BEDİR SONRASI ŞİİR SAVAŞLARI
Kur’an-ı Kerim’in söyleniş güzelliği, ifade tarzındaki letafet, üslubundaki halavet insanların ruhlarını derinden etkilemiştir. Kur’an’ın, sahip bulunduğu edebî üstünlük ve muhteva zenginliği itibariyle benzerinin meydana getirilememesi özelliğine İcazü’l-Kur’an adı verilmektedir. Kur’an’ın icazını ortaya koyan, açıklayan ilim dalı ise Belâgat ilmidir. Onun mucizevî kelamından, fasih ve beliğ üslubundan etkilenmemek neredeyse mümkün değildir. Cahiliye Dönemi müşrikleri dahi ondan etkilenmişlerdir. Kimileri bunu itiraf etmişler, kimileri ise inkârlarına bir kulp bulmak maksadıyla Peygamberimiz (s.a.v.)’in şair olduğunu, okuduğu ayetlerin ise şiir olduğunu iddia etmişlerdir. Kur’an’da onların bu iddialarından şöyle bahsedilmektedir: “Hayır dediler, (bunlar) saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. Eğer öyle değilse, bize hemen öncekilere gönderilenin benzeri bir ayet getirsin.”[1] Kur’an’ı Kerim’de onların bu iddiası yalanlanmış ve onlara şöyle cevap verilmiştir: “Biz ona şiir öğretmedik; zaten ona yaraşmazdı da. Ona vahyedilen, ancak bir öğüt ve apaçık Kur’an’dır.”[2] Bu ve bu minvaldeki ayet-i kerimelerden, söylenişindeki ahenk ve akıcılığa rağmen Kur’an-ı Kerim’in şiir olarak nitelendirilemeyeceği anlaşılmaktadır. Onun kendine özgü bir yapısı ve üslubu vardır ki bu üslup her bir surede kendi içinde farklılıklar arz eder. Bu da onun muhteva zenginliğinin yanı sıra üslup zenginliğine de işaret etmektedir. Onun şiir olmadığı vurgusunun Kur’an’da birkaç yerde yapıldığını düşünecek olursak, ona şiir diyemeyeceğimiz gibi, bu ayetlerdeki hassasiyete hürmeten onu şiire benzetmek de doğru olmasa gerektir. Çünkü şiir insanın hislerinin ve duygularının neticesidir, dolayısıyla insan ürünüdür. Vahiy ise beşeri kusurlardan arınmış ve sapasağlam bir yol ile Peygamberimiz (s.a.v.)’in kalbine nazil olmuştur. Dolayısıyla Allah kelamı olan vahiy ile beşer kelamı olan şiiri birbirine benzetmek hiç de uygun değildir. Şiir Savaşları Bilindiği gibi Cahiliye Dönemi’nde sözlü edebiyat yaygındı ve şiire çok önem verilmekteydi. Aralarında meşhur olan güçlü şairler de vardı. İslâm’ın doğuşu ile birlikte bazı müşrik şairler bu kabiliyetlerini, İslâm’ın ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in aleyhinde şiir yazarak, adeta şiiri bir silah olarak kullanarak sergilediler. Şiiri duyguları galeyana getirmek ve birbirlerini Müslümanlara karşı kışkırtmak için kullandılar. Tarih boyunca din düşmanları da tıpkı buna benzer bir şekilde batıl ideolojilerini yaymak ve İslâm’a düşmanlık etmek için şiiri kullanmışlardır. Günümüzde bu düşmanlık, sadece şiir üzerinden değil sinema, tiyatro, televizyon, sanat, edebiyat ve bilhassa roman gibi araçlarla sinsi bir şekilde devam ettirilmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise onların şiiri bu şekilde kullandıklarını görüyor ve onlara en uygun şekilde cevap verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Onlar hangi silahlarla sataşıyorlarsa onlara benzer silahlarla cevap verilmeliydi. Nitekim Peygamberimiz onlara en güzel cevabı verebilecek kişileri yönlendirmekten geri durmadı. “Peygamber Şairi” olarak bilinen Hasan Bin Sabit’e; “Onları hicvet. Yemin ederim ki senin onları hicvetmen zifiri karanlıkta okun isabet etmesinden daha etkilidir.”[3] diyerek onu davası için etkili şiir söylemeye teşvik etti. Ka’b bin Malik’in şiir hakkında görüşünü sorması üzerine ise; “Mü’min, kılıcıyla olduğu gibi diliyle de mücadele eder.”[4] buyurarak mü’minlere bir ufuk gösterdi. Biz bugün bu mesajı İslâm düşmanları hangi alanlarda çalışıyorlarsa, o alanları boş bırakmamamız gerektiği şekilde anlayabiliriz. Dolayısıyla Müslümanlar olarak bizlerin bilhassa sanat ve edebiyat alanlarını boş bırakmak gibi bir düşüncemiz olamaz. Bedir Sonrası Bedir Savaşı sonrasında Yahudiler de taraflarını belli ettiler ve müşriklerle beraber İslâm aleyhinde şiir yazma furyasına katıldılar. Bununla ilgili en çok bilinen Kâ'b İbni Eşref vakasıdır. Kâ’b Medine’de yaşayan bir Yahudi’dir. Bedir Gazvesi’nde yetmiş kâfirin öldürülmesine pek üzülmüştür. Kırk kadar adamını yanına alarak Mekke'ye gider ve söylediği şiirlerle müşriklerin intikam duygularını kabartmaya çalışır. Onları Müslümanlarla savaşmaya ikna eder. Medine'ye dönünce de Peygamber Efendimiz ve İslâmiyet aleyhinde şiirler söylemeye devam eder. Onun bu şiirleri Peygamber Efendimiz’i çok rahatsız eder ve kendisinin bu eziyetten kurtarılmasını ister. Bunun üzerine Muhammed İbni Mesleme (r.a.) Hicret’in 3. yılında, kendisi gibi gözü kara dört Müslüman'ı yanına alır ve gidip Kâ'b İbni Eşref'i öldürür. İşte o zaman Fahr-i Kâinât Efendimiz’in bu yiğit sahâbîye; “Fitne sana zarar vermeyecektir.” buyurduğu belirtilmektedir.