MİLLETÇE ŞEHADETE DOĞRU KOŞMAK
Daha dün gibiydi. İyice
hatırlıyorum. Hem istesem de unutabilir miyim ki? Millet olarak şehadet aşkıyla
meydanlara indiğimiz, cephelere koştuğumuz, köprülere çıktığımız o kızıl geceyi…
Anadolu’da da benzer bir heyecan yaşanmıştı ama İstanbul bir başkaydı. Dersaadet,
nefes nefese yaşamıştı o ölüm kalım gecesini…
Başkomutanın
televizyon ekranlarında aziz milletimizi ‘ölümüne’ dışarı çıkmaya ve ülkeye
sahip çıkmaya davet ettiği o gece, herkes gibi ben de eşim ve iki oğlumla
birlikte abdestlerimizi alıp apar topar Vatan Caddesi’ne inmiştik. En yakın
toplanma yeri orasıydı zira. Her yerden akın akın insanlar geliyordu bu tarihî
caddeye. İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasının önü âdeta ana baba günüydü. Hani
şairimiz Mehmed Akif Çanakkale Destanı’nı anlatırken “Mahşer mi hakikat mahşer!”
diyor ya! Aynen öyle bir manzaraydı gördüğümüz... Yediden yetmişe bütün bir
millet gece yarısı ayaktaydı. Bu kutlu ve soylu kıyam, devletimizin bekası
içindi… Ezan-ı Muhammedi’nin susmaması, şanlı bayrağımızın inmemesi içindi…
‘Cemaat’
kisvesine bürünmüş hakikatte emperyalist ülkelerin ‘istihbarat örgütü’ olan kirli
maşa FETÖ, Türkiye’ye, hepimize savaş açmıştı. Bu alçak örgütün karton
adamları, askerimize, polisimize, vatandaşlarımıza kurşun sıkıyordu. Satılık
robotlarıyla çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden insanlarımızı katlediyordu. Ölümden
korkan kim? Biz ki Çanakkale’de yedi düvele meydan okumuş bir ecdadın
torunlarıydık. Ölüm, vatan uğruna gelecekse hoş gelmiş sefa gelmişti. O şehadet
şerbetini bize içmek nasip olacaksa, eyvallah!
O
gün ben, ayağa haşmetle kalkan büyük milletimizi gördüm. Farklı anlayışlardan,
değişik düşünceden, ayrı grup ve partilerden mübarek milletimizi… Belki farklı
fikirlere sahip idiler ama ortak kaygıları vatandı, temel endişeleri
demokrasimizdi. Bunun için bir araya gelmiş, kenetlenmiş, yekvücut olup ay
yıldızlı mukaddes bayrağımızın altında toplanmışlardı. Başı açıklar da vardı
aralarında, tesettürlü olanlar da. Şortlarıyla caddeye inmiş erkekler de vardı,
cübbeleri ve sarıklarıyla ellerindeki Türk bayrağını sallayan güzel gönüllü dervişler
de… Göz yaşartıcı, olağanüstü anlamı olan bir manzaraydı gördüğümüz! Demek ki
vatan böyle savunuluyormuş, bayrak böyle yükseliyormuş ve kutlu şehadet böyle isteniyormuş!
Biz
Vatan Caddesi’nde Emniyet Müdürlüğü’nün büyük binası önünde nöbet tutarken
üstümüzden alçakların uçakları, ses bombaları atarak geçiyordu. Kadın erkek, yaşlı
çocuk herkes o patlama esnasında yere yatıyordu. Ama kimse siperi terk etmiyor,
korkmuyor, dönüp evine gitmiyordu. Zira bu bir ölüm-dirim savaşıydı. Biz
geleceğimiz, çocuklarımız, torunlarımız için böyle gözü kara olmuştuk. Yiğit
bir Türk kadınının, “Benim dedem Menderes için ağladı, babam Özal için! Ben
Erdoğan için gözyaşı dökmeyeceğim. Ölümüne meydanlardayım!” demesi ne kadar
manidardı ve ne kadar büyük bir hakikatti. İşte günümüzün Nene Hatunları
aramızdaydı, yaşıyordu. Evet Türkiye’de demokrasi ve halk düşmanları, seçimle işbaşına
gelemeyeceklerini anlayınca dışarıdan aldıkları talimatlarla darbelere
girişiyorlardı. Ama artık sonu gelmişti bu alçak darbelerin ve katil
darbecilerin. Zira lider olarak şapkasını alıp giden biri değil gerekirse ölümü
göze alan, milyonların sevgilisi bir yiğit vardı başımızda…
Biz
tekbirlerle, sloganlarla satılık rezil robotlara karşı direnirken, gençler
onları tanklarından alaşağı edip yere indiriyor, derdest ediyorlardı. Tam o
sırada Fatih Kerem’e ve Ömer Faruk’a bir haber gelmişti telefonla. “Burada
hainler üstümüze kurşun sıkıyor! İstanbul Büyükşehir Belediyesi düşmek üzere,
Saraçhane’ye gelin!” Ve iki oğlum da koşarak oraya yöneliyorlar. Orada da
Hazreti Peygamber sevgisiyle bir araya gelmiş alnı ak gençler direniyor
üniformalı uşaklara! Kurşunlar vızır vızır geçiyor gençlerin üstünden. Ve iki
oğlumun hemen yakınında iki genç düşüyor toprağa, şehit oluyorlar!
