OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN DERGÂHINDA NEFİS TERBİYESİ
Hulûsi Efendi nefis terbiyesini selâmete ermek olarak nitelendirmekte, kişinin nefis terbiyesi ile kemâle ereceğini belirtmekte ve nefis terbiyesinin yaratılış gâyesine bürünmeyi sağladığından bahsetmektedir: Bu nefsi katl edip ey cân selâmet ber-kenâra çık Anın katline tevhîd gibi bir keskin sinân olmaz[1] Nefsin öldüren kişinin bahtı âlîdir yarın Katl-i nefs etmek sana âlî gazâdır ey gönül[2] İnsan nefsini terbiye ettiği oranda Hak katında kıymet kazanmaktadır. Allah katında üstün olan temiz nefis sahipleridir. Nefsinin güdümünde olanlar, nefsânî arzularının peşinde ömür tüketenler ne kıymet ne de değer sahibidirler.[3] Osman Hulûsi Efendi, Dîvân’ında insanın nefsini bilmesini ve ilâhî rızâya kavuşmasını şu şekilde dile getirmektedir: Ey Hulûsî nefsini bilmek sana farzdır işit Nefsini bilmek hakîkatda rızâdır ey gönül[4] İhlâs ile hâs eylemeden gönlü Hulûsî Emmâre-i nefsin yönü Rahmân’a yönelmez[5] Olmaz visâl ümîd edende ümîd-i cân Cân vermeyende ne ümîd-i visâl edem[6] Âciz Hulûsî’yim yüzü karayım sana kulum Bir başka bâb hâşâ ki üstüvâr edem[7] Hakk’a yalvaran Hulûsi Efendi, Allah’tan kendisine sonsuz lütfuyla muâmele etmesini¸ kusur ve kabâhatlerinden dolayı kendisini cezâlandırmamasını niyâz etmekte ve ilâhî huzurdan başka bir kapıya varamayacağını¸ kimseden medet umup beklentiye koyulamayacağını dile getirmektedir. [8] Bir gün gelir bu âlem-i hayât âlem-i hayâl olur Dehrin nesi varsa cümle pâymâl olur Her demi zevk ile geçen eyyâmın Âhir encâmı firkat ü melâl olur.[9] diyen Osman Hulûsi Efendi’ye göre, gündelik hayatın seyrine kapılanlar, sınır tanımadan oyun, eğlence, zevk u safâya düşkün olanların sonu perişan olacaktır. Kulluk şuuru içerisinde dünya hayatında ömür süremeyenler sonunda dertlere dûçâr ve acılara maruz kalacaklardır. Mü’min olan kullara yakışan ne ifrat ne de tefrit hâlidir, onların asıl vasfı itidal, denge ve orta ümmeti olmalarıdır. Gülüşümüz de ağlayışımız da kulluğumuz da eğlencemiz de itidal çizgisi içerisinde olmak durumundadır. Hakk’ın rızâsı câdde-i kübrâdır, dosdoğru ve şaşmaz ölçülere sahiptir, insaf ve iz’an sahiplerine yakışan da İslâm’ın ana caddesinden sapıp tali yollara girmemektir.[10] Günah işleyerek, hatâlar üstüne hatâlara maruz kalarak, dünyanın debdebesine aldanarak ve Allah’ın zikrinden gâfil kalınarak mânevî hastalıklara müptelâ olmaktayız. Nasıl maddî hastalıklarımız için en iyi tedavi yolları aramamız gerekiyorsa, mânevî hastalıklarımızdan kurtulmak için de en uygun sağlık ölçütlerine riâyet etmemiz gerekmektedir. İçine düşülen mânevî inkıraz hâlinden ne yapıp edip kurtulmanın çarelerini aramalıyız. Nefsin esâretinden kurtularak süflî arzular yerine ulvî duygulara bürünmek, hatâlarımıza pişman olup hayırhah olmaya çalışmak, işlenen kötülükler yerine iyilikleri çoğaltmak gerekmektedir. Hulûsi Efendi, bizlerden ömür sermayemizi dikkatli harcamamızı¸ Allah’ı yar edinmemizi, ilâhî emirlere sımsıkı sarılmamızı, gönlümüzü Hakk’ın nazargâhı kılmamızı istemektedir. İlâhî sevgiden bir anlık ayrı kalmak, Allah’a kullukta gerçekleşen en küçük ihmaller bizleri belâ ve musibetlere maruz bırakacaktır.[11] İnsan nefsinin kulu ve kölesi olunca gönül hânesi târumâr olur, ilâhî güzellikler tecellî etmesi gerekirken yıkılıp harap olur. Bu duruma Hulûsi Efendi şu şekilde dikkat çekmektedir. Esîr-i bend-i nefs olup sarây-ı gönlümü yıkdım Olanca varımı yağmalayıp mahv u fenâ kıldım.[12] Nefsin kötü hasletleri giderilip yerine güzel ahlakla bezenmesi sağlanınca sûfînin ahlakı güzelleşecek, baştan ayağı edep numûnesi hâline gelecek ve insanlık örneği konumuna gelecektir. İnsanın mutluluğunu engelleyen insanın içindeki nefis düşmanıdır. İçimizde şeytanın yardakçısı ve kendimizin düşmanı olan nefse karşı her an mücâdele içerisinde olmak bir vecîbedir. Kalbin tasfiyesi, ruhun uyanışı, bedenin salahı, zihnin berraklığı, aklın nezâheti ve ahlakın güzelliği ancak nefis eğitimi ile sağlanacaktır. Kur’an’ın ifadesiyle içimizdeki nefis düşmanı her fırsatta bizlere kötülüğü emretmekte, bizlerin yükseliş seyrini engellemekte ve mutluluğumuza ket vurmaktadır. Nefisle mücâdele azim ve gayret ister, sebat ve istîdât ister, her şeyden önce de Allah’ın lütuf ve desteğine ihtiyaç duyar. Hulûsi Efendi nefsin amansız bir düşman oluşunu şu dizelerle dile getirmiştir: Bu nefs-i bed-likânın leşkeri yağmâ eder varım Kerem kılıp inâyetle bu tuğyâna eriş ey yâr[13] İnsanı dertten derde sokan, başını belâlara maruz bırakan, insanlık cevherini çürüten ve benlik putuna dönüşen nefsin hevâ ve heveslerine aslâ uyulmaması gerektiğini Hulûsi Efendi şu şekilde öğütlemektedir: Ey gönül gel edelim tevbeler isyânımıza Dahi bel bağlayalım sıdk ile sultânımıza Başımız uğruna koyup sürelim yüz yoluna Ola ki lutf ile rahm eyleye efgânımıza Ağlayalım gece gündüz akıdıp göz yaşını Erişe bir nazarı dîde-i giryânımıza Edelim terk-i hevâ vü hevesi cümle ne var Nice dil uzatalım sevgili ihvânımıza Dile dil-dârımız ol yârımız atar okunu Derd ile çâk etdiğin sîne-i uryânımıza Nice bin îd ile bin neş’e husûle gelecek Bir kadem basdığı an lutf ile vîrânımıza Ey Hulûsî bizi ta’n eylemeğe kasd kılan Nazar etmez mi aceb aşk ile sûzânımıza[14] Nefis öncelikle bizlerin varlığına kasdeder, bizleri iflasın eşiğine sürükler, bizleri her fırsatta zarara uğratır ve perişan olmamızı sağlar. Kişinin nefsiyle barışması değil cedelleşmesi, nefsiyle uyuşması değil hesaplaşması, nefsini kendi haline bırakması değil kontrol altında tutması gerekmektedir. Nefis arzularını gerçekleştirmek için her fırsatı değerlendirmeye, kendi yardımcılarını ve destekçilerini harekete geçirmeye çalışır. Hulûsi Efendi bu hakîkati şöyle dile getirir: Nefsinin askerini kahra müdârâ kılma Dostlara lutf eyle düşmâna müdârâ başka[15] Ma’rifetü’n-nefis tasavvufta bir yükümlülüktür. Kişiyi nefsine bende kıldıran cehâletidir. Nefisle terbiye için öncelikle ilim ve mârifet gerekmektedir. Nefsin oyunlarını yakından tanımak, hilelerine dikkat kesilmek, aldatmasına kanmamak gerekmektedir. Nefsin hile ve desiseleri insanı insanlıktan çıkarmakta, dostları birbirine kırdırmakta, düşmanlıkları cemiyet ortamında artırmakta, insanın varlığına kasdetmektedir. Hulûsi Efendi nefsi aradan çıkarmadan dosta ulaşmanın nasip olmayacağını dile getirmektedir. Bundan sonra ise insanın yapacağı nefsinin zaaflarını, kusurlarını fark edebilmesidir. Hulûsi Efendi bu hususu şöyle dillendirir: Hulûsî nefsini râm eyle nefsin râmî olmazdan Anı bas pehlivân ol başka bir mağlûb arama[16] Nefsin aymazlıklarını, eksiklik ve zaaflarını dikkate alması gereken insan nefisle cihadın en büyüğünü gerçekleştirmeli, nefsine egemen olmalı ve nefsânî arzularına hâkim olmalıdır. Nefsiyle cihadı ciddiyetle sürdüren sâlik iki cihanın saâdetini kazanacaktır. Nefsi ile mücâdelesini sürdüren alperenler gerçek pehlivan konumuna geleceklerdir. Hulûsi Efendi bu gerçeği dizelerinde şöyle dile getirmektedir: Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama[17] Nefisle cihadın başarısı dervişin niyetinin selâmetine ve gâyesinin ulvîliğine bağlıdır. Nefsin terbiyesinde kişinin niyetini ilâhî rızâya büründürmesi gerekmektedir. Hulûsi Efendi ihlâs olmadan nefs-i emmâreden kurtulmanın imkânsızlığını şöyle dile getirir: İhlâs ile hâs eylemeden gönlü Hulûsî Emmâre-i nefsin yönü Rahmân’a yönelmez.[18] Hulûsi Efendi’ye göre nefis terbiyesini gerçekleştirmede gerekli ölçütlerden bir diğeri can zevkine ermektir. Dervişin can zevkiyle nefsânî arzularını dizginlemesi, arzu ve heveslerini bayağılıktan ulvîliğe dönüştürmesi gerekmektedir. Nefsânî arzuların vereceği zevke değil, can zevki ile elde edilecek zevke büründürülmektedir. Bu hakîkati Hulûsi Efendi şöyle ifade eder: Cân zevkine yet nefsi bırak tâlib-i Hakk ol Her derdine dermânın ola merhem-i sohbet.[19] Nefis ile cihadın bir diğer başarı şansı Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyyen uymaktır. Dervişin nefsânî arzulara gâlip gelmesinin yolu ilâhî emirlere sımsıkı sarılmasına bağlıdır. Nefis ibâdet ve tâatten hoşlanmaz. Nefsi itâat ve kulluğa zorlamak, hayır ve kullukta sebât etmesini sağlamak esastır. Bu durum Dîvân’da bu şu şekilde zikredilir: Nefsin başı hoş olur gerçi bî-namâz ile Sen namâzı bırakma mi’râc et namâz ile.[20] Nefsânî arzularını sınırlandırmayı ve gönlü Allah aşkı ile aydınlatmayı hedefleyen Hulûsi Efendi, Allah’a ulaşmak ve ebedî mutluluğa erebilmek için nefsin kötü hasletlerinden kurtulmasını elzem görmektedir. Hulûsi Efendi nefsin temizliği bağlamında ihlâsı, can zevkini, tâat ve gönül eğitimini esas olarak kabul etmektedir. Hulûsi Efendi’ye göre hevâ ve hevesler nefsin birer silahıdır. Nefsin tuzaklarıyla mücâdele ederken sâlikin en büyük gücü ihlâstır. Niyetinin safiyeti, ihlâsının nezâheti ve ilâhî emirlere tam teslimiyeti nefsin arzularını dizginlemesini sağlayacaktır.[21] Nefsin arzularına karşı tavır koyan kişiye ilâhî aşk kapılarının açılacağını Osman Hulûsi Efendi şu şekilde dile getirmektedir: Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama.[22] Sînene yazdınsa eğer nakş-ı hayâl-i dil-beri Gayrıya bakma Hulûsî var şeb ü rûz arama.[23] Tasavvufî gelenekte esas olan vahdettir. Kişinin kesrette boğulmaması gerekmektedir. Aşk ehlinde ikilik olmaz. Benlik davasını değil, ilâhî davayı ön plana çıkarır. Hakk’ın vücûdundan/var oluşundan gayrısı yok hükmündedir. Vahdette ikilik düşüncesi söz konusu olamaz. Derviş özünü de yüzünü de ten dünyasını da ruh dünyasını da Hakk’a yöneltmelidir. Vahdet sırrına ermenin yolu ikilikten kurtulmaktır.[24] Sana matlûb sensin ey dil gayrı bir söz arama Sendedir ol görecek yüz taşradan yüz arama Kendi mir’âtına nazar eylesen yârı görürsün Cân gözünden gayrı ana açacak göz arama Sıdk u ihlâs ile koy gel kapısında baş u cân Tâ sana râm ola dil-ber gece gündüz arama Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama Sînene yazdınsa eğer nakş-ı hayâl-i dil-beri Gayrıya bakma Hulûsî var şeb ü rûz arama.[25] Tarîkatta ilk iş nefsin tezkiyesidir. Nefsin tezkiyesi gerçekleşmeden diğer merhaleler geçilemez. Nefis terbiyesi kişinin kendi kendine gerçekleştireceği bir eylem değildir. Nefis terbiyesi her bakımdan yetkin kâmil bir mürşidin nazarı, telkini, desteği ve yönlendirmesiyle gerçekleşir. Nefis terbiyesi ortam işidir. Öncelikle çevrenin sâlih şahsiyetlerden oluşması, ahbâb ve yaranının düzgün ve sâlim kişilerden oluşması gerekmektedir.[26] Zorlu bir süreç olan nefis terbiyesini gerçekleştirebilen dervişler dillerini kem sözlerden, gönüllerini fasit duygulardan, organlarını yanlış eylemlerden, zihinlerini sakat düşüncelerden kurtarırlar. Velâyet sultanı olmanın yolu nefsi ıslahtan geçmektedir. Hak dostlarının meclisinde nefsâniyet her daim devre dışı bırakılmıştır. Osman Hulûsi Efendi de yaranlarını nefislerinin esâretinden kurtulmaya, Hakk’a vuslata çareler aramaya sevk etmektedir. [1] Es-Seyyid Osman Hulûsi Darendevî, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, haz. Mehmet Akkuş & Ali Yılmaz, Nasihat Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2013, s. 98. [2] Ateş, Dîvân, s. 167. [3] Musa Tektaş, “Nefisle İmtihan”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 17, Sayı: 117, Temmuz 2010, s. 28-30. [4] Ateş, Dîvân, s. 167. [5] Ateş, Dîvân, s. 101. [6] Sana kavuşmayı uman kişide can kaygısı olmaz. Senin yolunda can vermeyince ben nasıl vuslat umarım. [7] İlahi! Hulusi kulun kararan yüzü ile Senin rahmetine muhtaç bir kulundur. Böylesi bir kul nasıl kapıya gidebilir? Nasıl başka bir kapıdan medet umabilir? Bkz. Ateş, Dîvân, s. 210. [8] Mehmet Akkuş, “Sadece Cenâb-ı Hakk’a Boyun Bükelim”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 17, Sayı: 126, Nisan 2011, s. 11-12. [9] Ateş, Dîvân, s. 342. [10] Abdülmecit İslamoğlu, “Fenâdan Bekâya”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 17, Sayı: 127, Mayıs 2011, s. 10-11. [11] Mehmet Akkuş, “Ömür Bir Sermâyedir Kıymetini Bilelim”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 18, Sayı: 137, Mart 2012, s. 11-12. [12] Nefsimin tuzaklarının kölesi¸ esiri oldum da gönül sarayımı yıktım. Böylece olanca varımı yağma edip kendimi mahv u perişan ettim. Bkz. Ateş, Dîvân, s. 185. [13] Ateş, Dîvân, s. 43. [14] Ateş, Dîvân, s. 251. [15] Ateş, Dîvân, s. 270. [16] Ateş, Dîvân, s. 11. [17] Ateş, Dîvân, s. 9. [18] Ateş, Dîvân, s. 