YÜKSEK MİMAR-MÜHENDİS ŞERİF ALİ AKKURT
SOMUNCU
BABA KÜLLİYESİ’NE HİZMET EDEN BİR GÜZEL İNSAN:
YÜKSEK
MİMAR-MÜHENDİS ŞERİF ALİ AKKURT
Darende Şeyh Hamid-i Velî
Camii ve Külliyesi mimarî yapısıyla gören herkesin ilgi odağı olmaktadır. 14. yy
erenlerinden Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nin kabr-i şerifinin bulunduğu bu
güzel mekân, evlatları tarafından asırlardır korunmuş ve hizmetleri
yürütülmüştür. 1945 yılından 1987 yılına kadar bizzat Es-Seyyid Osman Hulûsi
Efendi Hazretleri’nin omuzlarındaki bu görev o tarihten itibaren H. Hamideddin
Ateş Efendi’ye intikal eder. 1991
yılından sonra kapsamlı bir yenileme projesiyle her yıl yeni bir gelişme ile
daimi ilerleme kaydedilmektedir.
Mimarî tecrübelerini
yıllardır gönüllü olarak paylaşan ve hizmet etmekten şeref duyan gönül insanı
Şerif Ali Akkurt Bey, 20 Haziran 2021 tarihinde âhirete göç eyledi. Geride 60
yıllık hizmet ve güzel hatıralar bıraktı. Öncelikle öz geçmişini bir
hatırlayalım:
1932 yılında
Isparta’nın Keçiborlu ilçesine bağlı Eber Köyünde doğar. İlkokulu Keçiborlu
merkez ilkokulunda okur. İlkokulu bitirdikten sonra 3 yıl halıcılıkta çalışır.
Daha sonra parasız yatılı sınavını kazanır. 1954 senesinde İstanbul Güzel
Sanatlar Akademisine kayıt yaptırır. Bir
ay sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümünü kazanarak oraya geçiş
yapar. 1959’da buradan mezun olur. 1960’ta yedek subay olarak askere gider. Kur’ada
Sivas çıkar. Askerlik vazifesi sırasında inşaatı yarım kalan Sivas sebze hâline
mesai saatleri dışında mimarlığını yaparak tamamlar. Şehrin imar çalışması ve
yapılanmasında bir takım çalışmalara katkı sunmaya çalışır. Şehrin o günlerdeki
en modern binalarından birisi olan ve bugün hala kullanılan Kent Otel’in
projesini hazırlar. O sırada tanıdığı mimar Yücel Sarı Bey, Şerif Ali Bey’i
Darende’ye getirir ve Hulûsi Efendi ile tanıştırır.
Somuncu Baba Camii’nin
önündeki havuzun projesine mimar Yücel Sarı başlamıştır. Daha sonra Şerif Ali
Bey konuya müdâhil olur. Yücel Bey yeni mezun olduğunda 8 yıllık mimar olan
Şerif Ali Bey’in tecrübelerinden istifade ederek havuz projesini yan desteklerle
kuvvetlendirir. O projede kontrol amaçlı katkılarda bulunur.
Şeyh
Abdurrahmân-ı Erzincanî Camii'nin yeniden yapım aşamasıyla ilgili şöyle bir
hatıra nakledilmektedir:
“Yıkılmaya yüz tutmuş taş-kerpiç binanın
tavanındaki ağaçlar da zaman zaman kırılmakta, tehlike arz etmektedir. Hulûsi
Efendi Hazretleri Mimar Yücel Sarı'dan bir teknik rapor ister. O da caminin
ibadete açık kalmasının cemâate tehlike oluşturabileceği kanaatine varır. Ancak
rapor tanzimi için iki mühendisin imzasına ihtiyaç vardır. Hulûsi Efendi
Hazretleri bir teknik adam daha bulmasın ister. Yücel Bey, Sivas Belediyesinde
mühendis olarak çalışmaktadır. 1960 yılında Yedek Subay olarak Sivas'ta bulunan
Yüksek Mimar-Mühendis Şerif Ali Akkurt'u Yücel Bey Darende'ye getirir. Hulûsi
Efendi Hazretleri’ni ziyâret ederler. Sonra Balaban'a gidip mevcut camii
üzerinde teknik incelemelerde bulunurlar. İki mühendisin imzasıyla, ibadete
açık kalmaması gerektiği, çökebileceğini ifade eden bir rapor tanzim edilir.
Cami ibadete kapatılır. Bir hafta sonra Cuma vaktinde camii kendiliğinden
yıkılır. Tabii bu girişim ile aynı zamanda Hulûsi Efendi Hazretleri büyük bir
felâketi de önlemiştir.”
Şerif Ali Bey’den bir proje istenir. O da
Hulûsi Efendi ile istişâre ederek arzusu doğrultusunda çok güzel, değişik mimarîde
bir proje hazırlar.
Hulûsi Efendi ile proje
hakkında konuşup istişârelerde bulunur. Görüşme sırasında caminin mimarîsinin
etkileyici bir üsluba sahip olması ve yapısal olarak da İslâmî bir takım
simgeleri taşıması gerektiğini işaret eden Hulûsi Efendi (k.s.) bir çizim
örneğiyle, yani yönlendirmesiyle şiir gibi bir doğuş ile projeyi hazırlar.
Yücel Bey de bir proje hazırlamıştır. Dernek karar verecektir. 5 ay kadar bir
süre geçer. Dernekteki arkadaşlar karar veremeyince Hulûsi Efendi’ye sorarlar;
oda, “Benim gönlüm Ali Bey’in projesinden yanadır.” buyurur. Şerif Ali Bey,
herhangi bir ücret talip etmez ama hazırladığı projenin eksiksiz olarak
uygulanmasını ister, onlarda kabul eder.
Mimarîsi farklı olduğu için caminin yapımı
sırasında değişik yorumlamalara maruz kalmıştır; Şerif Ali Bey, o günlerdeki
bir hatırasını şöyle naklediyor:
“Darende’ye gidecektim,
yer ayırttım ve vakit erkendi, otobüsün şoförüyle konuşunca camiinin nasıl
olduğunu sordum. Şoför ‘Kiliseye benziyor.’ dedi. ‘Hiç kiliseye gittin mi?’
diye sordum. ‘Hayır, gitmedim.’ dedi. ‘Nereden biliyorsun kiliseye benzediğini.
Ben daha önce kiliseye gittim, hatta kilisede namaz bile kıldım.’ deyip ekledim.
‘Ben oranın mimarıyım.’ Şoför söylediklerinden dolayı özür diledi. ‘Özür
dilemene gerek yok.’ dedim. Çünkü mühim olan onun şekli değil fonksiyonun neye
hizmet ettiğini bilmek lazım. İçeriğinin insanlara ne hissettirdiğini bilmek
lazım.”
Balaban Abdurrahman Erzincanî
Camii hakkındaki görüşlerini şöyle beyan eder:
“Esas olarak İslâm’ın 5
şartını simgeler. Beşgen oluşu mimarî yapılarda ilktir. Beşgen, dikdörtgen kare
gibi motifleri vardır. Minarede aynı şekilde İslâm’ın beş şartını, altı köşesi
imanın altı şartını simgeler. Selçuklu eserlerine benzer, kubbe kullanılmamış
farklı bir çatı ile kapatılmıştır. Pencere çok olmamasına rağmen projede güneş
ışığı direk yansımıyor. Işık içeri endirekt olarak tavandan yansıyarak içeri
girer. Mekân bir bütündür ve içinde kolon yoktur. Duvarlar yukarıya doğru
açılır. Projede esas olan hacmi iyi değerlendirmektir.”
Görenlerin meraklarını
gidermek için gezmeden geçemediği caminin, 50 yıl önce yapıldığını öğrenenlerin
hayreti ise bir kat daha artıyor. Mimarîsi bazı üniversitelerde ders konusu olarak
da okutulan cami, bağrında konuk ettiği Somuncu Baba’nın kayınpederi Şeyh
Abdurrahman Erzincanî Hazretleri’nin haşmetini, Somuncu Baba’nın hanımı Necmiye
Sultan’ın zarâfetini yansıtmaya devam ediyor.
Hulûsi Efendi’nin
evinin mimarlığını da Şerif Ali Bey yapar. Darende İmam Hatip Lisesinin projesi
tip projedir, ancak uygulama esnasında birçok teknik hizmette bulunur. Şu anki
Darende Hulûsi Efendi Yatılı Hafızlık Kur’an Kursu’nun mimarî projesi ve
uygulaması da Şerif Ali Bey’in teknik destekleriyle olur.
Şerif Ali Bey, mimarî
proje ve uygulamalarında yapının, devrin çizgilerini aksettirmesi gerektiği kanaatiyle
mimarî uygulamalarda bulunur; asrın yapısı olması gerektiğini savunur.
Darende/Aşağıulupınar’daki
(Setrek) camiinin projesini çizer, başlangıcını yapar ama daha sonra projeyi
bırakır. Çünkü projenin dışına çıkılmıştır. Oradaki örtü semboldür ve çok güzel
bir projedir. Kâbe’nin dışarıdan örtüsünü simgelemektedir. Proje aynen
uygulanmış olsaydı sembol çok daha iyi anlaşılırdı.
Suudi Arabistan’da 7
yıl kalır. Cidde’de bir cami inşaatında hazırladığı projeyi uygular. Hulûsi
Efendi’nin daveti üzerine tekrar Türkiye’ye döner.
Şerif Ali Bey, vakıf
hizmetleri hakkında şu tespitlerde bulunur:
“Vakfın yaptığı her iş
güzel, çünkü Darende’ye hizmet ediyor. Aynı zamanda dışarıya da hizmet ediyor.
Vakfın öğrenciye, eğitime dolayısıyla insana hizmet etmesi çok önemlidir. Çok
güzel bir hastane yaptırdılar. Hastaneyi yaptırmakla bitmiyor. İçerisine
değişik cihazlar lazım, doktoru lazım. Bunların olması için hep vakıf öncü
oluyor. Vakıf ilk başladığı güne göre şu anda daha güçlü ve daha çok yere
ulaşabiliyor. Hulûsi Efendi küçük yardımlarla büyük ve sağlam bir medeniyet
kurmuştur.
Darende’de gelişen
inanç turizmidir. Vakıf bu konuda çok iyi çalışıyor. Darende’yi çok seviyorum.
Aşkın olduğu yerde kıskançlık olur.”
Yıllar önce Hulûsi
Efendi’yle başlayan dostluğunu, gönüllülük esasıyla yaşının verdiği olgunluk ve
tecrübesini H. Hamideddin Ateş Efendi’nin liderliğindeki vakıf hizmetlerinde de
paylaşır. Özellikle 1991 yılından itibaren yapılan restorasyon projesi, külliye
içindeki orta camii ve yeni camii projelerinde bu gerçeği bariz bir şekilde
ortaya koyar.
“Bu muhteşem eserin
mimarı kimdir?” diye kendine soranlara, “Resmî ve görünen mimarı benim ama
buranın mânevî mimarı Hamideddin Efendi’dir.” diyecek kadar tevâzu ehlidir.
2013 yılında Somuncu
Baba Külliyesi Yeni Camii bölümünün inşaatı tamamlanırken kendisiyle
gerçekleştirilen bir söyleşide bu cami için şu tesbitlerini dillendirir:
“1960 senesinde
askerlik için Sivas’a geldim. Sivas’ta Mimar Yücel Sarı ile tanıştım. Mimar
Yücel Sarı Darende’ye gelmemi, burada bazı işler yaptığını, onları görmemi
istedi. Beraberce buraya geldik. Osman Hulûsi Efendi Hazretleri ile tanıştık. O
zaman burada dernek başkanı idi. Bu tanışmadan sonra işlere başladık. Bu
caminin arkasında türbenin üst tarafında bir kaya vardı. Parça parça dökülüp
türbeye zarar veriyordu. Tabi şimdi yok oldu, temizlendi. Bu geçen yıllar
arasında güzel işler yapıldı.
1990 yılında bu camimin
restorasyonu konu oldu. Hulûsi Efendi Hazretleri vefat etmişti, Hamideddin
Efendi vakıf başkanı olmuştu. Hamideddin Efendi ile restorasyon safahâtında
beraber hareket ettik. Türbe kısmı yetmeyince ilâve camiyi yapma durumunda
kaldık. İlâve cami dikkat edilirse üç kemerlidir. 3-5 nisbeti kullanılmıştır.
3-5 nisbeti biliyorsunuz altın bölüm denilen iyi bir bölümdür. İyi bir nisbettir.
Birinci ilâve cami yetmeyince ikinci ilâveyi (Yeni Camiyi) yapıyoruz. İkinci ilâvede
5-3-5 kemeri ile tamamlayarak mimarî dengeyi sağlamış oluyoruz. Bizim
yaptığımız cami dış görünüşü itibariyle klasik gibi görünüyorsa da içi tamamen
moderndir. İç bölümü de sekizgen üzerine taksim edilmiştir. Tavan buna göre
yapılmıştır. Tavandan ışık endirekt olarak alınmaktadır. Işığın kaynağını
görmez, sadece yansımış ışığı almış oluyoruz. Dikkat edilirse pencereler de
kemerde küçültülmüştür. Çünkü güneyden, doğudan ve batıdan gelen ışık çok
kuvvetlidir. Cemâati rahatsız edeceğinden ışık azaltılmıştır. Direk ışık cami cemâatini
rahatsız eder. İçine, iç dünyasına dönmek isteyen insan ışığı çok istemez. Loş bir ışık ister. O zaman iç dünyasına ışık
döndürür. Kuvvetli ışık ruhu dış mekâna çevireceğinden biz burada huzme bir
ışık istiyoruz. O bakımdan endirekt ışık kullandırma hedeflenmiştir. Onun için
tavan mekân olarak da kademelerle yükseltilmiştir. Tabii bu aynı zamanda mânevî
bir yükselmeyi temsil eder. İnsanlar çünkü hep yükselmek ister. İçerde veya
dışarda, maddî veya mânevî bu fark etmiyor.
Buranın esas fonksiyonu,
ziyâretçilerin türbeyi ziyâret etmeleridir. Camilerde genelde girişler kıblenin
aksinden yani tersinden olur. Burada kıble ciheti açık, tersi kayalıktır.
Oradan giriş imkânı olmadığı için kıble tarafından giriş trafiği zorlaştırır.
Onun için yeni camide sağda ve solda 4 metre merdivenle girişi sağladık. Caminin
ana mekâna girişini arkadan sağladık. Bu suretle cemâat trafiğini rahatlatmış
olduk.
Osman Hulûsi Efendi’nin
vefatından sonra vakıf yönetimini Hamideddin Efendi devraldı. Bu dönemde önce 1.
ilâveyi yaptık. Buralar tanzim edilince 1. ilâve cami de yetmedi. Bu defe 2. ilâveyi
yapıyoruz. Toplamda kapalı mekânda 5.000, açık mekânla 10.000’e kadar
çıkabilecek. Yani toplam cemâat kapasitesi 10.000 kişiye kadar
çıkabilecek. Bu da yetmezse bir daha ilâve
yapılır. Bu iyinin sonu yok. İlâve edilir, tekrar ilâve edilir. Tahmin ediyorum
yetmez. Çünkü burası ben başladığım zaman küçük bir mekândı. 10x10 yani 100
metrekarelik bir yerdi. Şimdi aşağı yukarı 5.000 kişilik bir yer dediğimize
göre 2500-3000 metrekaredir. Bu iş çok enteresandır. Burası mânevî bir yapıdır.
Mânevî bir yapıda ilişkiler hiçbir zaman maddî bir şekilde değildir. İç âlemde
bu irtibat sağlanır. Bu iş bir gönül sahibi ile mimarın mânevî ilişkisidir.
Bunların arasındaki mânevî bir bağla bu iş hâlledilir. Yani bunlar mânevî
olarak birbirine irtibatlıdır. Gönül bağı ile bağlıdır. Hiçbir zaman maddî bir
bağ ile çözemezsiniz. Kânûnî Sultan Süleyman olmasaydı Mimar Sinan olmazdı;
Süleymâniye de olmazdı, Selîmiye de olmazdı. Osman Hulûsi Efendi olmasa Balaban
(Şeyh Abdurrahman Erzincânî) Camii olmazdı. Hamideddin Efendi olmasaydı bu ilâve
camiler ve külliye olmazdı. İşin özü budur.”
Yüksek Mimar Şerif Ali
Akkurt ile H. Hamideddin Ateş Efendi’nin gönül ve dostluk bağı her daim en üst
seviyede devam eder. Yaşlı olmasına rağmen son yıllarda bile birkaç kez
Darende’ye ziyârete gelen Şerif Ali Bey’i Hamideddin Efendi de İstanbul’da
evinde ziyâret eder. Zaman zaman bir araya gelerek 60 yıllık dostluğun
gerektiği vefayı gösterir.
15 Haziran 2021
tarihinde Covid-19 teşhisiyle Şerif Ali Bey Hamideddin Efendi’nin talimatıyla
İstanbul’da özel bir hastaneye yatırılır. Vakıftan gönüllü arkadaşlar yıllardır
ilgilendikleri gibi hastane sürecinde de yanında olurlar. 18 Haziran 2021 Cuma
günü İstanbul’dan ziyârete gelen emekli il Müftüsü Süleyman Aktaş’a Hamideddin
Efendi; “Müftü Bey, Şerif Ali Akkurt Bey hastanede yatıyor. Allah bilir ama
yolculuk yakın görünüyor. Emr-i Hak vâki olursa cenâze namazı ve defin
işlemeleriyle ilgilenirsiniz.” der. 19 Haziran 2021 Cumartesi günü İstanbul
Çavuşbaşı Kabristanından bir mezar yeri tahsisi yaptırılır. 20 Haziran 2021
Pazar günü gece 02.00 de Şerif Ali Bey emâneti Hakk’a teslim eder. Aynı gün
saat 10.00 da mimarlığını yaptığı Darende Şeyh Hamid-i Velî/Somuncu Baba
Camii’nde vefat salâsı okunur. Öğle namazından sonra İstanbul/Çavuşbaşı
Camii’nde kılınan cenâze namazına Somuncu Baba’ya gönül veren çok sayıda dost
iştirak eder. Duâlarla hatimlerle defnedilir. Ardında isminden her zaman
güzellikle bahsedilecek eserler bırakarak bu fânî dünyadan göç eder. Allah
rahmet eylesin.
Musa TEKTAŞ
Yazar“Büyük o kimsedir ki, değil bir insanın, bir kuşcağızın zararına bile sebebiyet vermez. Öyle bir bulut gölgesi gibi yürür ki, bir karıncanın bile gönlünü incitmez.” Es-Seyyid Osman ...
Yazar: Vedat Ali TOK
İnsanın iki önemli tarafı vardır: Biri nefs ve bir diğer yanı ise rûhtur. Nefs, rûhun emrine girerse, insan baştan ayağa rûh kesilir ve erdemin, olgunluğun, iyilik ve güzelliğin mekânı olur. Hulûsi Ef...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tasavvufî anlayışa göre hevâ ve heves nefstedir. Bazı sûfîler, nefs kavramıyla insanın kötü sıfatlarını ve isteklerini kasdederler. Nefs, tabiatında ebediyet arzusu, cimrilik, acelecilik, hırs, nankör...
Yazar: Musa TEKTAŞ
İnsanoğlu bu fânî âlemde hep bir arayış içerisinde hayatını devam ettirir. Arayan aslında bir yitiğini bulmak üzere yaşamaktadır. “İnsanın yitiği nedir?” diye sorulacak olursa; verilecek cevap; ...
Yazar: Musa TEKTAŞ