ÂH ALLÂH
Âh, âşıklarının dilinden düşmeyen bir sözcüktür. Onlar sürekli âh
ederler. Şair iseler şiirlerinde sürekli âhı işlerler. Âh, hüzün, ıztırap,
sıkıntı, yeis vs. kalbi hallerde kullanılan bir edattır. Gününüzde “âh” bir
konuda sıkıntıya düşünce, o sıkıntının tezahürü olarak çıkartılan sestir, dertlenmedir,
az veya çok şikâyetlenmedir. Bu durum Hak âşığı şairlerde de aynıdır. Oysa
şikâyet Hak âşığının diline yakışmaz. Şairin hem Hak âşığı olup hem de çokça âh
etmesi ilk bakışta pek de hoş gelmiyor insana. Zira o tip şairler, başına gelen
her şeyi Allah’ın takdiri olarak kabul eder, ona sabreder ve ondan dersler
çıkarır. Bu sebeple Yunus (ö.1320-21) dervişliğin kolay olmadığını söyler:
Dervişlik
olsaydı tâc ile hırka
Biz
dahı alırdık otuza kırka
Hulûsî Efendi (ö. 1990) bir beytinde âhının hal-i derdini dile
getirdiğini söyler:
Ne hâcet
derdini izhâra zîrâ
Kişinin
hâl-i derdin âhı söyler[1]
Hulûsî Efendi için derdini ortaya dökmeye, açığa çıkarmaya, onu
söylemeye gerek yoktur. Hali, her şeyi apaçık göstermektedir. Beyitte, Hulûsî Efendi’nin
de dertten söz ettiği ve onun için âh ettiği dikkat çekmektedir. Onun da
derdinden dolayı âh etme zafiyetine düştüğü düşünülebilir. Ancak burada bilmek
gerekir ki Hulûsî Efendi ve benzer mutasavvıf şairlerin dile getirdiği dert
bildiğimiz insani sıkıntıların oluşturduğu dert değildir. Bu dert, ilâhî aşkı
temsil eder. Hak âşığı şairler şiirlerinde “derd” kelimesi ile aşkı
kastederler. Hulûsî Efendi de yukarıdaki beytinde “derd” kelimesini aşk
karşılığında kullanmış ve “kişinin aşkını ortaya dökmesine, açığa çıkarmasına
ne gerek var, onun aşkını âhı söyler” demek istemiştir. “Derd” kelimesini aşk
karşılığında kullandıkları içindir ki şairler şiirlerinde sık sık dertten ve o
dert için âh edişlerinden söz ederler. Âh, âşıkın iç alemindeki aşkın ateşli ve
elemli ifadesidir. Bu durum Hak aşıkları için de aynıdır. Cebecioğlu Tasavvuf
Terimleri sözlüğünde ahı “ …bir iç çekiş ve iştiyak nidası ve kulun aşk ateşi
ile inleyişi”[2]
olarak verir. Bu sebeple eskiden tasavvuf ehli birbirlerine dua amacıyla “Allah
derdini artırsın” derlermiş.
Hulûsî Efendi aşk karşılığında dert kelimesini kullanırken âhının
aşk için olduğunu aşağıdaki beytinde çok güzel vurgulamaktadır:
Ey esîr olmuş ezel
sahrâ-yı gam sayyâdına
Âhı gam feryâdı gam hâr
u gül-i gülzârı gam
“Ey ezelde aşk sahrasının avcısına esir olup âhı aşk, feryadı aşk,
gülbahçesinin gülü ve dikeni aşk olan âşık!” [3]
Allah aşkı için âh edilmesi sebebiyle âh yârin semtine doğru gider.
Yani onun tarafından hemen duyulur:
Sûfî bizim bu râhımız
Semt-i yâra doğru gider
Arşa çıkan bu âhımız
Semt-i yâra doğru gider
“Ey sufi! Bizim yolumuz sevgilinin semtine doğru gider. Arşa çıkan bu âhımız
da sevgilinin semtine doğru gider.” [4]
Klâsik Türk şiirinde âhın şairler tarafından çok sık
kullanılmasının sebebi aynı zamanda Allah aşkı için zikir mahiyetinde
olmasıdır. Âh âşığın Allah karşılığında kullandığı bir sözdür. Allah
kelimesinin evvelinde “elif”, sonunda “he” harfi vardır, bunlar âhı oluşturur.
Buna göre şairlerimiz âh ile Allah diyerek O’nu zikretmiş olurlar. Nitekim şair
Necâtî (ö. 1509) bu hususu açıkça beytinde dile getirmiştir.
Kamu yirde bulınur hâzır
u nâzırdur evet
Âh içinde bulınur gel
diyelüm âh Allâh[5]
Necâtî Bey beytinde açıkça Âh içinde Allah bulunur
onun için âh diyelim, Allah diyelim der. Hatta bu sebeple bir başka beytinde de
“Miskin Necâtî her gece ve sabâh dert ile âh et ki âh içinde “İlâh” bulunur,
der:
Miskîn Necâtî derd ile
her şâm ü her seher
Âh it ki âh içinde
bulınur İlâh âh[6]
Bu haliyle âşıkların “âh”ı onların zikridir ve zahitlerin
Allah karşılığında kullandıkları “hû”sundan farksızdır. Nitekim Necâtî Bey bu
hususu da bir beytinde tespit etmiştir:
Erbâb-ı ışk âh ider ashâb-ı
zühd hû
Lâbüd cihânda her
kişinün bir hevâsı var[7]
Âşıklara göre bu dünya bir misafirhanedir her gelen bu
misafirhanenin duvarına “Âh şâhum” yazıp yurduna geri gitmiştir:
Dâr-ı dünyâ bir müsâfir-hânedür
kim her gelen
Âh şâhum yazdı gitti safha-i dîvârına[8]
Eskiden insanların kaldıkları hanların duvarlarına
birtakım şeyler yazması adeta adettendi. İz bırakmak gibi bir şeydi. Sonradan
gelenler de bu yazılardan o handan kimlerin gelip geçtiğini anlarlardı. Han
duvarlarına yazılan yazıların bir kısmı misafirin vatan özlemini dile getirdiği
yazılardır. Misafirin memleketini, sevdiğini, sevdiklerini kaydettiği
yazılardır. Bu sebeple mutasavvıf şairler dünyayı bir misafirhane/han, insanı
bu handa konaklayan ve iz olarak duvarına “Âh şâhum” yazısını yazan konuk
olarak tasavvur ederler.
Ne mutlu “Dünya misafirhanesinin duvarlarına “Âh
şâhum” yazabilenlere.
[1] Nihat Öztoprak, 20.Yüzyıl
Mutasavvıf Dîvân Şâiri Seyyid Osman Hulûsî Efendi Dîvânı, Nasihat
Yayınları, C.I, Malatya 2020, nr.103/5, s. 436-437.
[2] Ethem
Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka yayınları, İstanbul
2005, s. 12.
[3] Nihat Öztoprak, a.g.e.,
C.II, nr. 280/5, s. 304-305.
[4] Nihat Öztoprak, a.g.e.,
C.I, nr. 128/1, s. 482-483.
[5] Ali
Nihad Tarlan (haz.), Necâtî
Bey Dîvânı, İstanbul 1997, nr. 457/4, s. 424.
[6] Ali Nihad Tarlan (haz.), a.g.e., nr. 478/7, s.438.
[7] Ali Nihad
Tarlan (haz.), a.g.e., nr. 131/3, s. 225.
[8] Ali Nihad
Tarlan (haz.), a.g.e., nr. 504/2, s.455.
Nihat ÖZTOPRAK
YazarDemişlerdir gönüldür Ka'betu'llâh Nazargâh-ı Hudâ şâzı gönüldür Çıkardıkda kamuyu ara yerden Safâ vü Merve Hicâz'ı gönüldür &n...
Yazar: Vedat Ali TOK
Varlık konusu Peygamber Efendimiz’in yaşadığı asr-ı saâdette de bazı sahâbîler tarafından araştırma konusu yapılmıştır. Nitekim sahâbeden birisinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e: “Kâinât yaratılmadan önce ...
Yazar: Necdet TOSUN
İslâm tasavvufunda gül denilince, gönülde zuhûr eden bilgi ve hikmetin meyveleri akla gelir. Tasavvuf ehlinin gönlü bir gül bahçesidir. Bu gül bahçesine adım atanların kendi gönül âlemlerinde marifet ...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Atalarımızdan miras kalan zengin Türk dili bin yıllar boyunca çok çeşitli badireler atlatmıştır. Türk dili, çağlar boyunca çeşitli dillerle ilişki içinde parlak günlerinin yanında zaman zaman başka di...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK