VELİLERİN AKLI KULLANMAYA VERDİKLERİ ÖNEM
İslâmiyet dini akla büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim, pek çok ayetinde, insanı göklerin ve yerin yaratılışını düşünmeye davet ederek şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takip edişinde akıl sahipleri için birçok deliller vardır."[1] "Kendinizde de nice deliller var; bunları hâlâ görmeyecek misiniz?”[2] Kur’an-ı Kerim bu ve benzeri birçok ayetlerle akıl sahiplerini düşünmeye sevk etmiştir. İnsan aklı sayesinde Yaratan’ın hitabına muhatap olmuş ve dinin yükümlülükleri ile mükellef olmuştur. Malumdur ki aklı olmayanın dinî mükellefiyeti de yoktur. “Zira akıl ve özgürlük, dinî tekliflerin kabıdır. Akıl olmadan ne Allah’ı bilmek ne de dini teklifleri yerine getirmek mümkündür. ‘Aklı olmayanın dini yoktur.’ şeklinde kültürümüze yerleşen kelam-ı kibar aklın dindeki yerini çok güzel anlatmıştır.”[3] Olgun insan, hisleri ya da duyguları ile değil aklı ile hareket eden kimsedir. Zira duygular şeytanın tesirine son derece açıktır. Şeytan duygusallık silahını kullanarak birçok insanın ayağını kaydırmıştır. Akıl, duyguları dengeleme görevini yerine getiremediğinde, duygular insanı esaret altına alacak ve onu yanlış mecralara sürükleyecektir. İnsanlık tarihi, duygularına kapılarak hata ve günah çukurlarına yuvarlanmış insanların fecaatleri ile doludur. Elbette ki insan çeşitli olaylar karşısında zaman zaman duygulanır. Bir yakını vefat ettiğinde üzülmesi, bazı durumlarda müteessir olması son derece normaldir. Her insanın duyguları vardır. Duygusallık denildiği vakit, bundan duyguların gereğinden fazla yoğunlaşması ve insanın dış etkilerden çok fazla müteessir olması anlaşılmaktadır. Dolayısıyla duygusallık insanın düşünce süreçlerini akamete uğratan bir faktör olduğu için insanı hayat yolculuğunda zayıf düşürür. Burada şu iki şeyi de birbiri ile karıştırmamak gerekir. İnce ruhlu, merhametli, nazik ve nahif olmak başkadır, duygusal bir kırılganlık hali içerisinde zayıf bir karakter sergilemek başkadır. Hele ki zorlaşan hayat şartlarında çocuklarımızın duygusal yetiştirilmesi hiç doğru değildir. Mümkün olduğu kadar çocuklarımızı hayatın büyük sorunlarına hazırlamalı, sorunlar karşısında duygusal ve kırılgan bir pozisyon almamaları için önlemler almalıyız. Duygusal çocukların ne kadar zayıf ve korunaksız olduğunu gözlemleyen bir eğitimci ve bir baba olarak kendi çocuklarıma da öğrencilerime de “Hocam ben çok duygusalım.” dediklerinde bunun iyi bir şey olmadığını, duygusallıktan kurtulmaları gerektiğini söylüyorum. Çelik karakterli kişilerin duyguların, hislerin peşine takılan kimseler değil, akılla hareket eden kimseler olduğunu söylüyorum. Yapılması gereken bellidir, Allahu Teâlâ’nın bize verdiği akıl mekanizmasını kullanmak. Bu mekanizma iyi işletilmediği takdirde, insan hayatı zorlaşacak ve sorunlar üretmeye başlayacaktır. Başımıza gelenlerin en önemli nedenlerinden birisi de kuşkusuz ki aklımızı yeteri kadar kullanmamamızdır. Nitekim Cenab-ı Allah ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “O, akılını kullanmayanların üzerine iğrenç bir pislik kılar.”[4] Öfke, inat, sarhoşluk gibi duygular veya duygulara tesir eden faktörler insanın aklını örter ve onu yanlışa düşürür. Balasagunlu Bilge Yusuf Has Hacib insanı yanlışa düşüren ve mutluğu gideren unsurları şöyle sıralar: “Şunlar insana kötülük verir: Birincisi yalan söylemek, ikincisi sözünden dönmek, üçüncüsü sarhoşluk, diğeri de inatçılıktır. Yakışıksız hâllerden birkaçı da kaba davranışlar, boş boğazlık, öfke ve gazaplanmaktır. Bu halleri kendisinde toplayan insandan kutsal mutluluk kaçar, gider.”[5] Demek ki mutluluk, duyguların esaretinden kurtulmamıza bağlıdır. Bütün kıymetli İslâm âlimlerimiz gibi tasavvuf büyüklerimiz de aklı kullanmanın öneminden bahsetmişler ve her zaman akıl dairesinde hareket etmeyi önermişlerdir. Bazılarının zannettiği gibi sûfîler akla önem vermeyen, duygularıyla hareket eden, hislere hitabeden veya aklı küçümseyen kimseler değildir. Hiçbir sûfî; “Aklınızı terk edin, hislerinizle ya da duygularınızla hareket edin.” dememiştir. Onları iyi anlamak gerekir. Onlar bazı hakikatlere akılla ulaşılamayacağını, bazı makamlara da akılla yol alınamayacağını söylemişlerdir ki bu büsbütün aklı terk ettikleri anlamına gelmez. Bunun tam tersi onlar talebelerini daima akıllarını kullanmaya yönlendirmişlerdir. Nitekim evliyanın büyüklerinden Abdulkadir Geylani Hazretleri bu konuda şöyle öğüt veriyor: "Ey Cemaat! Kötü heveslere kapılmayın. Aklınızı, mantığınızı çalıştırın. Hisle, hevesle hareket etmeyin. Bunlarla olan yolda kalır. Size bir hal olmuş; hep duygularınızla hareket etmektesiniz. Mantığınız ve aklınız çalışmaz olmuş."[6] Bazı sûfîler aklını kullanmayan kimse ile yarenlik etmeye bile sıcak bakmamışlardır. İbn Yezdânyâr’a biri gelip birisiyle arkadaş olmak istediğini söylediğinde aralarında şöyle bir konuşma geçer: - O nasıl biridir? - Dindardır. - Aklı nasıldır; sen ona bak. Çünkü dindarlığı kendine, aklı ise sana yarar.[7] Tasavvuf bilinçli insan yetiştirme mektebidir. “Bilinç” unsuru kulluğun en önemli vasfı olduğundan, sûfîler tarafından daima bir bilinç hali önerilmekte ve asla ayakları yere sağlam basmayan; akıllıca hareket etmeyen insanlar yetiştirilmek istenmemektedir. Nakşîliğin esaslarından olan “Vukuf-u adedî, Vukuf-u zamanî ve Vukuf-u kalbî” prensipleri de insanın bilinçli bir hâl alması içindir. Yani bu prensiplerle, salikin kalbinden geçenlere, zaman bilincine ve zikrullahın adedine vakıf olması sağlanır. Yusuf Has Hacib insan için en güzel arkadaşın akıl olduğunu söylemiş ve şöyle nasihat etmiştir: “Akıllı insana aklı yeterli bir eştir. Akıl senin için iyi bir arkadaş, bilgi de çok merhametli bir kardeştir. Bilene bilgisi yeterli bir geçimliktir. Bilgisizin düşmanı kendi bildikleri ve yaptıklarıdır. Onun başka bir düşmana ihtiyacı var mı? Bu ikisi yeter. Bilgisizin yaptıkları onun için kötü bir arkadaştır. Bilgisiz kişiye bilgisiz sıfatı yeterli bir hakarettir.”[8] Yusuf Has Hacib’in bilgiden kastı elbette ki faydasız bilgiler değildir. Bilgiler arasında en faydalı olanı, insanı erdemli ve faziletli olmaya yönlendiren bilgilerdir. Bu konuda Sokrat’ın güzel bir sözü vardır, şöyle der: “Çok şey bilme, her hünerden anlama, dediklerimizi elde etmiş olmak, bunların arasında iyiyi öğreten bilgi olmadıktan sonra, bir şu, bir bu bilginin arkasından gitmek, şiddetli bir fırtınanın oyuncağı olmak değil midir?”[9] Mutasavvıflar talebelerini akıllı ve mantıklı olmaya yönlendirirken onların akıllarını yücelterek hadlerini aşmalarını da istememişlerdir. Ebubekir Vasıtî Hazretleri’nin şu sözü aklın ne amaçla kullanılması gerektiğini izah eder mahiyettedir: "Akıl ubudiyetin yerine getirilmesi için bir alettir."[10] Abdulvahid bin Zeyd Hazretleri’nin şu sözü de mutasavvıfların bu konudaki tutumunu özetlemektedir: “Gerçek sûfîler akıllarıyla sünneti tam anlamaya gayret eden, kalpleri ile ona bağlanan ve nefislerinin şerrinden de Cenab-ı Hakk’a sığınan kimselerdir.”[11] Aynı hakikati, son dönem mutasavvıflarından Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi de şöyle ifade eder: Hükm-i Kur'an'a uyup sünnete kılmaz ittiba, Kendi butlanından uydurma dalaletler gelir. İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de nefsini hevasına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören)dir.”[12] İbn Hazm akıl sahibinin yapması gerekenleri sıralarken adeta bu hadis-i şerifi şerh etmiştir: “Üzüntüyü atmanın tek yolu Allah için çalışmaktır. Bundan başkası sapkınlık ve akılsızlıktır. Sen de nefsini ondan daha üstün olmayan şeye feda etme. Bunun tek yolu da Allah (c.c.) için Hakk'a davetçi olacaksın, O'nun harim-i himayesinde duracaksın, seni Yaratan’ın sana borç etmediği kıymetsiz şeyleri defedeceksin, mazluma yardımcı olacaksın. Dünyaya nefsini teslim eden, cevheri taş karşılığında satan gibidir. Dini olmayanın mürüvveti olmaz. Akıl sahibi, nefsine cennetten başka paha görmez.”[13] Bütün İslâm âlimlerinin ve ariflerinin aklın önemi üzerinde durdukları anlaşılmaktadır. Fakat bu hususta ideal bir bakışa ve ideal bir yola ulaşmak Allahu Teâlâ’nın inayeti ve nusreti iledir. Nitekim İbn Hazm’ın da dediği gibi: “Eğer Cenabı Hak dinde tevfik ve dünyada saadetle teyid etmezse akıl faydasız şeyler üzerinde durur.”[14] [1] 3/Âl-i İmrân, 190. [2] 51/Zâriyât, 21. [3] Dr. Mehmet Sürmeli, Kur’an ve Sünnete Göre Çocuk Eğitimi, Asalet Yayınları, İstanbul, 2021, s. 12,13. [4] 10/Yunus, 100. [5] Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib, Hazırlayan Yaşar Çağbayır, TDV Yayınları, s.32. [6] Fethu'r-Rabbani, s. 36. [7] Bkz. Abdülmelik bin Muhammed Harkûşî, Tehzîbü’l Esrâr fî Usûli’t Tasavvuf, s. 239. [8] Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib, Hazırlayan Yaşar Çağbayır, TDV Yayınları, s.32. [9] Eflatun, İkinci Alkıbıades, Çeviren: Suat Baydur, İstanbul, 1997, s. 31. [10] Feridüddin Attar, Tezkireü'l Evliya II, Tercüme Süleyman Uludağ, İstanbul, 2002, s. 314. [11] Selvi, Dilaver, Kur'an ve Tasavvuf, İstanbul, 1997, s. 43. [12] Tirmizî, Kıyâmet, 25; İbni Mace, Zühd, 31. [13] İbn Hazm, Nefislerin Tedavisi, Tercüme: Selahaddin Kip, s. 15. [14] İbn Hazm, Nefislerin Tedavisi, Tercüme: Selahaddin Kip, s. 21.
Aydın BAŞAR
YazarBazen içinizden bir rüzgâr eser, yücelerden bir selâm erişir ve yerinizde duramazsınız. Sanki bir yerlerden haber gelmesini bekliyormuş gibi bir heyecan kaplar içinizi… Sebepleri var eden Allah (c.c.)...
Yazar: Aydın BAŞAR
Adamın biri, oğlunu Bağdat’ta yaşadığı söylenen çok arif, âlim bir zâtın yanına verip yetiştirmek istemiş. Anadolu’dan kalkıp âlimin yanına gitmişler. Gittikleri yerde çok hoş karşılanmışlar. İkramlar...
Yazar: Selçuk ALKAN
Edip Ahmed b. Mahmud Yüknekî tarafından XII. yüzyılda yazılmış, Türk dili, edebiyatı ve kültür tarihinin önemli kaynaklarından olan Atebetü’l-Hakâyık, Hakikatler Eşiği anlamına gelmektedir. Dâd İspehs...
Yazar: Hamit DEMİR
Kur’an da bildirildiğine göre, kavmi kendisini yalanlayınca Hazreti Nuh (a.s.) Allahu Teâlâ’ya sığınmış ve “Ennî mağlubun fentesır/ Ben yenildim yardım et.” diyerek tazarru ve niyazda bulunmuştu.[1] H...
Yazar: Aydın BAŞAR