101. [19] Ateş, Dîvân, s. 26. [20] Ateş, Dîvân, s. 278. [21] Kadir Demirci, “Hulûsi Efendi (k.s.)’nin Dîvânı’nda Nefs”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 19, Sayı: 140, Haziran 2012, s. 30-33. [22] “Aşk yolunun yiğitlerinden olup nefsin saldırısına karşı durdunsa / Sen bu yolun da yiğitlerindensin¸ gel meydan-ı aşka ki; kolay zor deme.” Bu beyitte hakikati bulmanın tek engelinden¸ sevgiliye çıkan yolu kesen eşkıyâ nefisten bahsedilmektedir. Nefse karşı duran kişiye aşkın kapılarının da açık olduğunu ve sevdâ yolunda zor kolay ayrımı yapmaksızın her türlü meşakkate katlananın bu yolun mertlerinden sayılacağı söylenmektedir. Çünkü âşıklık iddiası da diğer tüm iddialar gibi isbata tabidir. Bkz. Erdoğan Kandakoğlu, “Gayrı Söz Arama”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 19, Sayı: 141, Temmuz 2012, s. 12. [23] “Gönlüne yârin hayalini düşürdünse ki bu bir âşıklık belirtisidir/Artık başkasına bakıp boşa zaman harcama.” Gönle bir sevgilinin hayalinin düşmesi olayı kişinin istidatlarına/yeteneklerine bağlı olup aslında ilâhî bir ihsandır. Aşk, Yaratanın öyle güzel bir nimetidir ki gönül aşkın her türlüsüne tamah eder. Aşk kula mürşit olur¸ onu yakar¸ kavurur ve olgunlaştırır. Kişi işte bu aşk ile ayrılık acısını ve hasret duygusunu içinde hisseder. İçine düşülen bu hal sonsuz bir yolculuğun ve arayışın başlangıcıdır. Dünyaya gelen insanoğlunun tek kârı ise bu yolculuk boyunca yaptığı ticarette gizlidir. Yolculuk boyunca yaşanılan zorluklar ve sıkıntılar sevgilinin cemâlini daha yakından seyredebilmek ve bu güzel cemâlin seyrine gönlü alıştırmak içindir. Bkz. Kandakoğlu, “Gayrı Söz Arama”, Somuncu Baba, Yıl: 19, Sayı: 141, s. 12. [24] Hüseyin Alpsoy, “Kaldır Benliği Aradan”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 20, Sayı: 161, Mart 2014, s. 6-9. [25] Ateş, Dîvân, s. 9. [26] Hüseyin Alpsoy, “Kaldır Benliği Aradan”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 20, Sayı: 161, Mart 2014, s. 9.
Kadir ÖZKÖSE
YazarAllah rahmetiyle âlemleri kuşatmaktadır. Allah’ın rahmeti kullarını çepeçevre sarmalamaktadır. Verici olarak Allah rahmetini sonsuz ve devamlı kılmaktadır. Ancak alıcı olarak insanın rahmeti talep etm...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Tasavvuf tarihi boyunca hat sanatına rağbet eden mutasavvıflar, Kur’ân-ı Kerim, Sahîh-i Buhârî, Mesnevî, Şifâ-i Şerîf ve Delâilü’l-Hayrât gibi eserleri yazmayı cana minnet bilmişler, yazı esnâsında ge...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Seyyid Yahyâ-Yı Şirvânî (ö. 870/1466)Azerbaycan’ın Şamahı kentinde doğan Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin tam adı; es-Seyyid Cemâleddîn Yahyâ bin es-Seyyid Bahâeddîn eş-Şirvânî eş-Şamahî el-Bakuvî’dir. İma...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Osman Hulûsi Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezini vuslat arzusu oluşturmaktadır. Onun seyr u sülûk eğitiminde merasim, şekil, sûret ve gösterişe yer yoktur. Yaraları sarmak, sıkıntıları gidermek,...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE