2. Abdülhamid’in Sûfî Çevrelerle İrtibâtı
Güçlü hissiyata sahip olan, gündelik yaşantısında programlı hareket eden, güne erkenden kalkıp âdeti üzere günlük gusül alıp sabah namazını edâ ederek güne başlayan, her sabah Kur'an tilâvetini ve evrâd u ezkârını aksatmayan II. Abdülhamid, dinî duygu ve yaşantısında son derece samîmî idi. Ömründe sadece böbrek hastalığına yakalandığı vakit cuma namazına gidememiş, sıhhati bozulduğu halde orucunu tutmaktan vazgeçmemiş,[1] hatta kendisinin gizlice hacca gittiği de rivâyet edilmiştir.[2]
Her iyiliğin Muhammedî şerîata uygun olduğunu ve İslâm dininin güzel ahlâktan ibaret olduğunu söyleyen II. Abdülhamid’in, içki içmediği, içenlerden de nefret ettiği, bütün hareketlerini İslâm şerâatına uygun yapmaya gayret ettiği, tereddüt ettiği mevzuları birkaç ilim adamına sordurduğu nakledilmektedir.[3] Kendinden önceki Osmanlı sultanlarının devleti kurtarma teşebbüslerinin istenilen başarıları sağlayamadığını gören Sultan II. Abdülhamid, hem iç hem de dış politikada medrese ve tekke gibi iki temel müesseseye dayanmayı tercih etmiştir.[4]
Osmanlı Devleti’nin birbirinden çok uzak coğrafî parçalarını madde planında yakınlaştırmak amacıyla kara ve demiryolu ağlarının kurulmasına ehemmiyet gösteren Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı topraklarının her bir köşesinde kurulan binlerce tekkenin varlığı ve tekke şeyhlerinin desteği, tekke müntesiplerinin gönülden bağlılıklarıyla mânevî bir yakınlaşmayı sağlamak istemiştir. Madde ve mânâ planında gerçekleşen bu yakınlaşma çabalarıyla Osmanlı coğrafyasını dağılmaktan kurtarmaya çalışmıştır.
Bu gerçekten hareketle batılı araştırmacılar, “Pan-İslâmizm hareketinin, Sultan Abdulhamid tarafından tarîkatlara dayanılarak yürütüldüğünü” öne sürmüş ve batılıların aleyhine oluşabilecek böylesi faaliyetlere dikkat çekmişlerdir.[5] İslâm birliği siyâseti ile özerklik isteyen farklı etnik toplulukları Osmanlı Devleti’nin bünyesinde tutmaya çalışmış ve Osmanlı coğrafyasını dağılmaktan kurtarmaya çalışmıştır. Benimsenen İslâm birliği siyâseti ile dağınık vaziyette bulunan ve güçlü teşkilatlardan yoksun hâldeki Müslüman unsurları hilâfet merkezinin etrafında toplamayı ve Osmanlı Devleti’nin varlığına hayâtiyet kazandırmayı hedeflemiştir.[6]
Devletin bölünmesini ve dağılmasını önlemek amacıyla toplumun değer yargılarını ön plana çıkaran, tebaasıyla daha yakın ve sıcak temas kuran II. Abdülhamid, emperyalist güçlere karşı devletin bekâsını milletin birlik ve beraberliğinde görmüştür. Halkların birliğini sağlamada tasavvufun engin ruh dünyasından istifade etmiş, halka rahmet nazarıyla bakan ve yaratılanı Yaratan’dan ötürü hoş gören tarîkat erbabının kucaklayıcı ve bütünleştirici tavrını önemsemiş, sivil teşekküller olarak tarîkat erbâbının daha fazla inisiyatif elde etmesine kolaylıklar sağlamıştır.
Tekkelerin zengin ve fakir, âlim ve câhil, yerli ve yabancı herkese açık olan kapısından alabildiğine yararlanmıştır.[7] Bahsi geçen ideallerini gerçekleştirmek arzusuyla Sultan II. Abdülhamid, özellikle Şâziliyye şeyhi Mehmed Zafîr Efendi, Rifâiyye şeyhi Ebu'l-Hüdâ Efendi ve Nakşbendiyye şeyhi Ahmed Ziyâuddîn-i Gümüşhânevî gibi meşâyıh ile zaman zaman sohbet eder, onlarla istişâre ederek görüş ve temennîlerini almaya ayrı önem verirdi.[8]
Yeni camiler, tekkeler, hayır ve hasenât kurumları yaptıran II. Abdülhamid, zaman zaman da bunları tamir ettirmiş ve önemli destekler sağlamıştır. Farklı coğrafyalardan İstanbul’a gelen tarîkat meşâyıhına saygıda kusur edilmemiş, Anadolu ve Rumeli tekkelerine güçlü yardımlar yapılmıştır. Sultan II. Abdülhamid şehzâdeliği sırasında kardeşi Mehmed Reşad ile birlikte sık sık ziyâret ettiği isim Yahya Efendi Tekkesi Nakşî şeyhi Hasan Hayri Efendi idi. Şeyh Efendi, Reşat Hân ile küçüklüklerinde beraber oynarken bir gün şehzâdeyi rencide etmiş. Reşad Hân, şeyhi babasına şikâyet edince "Efendim! Biriniz şâhzâde diğeriniz Şeyhzâde. Ne yapalım böyle şeyler olur, hoş görmeli.” diye latîfede bulunmuştur.[9]
2.Abdülhamid’in şehzâdeliği sırasında kardeşi Mehmed Reşad Efendi ile birlikte sıklıkla ziyâret ettiği bir diğer dergâh, Yenikapı Mevlevîhanesi idi.[10] Bu ziyâretlerin bir yansıması olarak Yenikapı Mevlevîhânesi, V. Murad'ın tahttan indirilmesi ve II. Abdülhamid'in tahta geçirilmesinde müsbet bir vazife görmüştür.
2.Abdülhamid’in Teşkîlât-ı Esâsiyye'yi ilân edeceğini va’dettiği zaman yanında, Midhat Paşa ile Şeyh Osman Selâhaddin Efendi (ö. 1304/1886) bulunmaktaydı. Hatta Midhat Paşa’yı da huzûra götüren şahsiyet, Mevlevî şeyhi olan Şeyh Osman Selâhaddin Efendi idi. Bu tavassutundan dolayı, daha sonra Sultan, Midhat Paşa'nın beğenmediği yönlerini mektupla Şeyh Efendi’ye bildirmiş ve düzelttirmesini istemiştir.[11] Tahta geçtikten sonra Osman Selâhaddin Dede'nin sarayda haftada bir veya iki gün Mesnevî okumasını isteyen Sultan Abdülhamid, kendisine 1000 kuruş maaş bağlamıştır. Abdülhamid'in saltanatının ilk dönemlerinde Osman Selâhaddin Efendi zaman zaman huzûra çağrılmış, bazı kanunlarda görüşlerine başvurulmuştur.[12]
Sultan Abdulaziz'in öldürülmesinde Mithat Paşa'nın rolü olduğu mahkemece tesbit edilince, Sultan II. Abdülhamid’in Yenikapı Mevlevîhânesi’ne karşı tavrı değişmiştir. Sarayda Mesnevî okutmaya memur olan Osman Dede'nin ihtiyarlığı dolayısıyla zahmete girmemesi gerektiği gerekçesiyle, dergâhta oturarak evrâd u ezkârıyla meşgul olması istenmiştir. Bundan sonra Osman Selâhaddin Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi'nde sürekli gözetim altında tutulmuş, bu duruma üzülen Dede dergâha kapanmış ve vaktini okuyarak geçirmiştir. [13]
Selâhaddin Dede'nin oğlu Celâleddin Dede Jön Türk hareketi ile birlikte olmuş, Müşir Kâzım Paşa, Fuat Paşa ve Cemal Paşalar dergâhta toplanmışlar ve Celâleddin Dede’yle fikir alış verişinde bulunmuşlardır. Hakkı Bey, Cemiyetin Paris'te yayınlanan gazetesini, Şeyhin damadı Sivil Emekli sandığı Nâzır Muâvini Muhiddin Bey'e vermiş, onun da potinleri içine koyarak gizli şekilde dergâha getirmiştir. Bütün bunlara rağmen Mehmed Celâleddin Dede'nin vefâtından üzüntü duyan padişah, definden sonra Hazîne-i Hâssa memurları ile cenâze masrafı olarak 2000 kuruş göndermişse de, bu para şeyhin vasiyeti gereğince sarf edilmiştir.[14]
Sultan Abdülhamid, Konya Mevlânâ Âsitânesi postnişînleri Safvet Çelebi ve Abdulvâhid Çelebilerle iyi geçinmiş, 1306/1888 yılında semâhâneyi genişletmiş,[15] ancak padişahlığının son on bir yılında Konya ile ilişkileri bozulmuştur. Abdulvâhid Çelebi'nin Yıldız Sarayı'na karşılık Konya Meram Bağları’nda "Yıldız Köşkü" adıyla süslü bir köşk yaptırması, şehir içerisinde saray faytonlarına benzer faytonlarla gezinmesi gibi kuşkulu davranışları şimşekleri üzerine çekmiştir. Abdulvâhid Çelebi'nin Bektaşîliğe meyletmesi, Bektaşî Babalarının dergâha gelip gitmesi, kendisinin Hacı Bektaş'a ziyârette bulunması, Sultan Reşâd'ın Mevlevîliğe müntesib bulunması, nihâyet Konya valilerinin şahsî kıskançlıkları Pîrevi ile Payitaht arasını iyice açmıştır.[16]
2.Abdülhamid, Kuzey Afrika’da nüfuzlarıyla dikkat çeken Senûsîlere karşı saltanatının ilk yıllarında mesâfeli tutum sergilemiştir. Sultanın böylesi bir menfî tavır sergilemesinde bölgeden gelen raporlar etkili olmuştur. Gelen raporlarda Senûsiyye şeyhi Muhammed el-Mehdî’nin başına buyruk hareket ettiği, Halîfe’nin onurunu zedeleyecek davranışlar sergilediği şeklinde ifadeleri yer almış ve Senûsîlerin olası bir işgale karşı silahlanmaya başladıkları iddia edilmiştir. II. Abdülhamid tedbir kapsamında bölgeye çok sayıda iyi yetişmiş subay göndermiş, istihbarat faaliyetlerine ağırlık vermiş ve Senûsîleri yakından takip ettirmiştir.
2.Abdülhamid başlangıçta bu tür kaygılarla mesâfeli tutum sergilese de Senûsîler hakkında yerinde ve gerçekçi haberler almasıyla Şâziliyye Tarîkatı’na verdiği desteğin bir benzerini Senûsiyye Tarîkatı’na da vermeye başlamıştır.[17] Gerçekleşen bu bakış açısıyla 1884 yılında Bingazi’deki Senûsiyye zâviyelerine dağıtılmak üzere bir miktar altın gönderilmiştir. Bu olumlu gelişmeler üzerine Muhammed el-Mehdî, 1886 yılında Osmanlı padişahına hitâben yazmış olduğu bağlılık ve sadâkat mektubunu, güvendiği adamlarından Abdurrahim Efendi vasıtasıyla II. Abdülhamid’e takdim etmiştir.
Osmanlı-Senûsî ilişkileri II. Abdülhamid’in, Sâdık el-Müeyyed ve Abdülaziz Efendileri yanlarında bir Nâme-i Hümâyûn ve çeşitli hediyeler olduğu hâlde, 1887’de Cağbub’a ve 1895’te Kufra’ya göndermesiyle daha ileri boyuta taşınmıştır. Osmanlı padişahının bu iyi niyet çabalarına tepkisiz kalamayan Muhammed el-Mehdî, İtalyanların kendisine göndermiş olduğu pahalı hediyeleri reddetmiştir. Osmanlı Hükümeti, 1891’de Bingazi zâviyesindeki Senûsî Şeyhi Ebu’l-Kasım Muhammed’e 1000 Kuruş ve Derne zâviyelerindeki Senûsî Şeyhi Miftah Efendi’ye 500 Kuruş maaş bağlamıştır. Bu durum ilişkilerin daha fazla gelişmesine imkân hazırlamıştır. Senûsîler, bölge halkının Halîfe’ye bağlılığını sağlamak adına âzamî çaba göstermişlerdir. Bu çabalardan memnuniyet duyan II. Abdülhamid, Senûsî şeyhleri ile daha yakından ilgilenmiş, onlara özel hazırlanmış Kur’an-ı Kerim’ler hediye etmiş, hatta çok sayıda Senûsî şeyhine bir atiyye-i seniyye olarak Hazine’den para yardımında bulunulmasını sağlamıştır.[18]
Sultan Abdülmecid (ö. 1277/1861) ve Sultan Abdülaziz (ö. 1293/1876) tarafından Senûsîlere tanınan vergi muâfiyetini II. Abdülhamid de devam ettirmiştir.[19] Sultan II. Abdülhamid’in tasavvuf erbâbına gösterdiği hürmete yakından şahit olan Şeyh Muhyiddin Efendi ise 3 Ocak 1896 tarihinde II. Abdülhamid’e yazdığı mektubunda, “...Bunların (Sultan’ın etrafındaki tasavvuf erbâbı) duâsına sakın inanmayınız. Onların ne postunda ne taç ve hırkasında feyiz ve bereket kalmıştır...”[20] ifadeleriyle Sultan’ı uyarma ihtiyacı hissetmiştir.
Genelde meşâyıhın takdir ve ilgisini çeken II. Abdülhamid kimi tarîkat çevrelerinin eleştirilerine maruz kalırdı. Konya Mevlevî şeyhi Abdulhalim Efendi, fikir ve davranışlarını beğenmediği II. Abdülhamid’e çekmiş olduğu telgrafta şu ifadelere yer vermiştir: “Sen benim ecdâdımın taktığı kılıcı taşımaya layık değilsin.”[21]
Kaynaklar:
[1] Ali Said, Saray Hatıraları, haz. A. N. Galitekin, İstanbul 1994, s. 32, 40-41, 58.
[2] Ömer Faruk Yılmaz, Belgelerle Sultan II. Abdülhamid Han, Osmanlı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 214-215.
[3] Ali Said, Saray Hatıraları, s. 58; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İnsan yayınları, İstanbul 2003, s. 697.
[4] İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet - Tekke Münasebetleri, Seha Neşriyat, İstanbul 1983, s. 218.
[5] Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, s. 218-219.
[6] İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet - Tekke Münasebetleri, Seha Neşriyat, İstanbul 1983, s. 218.
[7] Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 707.
[8] Gündüz, Devlet-Tekke Münasebetleri, s. 218.
[9] Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 697.
[10] Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 698.
[11]Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, Sır Yayıncılık, İstanbul 2004, 295.
[12] Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 698.
[13] Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 699.
[14] Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 700.
[15] Sezai Küçük, “Mevleviyye”, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s. 502.
[16] Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 701.
[17] Nevzat Artuç, İttihat ve Terakki’nin İttihad-ı İslâm Siyaseti Çerçevesinde İttihatçı-Senûsî İlişkileri, Bilge Kültür Sanat Yayın Dağıtım, İstanbul 2013, s. 58.
[18] Artuç, İttihatçı-Senûsî İlişkileri, s. 59.
[19] Mustafa Salim Güven, “Şâzeliyye”, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s.405.
[20] Mustafa Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Dergâh Yayınları, III. Baskı, İstanbul 1990, s. 71.
[21] Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, s.167.
Kadir ÖZKÖSE
YazarTürk devletleri arasında İslâmiyet’i devlet dini olarak kabul eden ilk Türk devleti, kuzey Kafkasya’da İtil (Volga) nehrinin orta havzasında kurulan İdil Bulgar Devleti’dir. Bulgar topraklarından Abbâ...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Rabb’imiz bizden iyi işlerde birbirimizle yarışmamızı ve hepimizin dönüşünün Allah’a olacağını hatırlatırken[1], Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.”[2] buyurmak...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Tasavvufî anlayışa göre; inanan gönülleri Cenâb-ı Allah’a ulaştıran yolların en kısası muhabbettir, aşktır. Ezel bezminde başlayan Allah ile kulları arasındaki karşılıklı sevgiyi ifade eden muhabbet k...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yâ Rab nice günahım isyanım var bilirim Ammâ beni affeden Rahmân'ım var bilirim Kendime varmak için nefsimden kaçmaktayım Yaşadıkça hep tövbe imkânım var bilirim Öyle b...
Şair: Ekrem KAFTAN