[5] Müşriklerden Ebû Uzzeh El Cumehî isimli birisi de Bedir yenilginin acısıyla Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ağır hakaretler içeren bir şiir yazar. Bunun üzerine “şairler” anlamına gelen Şuara Suresi’nin şu ayetleri nazil olur: “Şairlere gelince, onlara da yoldan sapmışlar uyarlar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?”[6] Ayetteki ağır hitaptan müteessir olan Rasûlullah’ın ünlü şairleri Hasan bin Sabit, Kâ’b bin Malik ve Abdullah bin Revaha ağlamaya başlarlar. “Ya Rasûlullah Allah bu ayeti indirdiğinde bizim şair olduğumuzu biliyordu.” derler. Peygamberimiz ise bir sonraki şu ayeti okuyarak onları rahatlatır: “Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öçlerini alanlar) başka. Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini (başlarına nelerin geleceğini) yakında görecekler.”[7] İlk Şiir Ödülü Yukarıdaki son ayetten mü’min olup salih amel işleyen şairlerin müstesna tutulduğu anlaşılmaktadır. Kuşkusuz ki Kur’an-ı Kerim’in yerdiği şairler putperestlik döneminin İslâm ilkeleriyle ters düşen şiirlerini yazan bir takım seviyesiz kişilerdir. İslâm’da nefsin zevklerini ve kötülüklerini harekete geçiren şiirler yasaklanmış, ilme, irfana ve faziletlere yönlendiren şiirler ise hoş karşılanmıştır. Peygamber Efendimiz de her zaman şairleri desteklemiş ve teşvik etmiştir. Lebid bin Rabia’nın; “Bilinmelidir ki Allah’tan başka her şey bâtıldır.” anlamındaki mısraını “Şairlerce söylenmiş en doğru söz.” diyerek takdir etmiştir.[8] Yine Ka’b b. Zuheyr; “Muhakkak ki Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Allah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıçtır.” beytini söylediğinde Peygamberimiz duygulanarak üzerindeki hırkasını ona hediye etmiştir. Bu olayı da İslâm tarihindeki ilk şiir ödülü olarak değerlendirebiliriz. Hangi çağda olursa olsun, Allah ve Peygamber için yazılan etkili şiirlerin Peygamber Efendimiz nazarında ne kadar kıymetli olduğunu varın siz bu olaya kıyas edin. Hasan bin Sabit (r.a.)’a bu büyük ödülü veren Peygamberimiz acaba yaşamış olsaydı bizim diğer büyük İslâm şairlerine hangi ödülleri verirdi? İşte bu değer İslâm ümmeti tarafından bir nebze anlaşılmış olmalıdır ki İslâm ümmeti sanatı ve edebiyatı önemsemiş, büyük şairler yetiştirmeyi başarmıştır. Fakat unutulmamalıdır ki Peygamber Efendimiz’in değer verdiği ve şiir söylemeye teşvik ettiği şairler nefsinin gurultularını, duygusal ihtiraslarını şiir formatında sunan kişiler değil İslâm davasının sözcüsü olan, şiirleriyle onu savunan şairlerdir. Dillerinden hikmet ve irfan pınarları süzülen, nuranî ilhamlara mazhar olmuş, Müslümanca düşünüp, Müslümanca yazan, yazarken de haddini bilen ve edebini kuşanan şairlerdir. [1] 21/Enbiya, 5. [2] 36/Yasin, 69. [3] Buhari, Bed’ü’l-Halk, 6, Megazi, 30; Müslim, Fezailü’s-Sahabe, 153. [4] Bkz. Bekir Topaloğlu, İslâm Tarihinden Yapraklar, İstanbul 1981, s. 159. [5] Bkz. Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir, Kitabü’s-Sünne Tercüme ve Şerhi, s. 171. [6] 26/Şuara, 224-226. [7] 26/Şuara, 227. [8] Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 26.
Aydın BAŞAR
YazarKendisiyle tanıştığımda henüz 16 yaşındaydı. Derste, teneffüste, okul bahçesinde ve okul sınırlarının dışında tabiri caizse terör estiren bir kişilikti Cumali... Odama ne zaman bir öğretmen ya da bir ...
Yazar: Selçuk ALKAN
Tasavvuf velilerin yolu olduğu için kar gibi temiz bir yoldur ki asla leke kabul etmez. Onda leke olduğunu zannedenler elmas ile cam parçasını ayırt edemeyen kimselerdir. Günümüzde dine düşmanlık etme...
Yazar: Aydın BAŞAR
Allah’ın güzel kulları Yüce Allah’ın verdiği nimetleri kendilerine aitmiş gibi hissetmezler. Her şeyin Yüce Allah’ın mülkü olduğunu bilir, kendilerini de birer emânetçi olarak görürler. Bu bilinçle el...
Yazar: Aydın BAŞAR
Lügatte “sağlam ve muhkem olmak” anlamına gelen “ve-sâ-ka” ya da “güvenmek, itimat etmek” manasındaki “si-ka/vüsûk” kökünden türemiş bir isim olan mîsâk kelimesi “antlaşma ya da kuvvetli ahid” anlamla...
Yazar: Gökhan ÖZBEK