Allah’ım
bu ne büyük bir acı! Ne müthiş bir imtihan! Düne kadar milletimizi ‘din’ ve ‘iman’
ile aldatan ‘eğitim hizmeti’ ile kandıran soysuz bir güruh, vatandaşlarımıza
kurşun sıkıyor. Köprüde insanlarımızın üstüne mermi yağdırıyor. Gazi
Meclisimizin tepesinden uçaklarla bombalar atıyor! Evet milletimiz dün
vatanımızı işgal etmek isteyen İngilizlerle, Fransızlarla, Ruslarla,
Yunanlılarla, İtalyanlarla cephede savaşmış, mücadele etmiş ve büyük zaferler
kazanmıştı. Tarihe unutulmayacak destanlar yazmıştı büyük Mehmetçik. Ama şimdi
kendi içimizden çıkan hainlere karşı muharebe ediyorduk. Milletimiz, daha dün
evlatlarını dönüp arkasına bakmadan teslim ettiği ihanet şebekesinin, kalleş ve
çukur ihanetini görüyordu.
Aradan
tam beş koca yıl geçti o ihanet ve direniş gecesinin üstünden! Unutabildik mi?
Asla! Zira unutmak gaflettir. Düşmanlarımızı sevindirmek, satılmışlara yeni bir
fırsat tanımaktır. Rezil oldular hepsi de… Kahpece firar ettiler, yaban ellere kaçtılar.
Bir kısmı yakalanıp zindanlara atıldılar. Bir kısmı da kandırılmanın,
aldatılmanın acısı ile pişman oldular. Nedamet tevbesi getirerek zehir gibi
gözyaşlarını yüreklerine akıttılar.
Peki bundan sonra ne yapacağız? Önce daha şuurlu olacağız
milletçe? Hiç kimsenin dinî duygularımızı kullanarak bizi aldatmasına izin
vermeyeceğiz. Allah’a bağlanacağız, dinimize sımsıkı sarılacağız. Hz. Peygamber
(s.a.v.)’e muhabbetimizi ziyadeleştireceğiz. Ehli sünnet inancına bağlı olan
Allah dostlarıyla kucaklaşacağız. İslâm büyüklerinin yolundan gideceğiz.
Kimseye ruhumuzu, vicdanımızı, aklımızı teslim etmeyeceğiz. Dini kullanan
sahtekârların her zaman çıkabileceğini, yeni Hasan Sabbah’ların her vakit zuhur
edebileceğini aklımızdan çıkarmayacağız. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim ayetlerine
ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine uymayan sözlere iltifat etmeyeceğiz.
Masum çocuklarımıza ve temiz gençlerimize mutlaka sahip
çıkacağız. 251 şehit verdik o gece. Onlar büyük makamlara ulaştılar, Cennet-i Âlâ’ya
kavuştular. Şükürler olsun ki, Ömer Halisdemir gibi kahramanlar çıktı bu
milletin bağrından. Yeni bir Çanakkale Destanı yazdılar tarihe. Yeni bir
İstiklal Savaşı verildi ihanet örgütüne ve onların tasmasını ellerinde tutan
emperyalist Batılı ülkelere karşı. Görüyoruz ki bugün bile hâlâ onları başka
nasıl kullanabileceklerinin hesabını yapıyorlar arsızca, utanmadan. Bir de bize
demokrasi ve insan hakları dersi vermeye çalışıyorlar. PKK, FETÖ ve DAEŞ
örgütlerini alçakça Türkiye’ye ve Müslüman ülkelere karşı kullanmaya devam
ediyorlar. Ama artık bu oyunlar sökmüyor, tuzaklar sona eriyor. Zira milletimiz
ve ümmetimiz derin uykudan uyandı, tehlikenin en büyüğünü gördü. Bu inanç ve
azimle bileniyor, inancına, değerlerine ve kutsallarına cesaretle sahip
çıkıyor.
Herkes üzerine düşeni yapmalı. Şairlerimiz, vatan, bayrak ve
ezan sevgisiyle destanlar yazmalı. Yazarlarımız kolları sıvayıp yeni ve güçlü eserler
kaleme almalı. O geceyle ilgili unutamadıkları hatıralarını yazmalı cesaretle.
Bu metinler ders kitaplarında çocuklarımıza okutulmalı. Ressamlarımız
fırçalarıyla o kara gecenin hikâyesini resmetmeli. Yeni çizgi romanlarımız ve kahramanlarımız
süslemeli kitapçı vitrinlerini. Bestekârlarımız o hüzün gecesini, yeni marşlar
besteleyerek yaşatmalı, anne babalar çocuklarına o geceyi hiç bitmeyen bir
türkü gibi coşkuyla anlatmalı. Yönetmenler, beyaz perdeye ve sahnelere taşımalı
bu büyük uyanış, diriliş ve direniş hikâyesini. Batının sahte savaş filmleri
gibi değil yaşanmış canlı sahnelerde dolu olmalı. Bir milletin büyük imanıyla
nasıl gözünü kırpmadan, pervasız bir şekilde ayağa kalktığı dile getirilmeli.
Peygamber
Efendimiz’in mübarek “Vatan sevgisi imandandır.” sözü, ilmek ilmek minik
yüreklere işlenmeli. Kahramanlık destanlarımız çocuklarımızın elinden
düşmemeli. Alparslan’ı da tanımalı yavrularımız Selahaddin Eyyübi’yi de…
Ertuğrul Gazi’ye de hayran olmalılar Fatih Sultan Mehmed’e de… Ve diğer bütün
kahramanlarımızın hayatını satır satır okumalı, hafızalarına ve yüreklerine
taşımalılar. Kahramanlarımızın hatıralarını hiç unutmamalı, asla unutturmamalıyız.
Onların güzel isimlerini çocuklarımıza vermeliyiz. Gençlerimizin odalarını bu
cengâverlerin fotoğrafları süslemeli. Ve her delikanlı gerektiğinde şüheda
toprağı olan bu vatan uğrunda gerekirse şehadet şerbeti içebileceğini bilmeli,
bu imanla ve şuurla hayatına devam etmelidir.
Hani
büyük Âkif, “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!” demişti ya.
Ben de ondan ilham alarak diyorum ki, “Cenab-ı Allah bu mübarek milletimize bir
15 Temmuz daha yaşatmasın!” Ama bunu sağlamak elimizde. Şuurlu davranırsak,
ferasetli ve basiretli hareket edersek hiçbir ihanet örgütü bir daha böyle
süfli bir harekete tevessül edemez. Zira ucunda ölüm olacağını anlar, vazgeçer.
Rabb’im yeryüzündeki bütün mazlumların biricik kalesi olan güzel Türkiye’mizi
her türlü tehlikeden muhafaza eylesin. Allah devletimize, milletimize ve
ümmetimize zeval vermesin.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarBazı şahsiyetler vardır ki ebedî âleme göç etseler de yaptıkları hizmetlerle, yazdıkları eserlerle, yetiştirdikleri talebelerle her zaman gönül tahtına kurulur, aramızda yaşarlar. Şeyhülmuharrirîn Ahm...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Bilindiği üzere peygamberlerin mucizeleri, kendi devirlerinde revaçta bulunan ve gelişmiş olan bilim ve sanata göre farklılık arz etmektedir. Bu durum, onların gönderildikleri kavimde kabul edilmeleri...
Yazar: Hamit DEMİR
Bugün modern dünyada unuttuğumuz birçok âdap ve davranışlardan biri olan yemek ve yemek âdabını yeniden hatırlamak maddî ve manevî anlamda hayatımıza birçok zenginlik katabilir. Bu yazımızda, Osmanlıc...
Yazar: Vedat Ali TOK
Şair ve yazarların muhtelif yönleri, ilgi çekici cepheleri vardır. Bir şairi ve yazarı incelerken, hakkında yazarken, hele biyografisini ayrıntılı olarak değerlendirirken mutlaka bütün bu taraflarına ...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM