SELÇUKLULAR, İMAM GAZALÎ VE TASAVVUF NEŞVESİ
Selçuklu
Medeniyetinin İnkişafı
Sultan
Alp Arslan’ın komuta ettiği Selçuklu ordusu, 1071 yılında Malazgirt Meydan Muharebe’sinde
Bizans ordusunu mağlup etmesi ve İmparator Romen Diyojen’i esir almasıyla
Anadolu, Müslüman Türklere yurt olmuştur. Böylece Selçuklu Cihan Hâkimiyeti
çağı başlamıştır. Şu husus da önemlidir ki, Malazgirt Meydan Muharebesi
öncesinde Tuğrul Bey ve diğer Müslüman Oğuz boyları yüz binlerce akıncı ile
Anadolu yollarına gaza düzenlemişlerdir. Melik Şah, Berkyaruk, Mehmet Tapar,
Sencer gibi Sultanlar sayesinde en ihtişamlı çağlarını yaşayan ve cihanı titreten
imparatorluk, Sultan Sencer’in vefatından sonra duraklama devrine girmiş,
yıkılışa geçmiştir. Bu tarihe intikal akabinde Suriye, Irak ve Kirman
Selçukluları, Nureddin Zengi ve Azerbaycan Atabeylikleri gibi devlet ve
beylikler zuhur etmiştir. Bu arada 1075 yıllarında İznik Fatihi Kutalmışoğlu Süleyman
Bey ile birlikte zuhur eden Anadolu Selçukluları, tarihleri boyunca bir
taraftan Haçlı orduları ve Moğollar ile diğer taraftan da Mısır Fatımîleri ve
İsmailî-Haşhaşîlerle savaşmışlardır. İlk başkent İznik olmakla beraber daha
sonra Konya’yı devletin başkenti yapan Anadolu Selçukluları takriben 1308
yılına kadar Anadolu topraklarında hüküm sürmüştür.
Selçukluların
medeniyet tarihine şüphesiz büyük katkıları olmuştur. Kısaca şöyle ki; Tuğrul
Bey’den itibaren İslâm dünyasının hemen her tarafında medreselerle birlikte
tekke ve zaviyeler inşa edilmiş, çeşitli vakıflarla birlikte kütüphaneler
kurulmuş, tıp mektepleri ve bimarhaeler açılmış, han ve kervansaraylar inşa
edilmiştir. Medeniyet tarihinde ilk defa Selçuklular devrinde ilim ve tahsil,
bu derece önem görmüş, himaye edilmiş, yayılmıştır. İslâm dünyasının ve
Anadolu’nun her tarafı cami, medrese, kütüphane, tıp merkezi, hastane, imaret,
zaviye ve kervansaraylarla doldurulmuş, bunların korunması, yaşaması ve devam
etmesi içinde vakıflar kurmuşlardır. Fil hakika bir ilim ocağı olarak medreselerin
devlet eli ile teşkilatlanması, tahsilin vakıf sureti ile meccani olması ve İslâm
dünyasına yayılması Selçukluların eseridir. Bununla birlikte Anadolu
Selçukluları tarafından kurulan; Gaziyan-i Rum, Ahiyan-i Rum, Abdalan-i Rum ve
Bacıyan-i Rum gibi sivil teşkilâtlarının yanı sıra “Nikabet Teşkilâtı” vardı
ki, bu teşkilât, dünyanın her tarafında bulunan Seyyid ve Şeriflere büyük
hürmet gösterir; onları divanlara dâvet eder, medrese, tekke ve zâviyeler
tahsis ederdi. Hâsılı bu teşkilât Seyyid ve Şeriflerin ilmî ve fikrî
faaliyetlerinden faydalanır ve devlet büyükleri birçok meselede bizzat bunlara
danışırlardı.
Selçuklularda
Sünnî Fikriyat ve Muhafazası
Selçuklu
Devleti “sünnî fıkhı” üzerine hareket etmiş, medreselerde “dört hak mezheb”
imamlarına müderrislik görevi tahsis etmiştir. Medreselerin bu müfredatı Mısır
Fatımî ve Nizarî-İsmailî-Bâtinî mezhebine mensup Şiîlerin, sünnî dünyayı “Şiî’leştirme”
gayesinin önüne bir set oluşturmuş ve İslâm dünyasını Şiî’leştirme faaliyeti
akamete uğramıştır. Şunu da belirtmekte fayda var ki, Büyük Selçuklu Devleti, devlet
nizamına isyan etmeyen mutedil Şiîlere dahi hususi medreseler tahsis etmiştir.
Bizzat devlet büyükleri tarafından desteklenen bu medreselerde İmam-ı Harameyn,
İshak el-Şirazî ve İmam-ı Gazalî gibi sünnî müderrisler görev alarak, Bâtınî-Şiî
tasallutuna geçit vermemişlerdir. Meselâ İmam-ı Gazalî bir taraftan Bâtınî ve
diğer sapık kollarla mücadele eder ve Kur’an, sünnet ve icmâ çerçevesinde
kıyasla bu mezheplerin bâtıl olduğuna dair eserler kaleme alırken, diğer
taraftan da talebelerine sünnî itikadı aşılamış, onların ilmî ve fikrî
çıtalarını yükseltmeye gayret sarf etmiştir. Netice itibarıyla fakihler,
âlimler ve mutasavvıflar hep bu medrese ve tekkelerde yetiştirilmiştir. Bu
müfredat ve faaliyetler neticesinde de cemiyete doğru itikat; sünnî akait
aşılanmıştır. Bu ilmî ve itikadî faaliyetler devam ederken bizzat devlet
büyükleri de Hasan Sabbah’ın Haşhaşîleri ile mücadele etmiş, bu fitne ve
fesadın kökünü kurutmaya gayret sarf etmişlerdir. Diğer taraftan da Mısır Fatımîlerinin
saldırılarına göğüs germişler, yapılan muharebelerde Şiîleri bozguna uğratarak
onların işgal ettikleri toprakları yeniden sünnî dünyaya kazandırmışlardır ki,
Mekke ve Medine civarına kadar tahakküm eden Fatımîler, geri püskürtülmüş,
sünnî düşüncenin inkişafı zuhur etmiştir.
İmam
Gazalî’nin Tasavvufa İntisabı
İmam
Gazalî 1058 yılında Horasan’ın Tus şehrinde doğmuştur. İlköğrenimini Tus şehrinde
Ahmed b. Muhammed er-Razikanî’den, daha sonra Cürcan şehrine giderek Ebu Nasr
el-İsmailî’den eğitim görmüş yirmi sekiz yaşına kadar Nişabur Nizamiye
Medresesi’nde ilim öğrenimi sürdürmüş, itikadî düşünce olarak Ebu Hasan
Eş’ari’den ve ameli görüş olarak ise İmam Şafii’den etkilenmiştir. Hocası İmamı
Harameyn Abdülmelik el-Cüveynî 1085 yılında ölünce Nişabur’dan Büyük Selçuklu
Devleti’nin veziri Nizamü’l-Mülk’ün yanına gitmiştir. Nizamü’l-Mülk’ün
huzurunda olan bir toplantıda verdiği cevaplarla diğer bilginlerden üstünlüğünü
kanıtlayınca 1091 yılında Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nin baş müderrisliğine
tayin edilmiştir. Burada geniş bilgisi ve yetiştirdiği kalabalık öğrenci
topluluğuyla kısa sürede ün ve saygınlık kazanmıştır. Bu dönemde Gazalî’nin tasavvufa
yöneldiği görülmektedir.
Tasavvuftaki
mürşidi olan Ebu Ali Farmedî’nin etkisiyle bu alana daha çok önem verdi. Hocası
üstün zekâsı ve çalışkanlığından dolayı ona yakın alaka gösterdi. Burada hadis,
kelam, fıkıh, hukuk, mantık ve münazara ilimlerini öğrendi. Nişabur’da
öğrenimini tamamladıktan sonra Bağdat’a gitti. O zamanda ortaya çıkmış muhalif
fırkaların düşüncelerine cevap verecek üstün bilgili âlim olarak görüldüğünden
hem halk tarafından hem de saray tarafından desteklendi. 1091 yılında
Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nin başmüderisliğine getirildi. Medresenin
başında iken yüzlerce öğrenciye ilim öğretti. Meşhur âlim ve bilginler yetişti.
Burada kısa süre sonra Tus’a dönerek yaptırdığı tekkede talebeleriyle birlikte sufi
bir yaşamı sürdü. Tasavvufa olan ilgisinden ve hacca gitmek istemesinden dolayı
medresedeki görevini bırakarak 1095 yılında Bağdat’tan ayrılarak Şam’a gitti.
Şam’da iki yıl kaldıktan sonra 1097 yılında hacca gitti. Hac görevi sonrasında
Şam’a döndü ve buradan Bağdat yoluyla Tus’a geçti. Şam ve Tus’ta bulunduğu
sürede tefekkür ve uzlet yaşamı sürdü ve tasavvuf alanında oldukça ileri bir
aşamaya geldi. Bağdat’tan ayrılışından on bir yıl sonra 1106 yılında Nizamü’l-Mülk’ün
oğlu Fahrü’l-Mülk’ün ricası üzerine Nişabur Nizamiye Medresesi’nde tekrar
eğitim vermeye başladı. Gazalî 1111 yılında doğum yeri olan Tus şehrinde vefat
etti.
İki
Eserden (Kimya-i Saadet ve El-Münkız Mine'd-Dalâl) Sohbet Tarzında iki Örnek
İmam
Gazalî’nin doğduğu ve büyüdüğü yer olan Tus, o yüzyılda büyük bir tasavvuf
merkezi olarak anılıyordu. Silsile-i Saadât’tan olan hocası Ebu Ali Farmedî’den
dersler alarak, tasavvuf konusunda icazet aldı. Gazalî’ye göre tasavvuf,
insanın manevî hastalıklarından kurtulmasında en önemli etkendir. Kimya-i
Saadet adlı eserinde şöyle der: “Beden kalbin ülkesidir. Bu ülkede kalbin
birçok askeri vardır. Kalp ahiret için yaratılmıştır. Allah’ı tanımak ise onun
yarattıklarını bilmekten geçer. İnsanın bâtınında olan sıfatların bir kısmı
hayvanlara bazısı yırtıcı hayvanlara, bazısı şeytanlara ve bazısı meleklere ait
olan sıfatlardır. İnsan bunların hangisinden olduğunun farkına varmalıdır.
Çünkü insan bunları bilmezse doğru yolu bulamaz. Bu saydığımız sıfatların her
birinin gıdası farklıdır. Hayvanın gıdası yemek, uyumak ve çiftleşmektir.
Yırtıcı hayvanların gıdası mutluluğu da parçalamak, saldırmak ve öldürmektir.
Şeytanların gıdası ise aldatmak, hile ve kötülük yapmaktır. Meleklerin gıdası
ise Allah’ın cemalini müşahede etmektir. Hırs, hayvan ve yırtıcı hayvan
sıfatları melekliğe çıkan yol değildir. Eğer sen aslında melek cevheriysen
Allah’ı tanımaya uğraş ve kendini o cemali müşahede edecek hale getir. Kendini
öfke ve şehvetin elinden kurtar ve bu hayvan sıfatlarının sende niçin
yaratıldığını anlamaya çalış.”
İmam Gazalî yaşadığı
dönemde hakikati bulmak isteyen insanların dört kısma ayrıldığını ve her
birinin hakikati kendi yolunda aradığını gördü. Bunlar; felsefeciler,
kelâmcılar, sofiler, Bâtınîlerdi. Hepsinin görüşlerini inceleyerek; kelâm,
felsefe ve Bâtınîlik yolunu kitaplarında ayrıntılarıyla anlattı ve sufilerin
yolu olan tasavvufa yönelerek hakikati bu yolda aradı. Gazalî geçirdiği bu
süreci El-Münkız Mine'd-Dalâl adlı kitabında şöyle anlatır: ''Gençliğimden
itibaren 50 yaşımı aştığım bu ana gelinceye kadar, bu engin denizlerin
derinliklerine dalmaktan hiç geri durmadım. Coşkulu denizlere çekingen
korkaklar gibi değil, cesur kimselerin dalışı gibi daldım, gördüğüm her
meselenin üzerine atladım. Her zorluğun içine apansız girdim. Her fırkanın
inanış ve fikirlerini inceliyor, her grubun tuttuğu yolun inceliklerini ortaya
çıkarmaya çalışıyordum. Araştırdığım fırkaların hak veya batıl, sünnete uygun
veya bidat sahibi olmaları konusunda ayrım yapmıyordum. Bâtınîlik yolunu tutmuş
her fırkanın, bu düşünceyle ne hedeflediklerini öğrenmeye çalıştım. Zahirîlik
yolunu tutmuş olanların, bununla neler elde ettiklerini ortaya çıkarmaya gayret
ettim. Felsefe yolunu tutmuş olanların, sahip oldukları felsefeyi bütün
esaslarıyla öğrenmeye özen gösterdim. Hiçbir kelâm âlimini dışarıda bırakmadan
kelamdaki yöntemini ve mücadelesini öğrenmeye çaba gösterdim. Bütün gücümle ne
kadar tasavvuf ehli var ise onun sufiliğinde ki sırları öğrenmeye, ne kadar
abid var ise bu ibadetleriyle neler kazandığını araştırmaya çalıştım. Bütün
zındıkların, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kabul etmeyenlerin, bu inanış
veya inkarlarının arkasında yatan sebepleri titizlikle araştırdım. Her şeyin
hakikatini öğrenmeye karşı duyduğum susamışlık; baştan ve gençliğimden beri
tuttuğum yol ve benim bir hasletim olmuştur. Bu hasletler, Allah tarafından
benim yaratılışıma ve hamuruma katılmış özelliklerdir; benim seçimim ve
tercihim değildir, demek suretiyle ruhunun huzura ermesi ve sükuneti bulmasının
hakiki unsurunun tasavvufa intisabı olduğunu manevi hayat ve hâl ilminin bildikleri
ile amil olmanın da ne kadar önemli olduğunu dile getirmiş, örnek ve önder bir
şahsiyet olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA
Abdülkerim
Özaydın, “Selçuklular” DİA.
Abdül
Kayyum, İmam Gazalî’nin Mektupları, (Çev. Gürsel Uğurlu), İstanbul 2002.
Ahmet
Yaşar Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti (1040 – 1092), İstanbul 2002.
Erdoğan
Merçil, Büyük Selçuklu Devleti, İstanbul 2020.
İbrahim
Kafesoğlu, Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, İstanbul 2018.
Osman
Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, İstanbul 2010.
Osman
Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, İstanbul 1996.
Tarık
Velioğlu, Allah Dostlarından Mektuplar, İstanbul 2009
Resul KESENCELİ
Yazarİstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ
20 Temmuz 1785 tarihinde Topkapı Sarayı’nda hayata gözlerini açtı. Babası Sultan I. Abdülhamid, annesi Nakşidil Sultan’dı. Sultan Abdülhamid’in en küçük oğlu, Sultan IV. Mustafa’nın da kardeşiydi. Çoc...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Saat kulelerinin ortak özellikleri şöyle sıralanabilir: Saatler her saat başı saat sayısı kadar veya saat başı tek vuruş yapacak şekilde imal edilmişlerdir. Bazı saatler her saat başı saat sayısına il...
Yazar: Resul KESENCELİ
Bâtınîliğin Ortaya Çıkması Bâtınîlik/Bâtınîyye; gizli olmak, bir şeyin iç yüzünü bilmek anlamındaki batn veya butûn kökünden türeyen bâtın kelimesine nisbet ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir terimdir...
Yazar: Resul KESENCELİ