HER ŞEY ZIDDIYLA KAİM
Kâinat, zıtlıklardan halk edilmiş bir sır muamması… Yaratan, elbet bir hikmet gereği halk etmiş bu tezatları… Biraz tefekkür edersek, hayat devr-i daiminin işleyişinin bu tezatlar silsilesiyle bir sinerji kazandığını da idrak edebilmemiz imkân dahilinde. Zira zıt unsurlar birbirlerini tamamlamaktadır. En önce bir erkek ve bir kadın olmak üzere dünyaya gönderilen Âdem babamızla Havva anamızdır birbirlerini tamamlayan… Akabinde Habil ve Kabil, iyilik ve kötülüğü sembolize ediyor. Karanlık ve aydınlık, gündüz ve gece, ak ve kara gibi pek çok zıt kavram, kendi aralarında birbirlerini tamamlıyor. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de “Her şeyden çift çift yarattık; olur ki düşünüp ibret ve öğüt alırsınız.” (Zariyat, 49) ayeti ve “Her şey zıddıyla bilinir” gerçeği ile ifade edilmektedir. İlmî araştırmalar gösteriyor ki, kâinatta her şey zıddıyla beraber var olur ve zıt güçler olmadan hareket olmaz. Dünyada vuku bulan hadiselere biraz dikkatli baktığımızda, tüm bunların her zaman için iki ayrı yüzü olduğunu idrak etmemiz kaçınılmaz. Değil mi ki atalarımız “madalyonun öteki yüzü” diye ifade buyurmuşlar. Hakikaten her şey zıddıyla kaimdir. Var oluşunu da bu zıddının varlığına borçludur. Gece-gündüz, yaz-kış gibi… Dolayısıyla bunları birbirinden ayrı düşünmek, gerçekte sığ bir idraki temsil eder. Tıpkı yaşam ve ölüm gibi… Ölüm olmasa yaşamın, yaşam olmazsa ölümün ne anlamı kalır ki? Aslında gece-gündüz gibi yaşam ve ölüm de iki ayrı gerçek değil, bir hakikatin farklı iki cihetidir. Zıtlar, sadece öteki zıddını bildirmekle kalmaz, aynı zamanda mefhumların mertebesini de bildirir. Kolaylık, zorluk sayesinde ortaya çıkar, ama ne kadar kolay olduğu, zorun ne kadar zor olduğuyla anlaşılır, tersi de geçerlidir. Aynı şekilde kara, ak sayesinde bilinir ve karanın ne kadar kara olduğu ak sayesinde, akın ise ne kadar ak olduğu kara sayesinde anlaşılır. Velhasıl her şey iki kutupludur ve birbirine zıttır. Nerede ki zıtlar kutuplaşması olur, oradan hareket doğar ve sürekli bir şekilde devam eder. Mevcut durumdan yeni bir durum doğmuş olur. Böylece doğurma süreci tetiklenir ve sürer gider. Mesela hücre bölünmeleri gittikçe girift bir yapıya bürünerek gelişir, dönüşür. Zıt kutuplar, elektrikte akımı meydana getirirken, mıknatısta çekme ve itmeyi tetikler. Gözden kaçan bir hakikat de zıt kutupların küçük bir oranda dahi olsa zıddını muhakkak kendi içinde ihtiva ettiğidir. Mesela gecenin içinde sabah (tan vakti), ışıkta gölge (gölgede ışık) saklıdır. Her meselenin çözümü; sevginin nefreti; eylemsizliğin eylemi; savunmanın saldırısı var. Zıtların biri, diğerinden bağımsız olamaz. Gündüz olmadan gece; gece olmadan gündüz açıklanamaz. Gece olmadığı sürece gündüz de yoktur. Kutuplar birbirinden bağımsız ele alınamaz. Mâşuk olmadan âşığın bir anlamı yoktur. Gerçeğe bakacak olursak zıt dediğimiz şeyler, hakikatte bir bütünü teşkil eder. Mevlâna ve Yunus’ta da aşk kavramı, âşığın kendinden geçip mâşukta varlığını bulmasına işaret eder. Her kış, aynı zamanda baharın habercisidir. Ayrılık olmayınca vuslatı nasıl tarif edebiliriz ki? Tezatlarla dolu olan bir dünyada yaşamak zorundayız; istesek de istemesek de, beğensek de beğenmesek de… Gerçek şu ki bize düşen, bu zıtlıkların hep var olacağını unutmamak… Menfî hadiseler, yani hayatın kara yüzü ile karşılaştığımızda yine de sabır ve tevekkül ile dik durabilmeyi bilmeli ve hayatın bu kara yüzünden sonra ak yüzünün de elbette geleceğini unutmamalıyız. İnsan denen sırlı kâinatın, tezatlarıyla birlikte anlam bulduğunu ve bu gel-gitlerin insanı insan yaptığını gönüllere ne kadar ince ince nakşetmiş “Bizim Yunus” dizelerine… Hak bir gönül virdi bana hâdimedinhayrân olur Bir dem gelürşâdî olur bir dem gelürgiryân olur Bir dem sanasın kış gibi şol zemheri olmış gibi Bir dem beşâretdentogar hoş bâgılabostân olur Bir dem gelür söyleyemez bir sözi şerh eyleyemez Bir dem dilinden dür döker dertlüleredermân olur Bir dem çıkar ‘Arş üzere bir dem iner tahte's-serâ Bir dem sanasın katredür bir dem taşar ‘ummân olur Bir dem cehâletdekalurhîç nesneyi bilmez olur Bir dem talar hikmetlere Câlinûs u Lokmân olur Bir dem dîv olur ya perîvîrâneler olur yiri Bir dem uçar Belkîs'ılasultân-ı ins ü cân olur Bir dem görür olmışgedâ yalın tene geymiş ‘abâ Bir dem ganî himmet ile Fagfûr u hem Hakân olur Bir dem gelür ‘âsî olur Hak zihnini yavıkılur Bir dem gelür kim yoldaşı hem zühd ü hem îmân olur Bir dem günâhınfikrider tos-togruTamu'ya gider Bir dem görür Hak rahmetin Uçmaklar'aRıdvân olur Bir dem varurmescidlereyüzin sürer anda yire Bir dem varurdeyre girer İncîl okur ruhbân olur Bir dem gelür Mûsâ olur yüz bin münâcâtlarkılur Bir dem girer kibr evine Firavn'ılaHâmân olur Bir dem gelür ‘Îsâ gibi ölmişleri diri kılur Bir dem gelür güm-râhleyinyolında ser-gerdân olur Bir dem döner Cebrâîl'e rahmet saçar her mahfile Bir dem gelür güm-râh olur miskînYûnusHayrân olur
Selçuk ALKAN
YazarErgenler, dünyayı yetişkinlere göre çok farklı algılar ve çok farklı tepki verirler. Onların hayata baktıkları pencere, bir yetişkinin penceresinden çok farklıdır. Örneğin, babasının o gün herhangi fa...
Yazar: Selçuk ALKAN
“İnsan yaş aldıkça diğer bir deyimle bunu pek kullanmayı sevmesek de yaşlandıkça, maziye daha fazla bir özlem olur. Çünkü alınan yaşlar bir gün değil ömürden eksile birer hane. Her ne kadar ölümlü dün...
Yazar: Erol AFŞİN
Zâhir ve bâtın şehrinin imarında nice temeller atan merhum Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin hayatına baktığımız zaman yılmadan, usanmadan İslâm’ın yüce ahlâk prensiplerini hâl ve kâl ile s...
Yazar: Aydın BAŞAR
Selçuk Alkan Âlem bir deniz Sen bir gemi Aklın yelkeni Fikrin dümeni Kurtar kendini Ha göreyim seni[1] Hayat; sadece defterde, kitapta bulunan birkaç satır bilgi ya...
Yazar: Selçuk ALKAN