Çiçek Aşısını Osmanlı Keşfetti
Lale bitkisiyle sembolize edilen meşhur devrin padişahı III. Ahmed, İstanbul’daki herkes gibi doğal olarak bahçeyi ve çiçeği çok severdi. Osmanlı’daki adı “şükûfecilik” olan çiçekçilik, onun zamanında bir meslek haline gelmişti. İlginç olansa, çiçeğe bu denli düşkün olan padişahın, çiçek hastalığına yakalanmasıydı. (Aslında bu hastalığa yakalanan ilk padişah değildi. Sultan I. Ahmed, 1604’te tahta çıktıktan bir süre sonra hastalığa ağır bir şekilde yakalanmış ve ölümden dönmüştü.)
Devrin meşhur hekimlerinden Sertıbbâ Mehmed Efendi, Tabip Süleyman Efendi, Ömer Efendi, Reisületıbbâ Müneccimbaşı Mehmed Efendi elbirliğiyle padişahı tedavi etmişlerdi. Hekimler, sultanın derdine derman bulalım derken Çiçek Aşısı’nı (Telkîh-i Cüderî) da keşfedecek ve tıp tarihinde ilk kez Lale Devri’nde 1717 yılında İstanbul’da uygulamaya koyacaklardı. Oysa Avrupa’nın çiçek aşısını keşfetmesine daha yıllar vardı.
Avrupa’da 1600’lerin sonuna doğru “Rhazes” adıyla tanımlanan çiçek salgını çıkmıştı. İngiltere Kraliçesi II. Mary, 1694’te çiçek hastalığına yakalanarak ölmüştü. Hatta Kraliçe Anne’ın tek yasal varisi olan oğlu da 1700 yılında aynı hastalıktan ölmesi üzerine taht boş kalmıştı. Hannover’den Elizabeth’in dedesi George getirtilip tahta oturtulmuştu. Salgın süresince hastalığın, her yıl 400 bin civarında insanın ölümüne sebep olduğu yönünde rivayetler mevcut.
Türkçeye Türkiye (Şark) Mektupları ismiyle çevrilen Montagu’nun eserinin İngilizce baskılarından biri İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi’nin eşi olan Lady Montagu (1689-1762), İstanbul’da kaldığı iki yıllık süre zarfında çiçek aşısının nasıl yapıldığını görmüş ve küçük oğluna 1718’de çiçek aşısı yaptırmıştı. Ayrıca İngiltere’deki arkadaşlarına mektup yazarak, Osmanlı’nın geliştirdiği aşı hakkında bilgi de vermişti.
Hastalık ve aşıyla alakalı 1 Nisan 1717 tarihinde Sarah Chiswell isimli dostuna yazdığı mektubunda geçen satırlar aynen şöyleydi: “Hastalıklar konusunda öyle bir şey söyleyeceğim ki, eminim siz de İstanbul’da bulunmak isteyeceksiniz. Burada bizde son derece yaygın olan ve o derecede amansız olan çiçek hastalığı “aşılama” dedikleri yöntemle zararsız hâle getirilmiş bulunuyor. Bazı yaşlı kimseler, sonbaharın gelmesi ve sıcak günlerin geride kalmasıyla beraber ki genellikle Eylül’ün ikinci yarısında oluyor, bu aşılama faaliyetine girişiyorlar.
Çiçekli hastaların yaralarından aldıkları cerahati, bir ceviz kabuğunun içini dolduracak kadar topladıktan sonra aşı yapacakları kimseye nereden yaptırmak istediklerini soruyorlar. Sonra da gösterilen yere, ucunu bu cerahate batırdıkları büyükçe bir iğneyi batırıyorlar. Hafif bir tırmık kadar bile can acıtmıyor bu batırış. İğnenin ucundaki cerahat damlacığının hepsi böylece damara aktarılmış oluyor. Sonra iğne batırılan yerin hemen üstünü, küçük bir kabuk koyup bir bezle sarıyorlar. Burada belli belirsiz bir iz kalıyor.
Çocuklar aşılama olayından sonra oyunlarına devam edebiliyorlar. Biraz ateş yapıyor, bir iki gün yataktan çıkamıyorsunuz o kadar. Hele bir hafta geçtikten sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi dipdiri ayağa kalkıyorsunuz. Hasta yattığınız süre içinde, iğnenin batırıldığı yerde bir küçük yara meydana geliyor ve akıntı yapıyor. Binlerce kişi bu şekilde aşı yaptırarak bu korkunç hastalıktan korunuyorlar. Fransız Elçisi, bu insanların, tıpkı bizde kaplıcaya gider gibi çiçek aşısı yaptırdıklarını söyledi ki çok doğru. Aşı yaptırıp da ölen hiç yok. Bu ameliyatın tehlikesiz olduğuna sizi inandırmak için şu kadarını söyleyeyim ki, küçük oğlumu aşılattım. Çiçek aşısını bizde, İngiltere’de yaymak için çalışmanın çok vatanseverce bir hareket olduğu inancındayım.”
Lady Montagu, 1718’de Londra’ya döndüğünde, çiçek salgını başlamış ve binlerce kişi ölmüştü. Kendisi, Avrupa’da çiçek aşını ilk uygulatan ve aşının Avrupa’da yaygınlaşmasına öncülük eden ilk kadın olarak tarihe geçti. Keşfin ve aşının Türklerden gelmesi, Avrupa’yı uzun müddet tereddüde düşürdü. Rahipler, aşıyı yaptıranın dinden çıkacağını ilân ettiler.
Papaz Edmund Massey, 1722’de aşıdan “şeytanî bir uygulama” olarak bahsetmiş ve Tanrı’nın inayetini kestiğini iddia etti. 1759’da Fransız Yazar Voltaire, çiçek aşısını savunduğunda dinsizlikle itham edildi. Fransa Kralı XV. Louis, aşı yapılmasını reddettiği için 1774’de ölmüştü Fransa Kralı XV. Louis, 1774’de hastalığa yakalandı; fakat aşı yapılması teklifini reddettiği için öldü. Bu yüzden Avrupalı hekimler, kiliseden korkup çekinerek aşıyı kullanmaya mesafeli durdular.
Nihayet, 14 Mayıs 1796’da İngiliz asıllı Avustralyalı Doktor Edward Jenner (1749-1813), bugün kullanılan çiçek aşısını (vaccination), bilimsel manada geliştirdi. O zamana kadar Osmanlı usulü çiçek aşısı, insanlığın tek umudu olmaya devam etti. Bu noktada Süheyl Ünver’in konuyla ilgili gerçekleştirdiği çalışmalar neticesinde eriştiği ilmî kanaat oldukça önemlidir: “Batı dünyası bu hastalığın tedavi yöntemini ilk defa Osmanlı İmparatorluğu vasıtasıyla öğrenebilme imkânına kavuşmuştur.”
Ne var ki, Osmanlı’nın çiçek hastalığının tedavisine yaptığı katkının ve asırlarca kullandığı aşının, yıllar boyunca görmezden gelindiği veya unutturulduğu da acı bir gerçektir. Jenner, 1798’de yayımladığı eserinde, çiçek aşısını bilimsel metotla açıkladı. 1801’de Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, Risâle-i Telkih-i Bakarî adıyla Jenner’in eserini tercüme etti. Şanizâde Mehmed Atâullah Efendi, konuyu 1819’da yazdığı Miyâru’l-Etibbâ başlıklı eserinde ayrı bir başlık altında işledi. Böylece Jenner’in çiçek aşısı metodu, erken dönemde Osmanlı’da da uygulamaya kondu.
Kaynakça:
Münir Aktepe, “Ahmed (III)”, DİA, C.2. Lady Montagu, Türkiye Mektupları 1717-1718, Çeviren: Aysel Kurutluoğlu, İstanbul (Tarihsiz), Tercüman 1001 Temel Eser.
Haldun Eroğlu, Güven Dinç, Fatma Şimşek, “Osmanlı İmparatorluğunda Telkîh-i Cüderî (Çiçek Aşısı)”, Millî Folklor, 2014, Sayı: 101. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982. Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, C.2, İstanbul 1986. Engin Burak Selçuk, Aşıların Tarihçesi Aşı Kitabı, İstanbul 2011.
İsmail ÇOLAK
YazarSiyonistlerin, Osmanlı’yı inkıraza uğratma ve Filistin’de Siyon devletini inşâ etme projesinin hayata geçmesi açısından patlak veren Birinci Dünya Harbi, en elverişli ortam ve altın bir fırsat mesabes...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Osmanlı cemiyetinin oldukça zengin ve renkli bir yelpazesi vardı. İnsanî hoşgörü iklimi altında, çok sesli bir harmoni içerisinde birlikte yaşama becerisini gösteren, faziletli bir içtimâî bünyeye sah...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Maraşlı Müderris Mehmed Alparslan Efendi, halk arasında “Vezir Hoca” ya da “Vezir Fakı” olarak bilinirdi. O belki de, hocaların ve sarıklı mücahitlerin “veziri” idi.1883’de Maraş’ta doğdu. Aslen Cerit...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Kim demiş Su girdiği kabın şekline girer Diye Bak da gör Onun Köpükten elleriyle Dağların gövdesindeki Derin yaraları Nasıl da kesip açıyor O bir ince ku...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI