2009, c. II, s. 844-845.
[18] Rıfkı Melul Meriç, Türk Cilt
Sanatı Tarihi Araştırmaları, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri
I, İstanbul, 1963, s. 768-775.
[19] Meriç, “Türk Cilt Sanatı Tarihi
Araştırmaları”, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri I, s. V-VII.
[20] Mustafa Ali, Menâkıb-ı
Hünerveran, İstanbul, 1306, s. 73.
[21] Türk Ansiklopedisi, “Cilt” maddesi, c. XI, İstanbul 1968, s, 4.
[22] Şule Aksoy, “Kitap Süslemelerinde Türk Barok Rokoko
Üslubu”, Sanat, S. 6,
İstanbul, 1977, s, 136.
Kadir ÖZKÖSE
YazarSeyyid Yahyâ-Yı Şirvânî (ö. 870/1466)Azerbaycan’ın Şamahı kentinde doğan Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin tam adı; es-Seyyid Cemâleddîn Yahyâ bin es-Seyyid Bahâeddîn eş-Şirvânî eş-Şamahî el-Bakuvî’dir. İma...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Yûsuf Hemedânî’nin tam ismi Ebû Yâkûp Yûsuf b. Eyüp b. Yûsuf b. Hüseyin b. Vehre el-Hemedânî el-Bûzencirdî’dir. 440/1049 tarihinde Hemedân’ın Bûzencird kasabasında doğan Hemedânî, tahsil hayatına erke...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
6 Şubat sabahı asrın felaketini yaşadık. Bu topraklar çok acılar gördü. Ama böylesi büyük bir felâket yaşanmadı. Kıyâmeti yaşadık. Bir şehir, bir belde veya bir noktada değil, çok geniş sahada büyük y...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in irtihâlinden sonra fetih hareketleri hız kesmeden devam etti. Asr-ı Saâdet Dönemi Müslümanları, İslâm’ın mesajını cihana duyurmak uğruna ve i’lâ-yı kelimetullah derdiyl...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE