İnsanların Kusurlarını Konuşma Hastalığı
Bazı insanlarda başkalarının hata ve kusurlarını konuşma hastalığı vardır. Arkalarını çekiştirip eksiklerini zikretmekten büyük bir keyif alırlar. Böyle yapmalarının arkasında çekiştirdikleri insanlara haset etmenin veya onları küçük görmenin büyük etkisi vardır. Eksiklerini dökerek onların itibarını düşürmeyi ve hayatlarının geri kalanını olumsuz yönde etkilemeyi hedeflemektedirler.
Kul Hakkını Önemsememek
Başkalarının ardından konuşup duranlarda kul hakkı endişesinin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Allahu Teâlâ'nın karışmadığı tek hak budur. O bakımdan son derece tehlikelidir. Düşünsenize¸ zâtına yönelik yanlışlarımızı yaratıcımız affedebilir.
Çünkü o Gafûr'dur¸ Rahîm'dir. Ancak kul öyle midir? Ayrıca âhirette hiçbir kul alacağını affetmeyecektir¸ alacaklısında zerre miktarı hak bırakmayacaktır. Bu durumun dehşetliğine baktığımızda kul hakkı Allah'ın hakkının önüne geçmiş gibi olmaktadır. Yani kurtuluşu ve affı aslâ olmayan bir borç ödeme söz konusu olacaktır. Ayrıca buna Allah bile karışmayacak¸ aranızda ödeşerek hâlledin buyuracaktır.
Bu durumda birilerinin arkasından kaynatıp duranların durumu acaba nice olacaktır? Bu bilinçte olan bir insan¸ aynı işyerini veya apartmanı paylaştığı çevresinin eksiklerini ortaya döker mi? Döküyorsa âhiret¸ hesap-kitap endişesi dibe vurmuş demektir.
Peygamberimiz bir defasında ashâbına¸ "İflas etmiş kimdir?" diye sorar. Sahâbîleri de¸ "Bize göre iflas eden¸ parası ve malı olmayandır¸ bunları kaybedendir." derler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de¸ "kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda iflas eden kimsenin ilâhî buyrukları yerine getirmeyen kimse" olduğunu söyledikten sonra¸ bu kimsenin iflasını hazırlayan sebepleri şöyle sıralar:
"Bu kişi birilerine hakâret etmiş¸ başkalarına iftirâ etmiş¸ bir kısım insanın malını almış¸ bir başkasının kanını akıtmış¸ daha başkalarının da canını yakmıştır. Bu şahıs kimlere zarar vermişse sevaplarından alınarak zulmettiği kimselere verilir. Sevapları bitince karşıdakilerin günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonra da cehenneme atılır."1
Kardeşinin Ölü Etini Yemeye Koyulmak
Bir insanın kardeşinin arkasından konuşup durması şu âyetten daha güzel anlatılamazdı: "Kimse kimseyi çekiştirmesin. Biriniz¸ ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah¸ tövbeyi çok kabul edendir¸ çok esirgeyicidir."2
Gerçekten de hangimiz bir tabağa konularak önümüze getirilmiş olan Müslüman kardeşimizin etini yiyebilir ki? Mümkün değil. Tiksiniriz. Tiksinilecek şey insanın mutlaka sakınması gereken şeydir. İşte bu yüzden Allahu Teâlâ âyetin devamında¸ bunun Allah korkusuyla kaçınılması gereken çirkin bir iş olduğunu beyan ediyor ve bizi tevbeye davet ediyor.
İlâhî buyruğun anlamı¸ milletin kusurlarını konuşmaktan ve araştırmaktan derhal tevbe etmemiz gerektiğidir. Bu bir Allah buyruğudur. Allah'ın buyrukları arasında da fark gözetilmez. Namaz emri nasıl yerine getiriliyorsa¸ dedikodudan kaçınmak emri de yerine getirilmelidir.
Dedikodu İftirâya da Neden Olur
Başkalarının yapıp ettiklerini sağda solda anlatanlar¸ çoğu kez anlattıklarına ilavede bulunurlar. Olayı daha vahim hâle getirmeye çalışırlar. Bu da gıybeti iftira boyuna taşır. Dolayısıyla bu iki günahı birden yüklenmektir. Birincisi arkadan konuşmak¸ diğeri de yalan isnâd etmek. Ancak bunu yapanda Allah korkusu zayıfladığı için yaptığının ve söylediklerinin nereye gittiğinin¸ sonunun ne olacağının hesabını yapmak işine gelmez.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün kutlu sahâbîlerine sorar: "Gıybet nedir bilir misiniz?" Ashâbı Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bir mesaj vermek istediğini anlayarak "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir." derler.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurur: "Gıybet¸ kardeşin hakkında¸ onun hoşlanmayacağı bir şeyi söylemendir." Oradakilerden bir tanesi "Ya Rasûlallah! Ya söylediklerim kardeşimde varsa?!" diye sorunca şu cevabı verir: "Eğer dediklerin onda varsa gıybet etmiş olursun. Şâyet yoksa bu sefer de iftirâ etmiş olursun."3
Başkalarını Konuşmak Tecessüse Sürükler
Diğer insanların ayıp ve kusurlarını dillerine dolayan insanlar konuşacakları yeni şeyler arama ihtiyacı hissederler. Başkalarının eksiklerini bir hafiye gibi tesbit etmeye meraklıdırlar. O yüzden kim ne yaptı¸ ne konuştu diye hep etrafı takip ederler.
Fakat bu takip onları insanların mahremlerine kadar götürür. Hatta aile içi meselelerini öğrenmeye bile sürükler. Merakları insanların ırz sınırları içinde değerlendirilecek meselelere kadar uzanır. Bazen öyle olur ki¸ birinin namusuna kadar uzanan bu konuşmalar¸ dedikodusu yapılan insanın kulağına gider. Nice cinâyetlerin bu sebeple işlendiğini hepimiz basından okuyoruz.
İnsan bir kere başkalarının ayıplarına odaklandı mı¸ kendini engelleyemezse¸ artık önünde bir sınır tanımaz ve insanlara dair her şeyi konuşmaya başlar. Sonu da bazen böyle musallâda biter. Kendisini günaha sokar¸ karşıdakini de hem dünyada hem de âhirette ağır bir sınava sürükler. Oysa Allah suyun başının neyle kesileceğini¸ tehlikenin nasıl engelleneceğini haber vermektedir: "Birbirinizin kusurunu araştırmayın."4
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hususta şöyle uyarmaktadır: "Ey diliyle Müslüman olup da imanı kalplerine inmemiş olanlar! Müslümanların dedikodusunu yapmayın. Kusurlarını araştırmayın. Şu bir gerçektir ki; her kim Müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbının peşine düşer. Ve Allah her kimin ayıbının peşine düşerse evinin içinde bile olsa onu kepaze eder"5
Kendini Başkasının Yerine Koymak
Başkalarının ardından konuşup hatâ ve kusurlarını ortaya dökenler¸ "Birileri beni bu şekilde çekiştirip dursa¸ bundan hoşnut olur muyum?" diye kendilerine sormaları gerekir. Bu soruyu sorduklarında yüzleri hemen ekşiyecek¸ yanakları aşağı sarkacaktır. Çünkü hangi insan o yokken eksiklerinin konuşulup arkasından kahkahalarla gülünmesini ister ki?
Hatta bu insanlar kendileri aleyhine konuşulduğunu duysalar bundan son derece rahatsız olurlar ve çok büyük tepki verirler. Çünkü onurlarıyla oynanmakta¸ küçük düşürülmektedirler. Peki¸ kendisi aynı şeyi yaptığında diğer insanın izzetiyle oynamış olmuyor mu? Bu sorunun cevabını esâsında kendisi de çok iyi bilmektedir¸ ancak azmış nefsinin peşine takıldığından¸ çekiştirdiği insanı konuşmaktan şeytanî bir haz alır.
Milletin Ayıplarını Yayanlar Toplumu İfsat Ederler
İnsanların hatâlarını dillerine dolayan insanlar kötü ve fenâ işleri sağda solda konuşmak sûretiyle dinleyenlerin kötülüklere alışmasına¸ bunları kanıksamasına ve basit işler olarak görmesine sebep olurlar. Bu aynı zamanda toplumun ifsat edilmesi ve kötülüklerin yayılması sonucunu doğurur.
Dolayısıyla bir veya birkaç kişiyle sınırlı kalmış olan bir kötülük ifşâ edilmek sûretiyle herkese ulaştırılmış olur. Çünkü birilerine anlatıldıktan sonra fenâlık dalga dalga yayılır. Bir nevi haram bir görüntünün seyircilere ulaştırılması ve mesajla gönderilmesi gibi. Oysa Rabb'imiz şöyle buyurmaktadır: "Mü'minler arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere¸ işte onlara¸ dünya ve âhirette can yakıcı azap vardır."6
İnsanların Eksiklerini Şantaj Aracı Olarak Kullanmak
Günümüzde ahlâktan yoksunluğun ve hayatı başkalarının hatâları üzerine binâ etmenin vardığı nokta¸ insanların yanlışlarını onlara karşı silah olarak kullanmaktır. Günümüzde niceleri¸ bazen elindeki devlet imkânlarını kullanarak¸ bazen de kolunun uzun olmasından yararlanarak¸ diğerlerinin yanlışlarını tesbit etmeye çalışırlar.
Daha sonra da bunları o kimselere karşı bir baskı unsuru olarak kullanırlar. Bu tür insanların âhiret endişelerini ne olduğunu söylemek mümkün değildir.
İnsan Kendisini Küçültür
Başkalarının arkasından konuşup duranların unuttuğu çok önemli bir husus bulunmaktadır. O da şudur: Birilerinin arkasından konuşup kendisini dinleyenleri güldürürken¸ yani ispiyonculuk yaparken¸ esasında kendi konumunu küçültmektedir.
Çünkü yaptığı dedikodu sebebiyle karşısındaki insanlarda onunla ilgili bir kanâat oluşur. Onun güvenilir olmadığını¸ sır tutmayacağını¸ iyi bir insan olmadığını ve fesatlık peşinde koştuğunu anlarlar. Bu yüzden de her hangi bir iş yapılacağı veya bir bilgi saklanacağı zaman ona aslâ güvenilmez.
Esasında aklı başında olan bir insana¸ etrafının kendisine güvenmemesi¸ mânevî işkence olarak yeter. Civarınızdakilerin size güvenmediğini ve zoraki tebessüm ettiklerini bilmek ne kadar da ağır bir yüktür?!
Dedikoducuların Temel Vasfı
Başkalarının kusurlarını ortaya dökmekten ve bunları her fırsatta dillendirmekten keyif alanlar büyük oranda başarılı olamayan veya bir şey yapmayanlardır. Bir çabaları olmadığından ortaya bir şey çıkaramazlar. Bu yüzden eksikleri de olmaz.
Ancak hatâları ve ayıpları olan insanlar bir çaba içerisinde olanlardır. Çalışıp gayret ettiklerinden ötürü bazen insan olmaları hasebiyle eksikleri söz konusu olur. Onun bu yönüne takılıp kalan kişi ise¸ arkasından konuşmak suretiyle o insanın işini bozabilir¸ bunu başaramasa bile itibarını zedeleyebilir. Çünkü kalbi başkalarına karşı kötülük doludur. İyi niyetli değildir.
Toplumu Etkileyecek Yanlışların Durumu
Bir insanın yapıp ettikleri veya söyledikleri topluma zarar verecekse bunları konuşmak ve hatta yetkili mercilere haber vermek farklı bir durumdur. Meselâ birkaç kişinin baş başa verip bir hırsızlık planı yaptıklarını duyan insan bunu gizleyemez.
Gidip ilgililere haber vermesi gerekir. Hatta birileri hakkında fenâlık düşünenler hakkında da ilgili kimseleri uyarmak gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ yanlış işlerin yapıldığı veya planlandığı ortamlarda konuşulanların ilgililere taşınmasının mubah olduğunu belirtmekte ve bunu tavsiye etmektedir.
Dolayısıyla bu durum bir ayıbın anlatılması veya dedikodusu olarak değerlendirilmez. Hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Meclislerde vukû bulan şeyler emânettir. Ancak şu üçü hariç: Haram bir kanın akıtıldığı meclis. Haram olan zinânın yapıldığı meclis. Haksız yere malın alındığı meclis."7
Beşerin Görevi
Her insan Allah katında nasıl bir kul olarak muâmele göreceğini üç aşağı beş yukarı tahmin eder. Çünkü kıldığı namazın ne kadar namaza benzediğini¸ alış veriş ve diğer işlerinde ne kadar dürüst olduğunu¸ ihlâsının ne seviyede durduğunu¸ duâsında Allahu Teâlâ'yı gönülden kaç kez aklına getirdiğini¸ etrafındaki insanlarla olan ilişkilerinin İslâm'ın istediği çizgide gidip gitmediğini çok iyi bilir.
Hatta günün sonunda o günkü yaşantısının Allah'ı mı şeytanı mı memnun ettiğini çok iyi bilir. Çünkü kişi kendisine karşı riyâ yapamaz¸ kalbini kandıramaz. Bu muhâsebeyi yaptığı takdirde başkalarını diline dolayacağına¸ düzeltmesi gereken pek çok eksiği olduğunu anlar. En başta da dedikoduya alışmış dilini zaptetmesi gerektiğinin farkına varır.
Esasında insan şöyle düşünse kendisine çeki düzen verecektir: Hepimiz etrafımızdakilerin farkına varmadığı o kadar kusur işliyoruz ki! Allah bunları diğer insanlara ifşâ edecek olsaydı tam anlamıyla rezil olurduk ve kimsenin yanına çıkamazdık. Oysa Allahu Teâlâ Settâru'l-uyûb'tur. Yani hatâları örtendir. İnsana yakışan Allah'ın sıfatlarıyla ahlaklanmaya çalışması ve bunlardan kendi nasîbine düşeni almaya çalışması¸ hayatında tatbik etmesidir.
Rabb'imiz bizim ayıplarımızı örtüyorsa bize ne oluyor ki¸ mü'minlerin hatâlarını dilimize dolayıp onları rezil etmek için çırpınıyoruz. Hem bu¸ Müslüman kardeşliğinin neresine sığar? Kendi çocuğumuzun veya eşimizin bir hatâsına¸ ayıbına şahit olduğumuzda bunu gidip bütün insanlara anlatıyor muyuz? Hayır. Ya ne yapıyoruz? Örtmeye gayret edip o yanlışından vaz geçmesi için çabalıyoruz.
Müslüman kardeşlerimize karşı da aynı tavırda olmamız gerekir. Bir yanlışını gördüysek usulünce¸ kalbini kırmadan ve yalnız başınayken söylemek en güzelidir. Böylece hem hatâsının farkına varmasına dolayısıyla düzeltmesine yardımcı oluruz hem de kalbini kırmamış¸ samîmî uyarımızdan dolayı aramızdaki arkadaşlık hukûkunu güçlendirmiş oluruz.
Mevlânâ ne güzel anlatıyor: Dört Hintli bir mescitte Allah'a ibadet için namaza durmuşlar¸ rükû ve secdeye koyulmuşlardı. Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı. Bu sırada müezzin içeri girdi. Hintlilerin birisinin ağzından istem dışı bir söz çıktı: "Müezzin! Ezanı okudun mu? Yoksa vakit var mı?" Öbür Hintli¸ namaz içinde olduğu hâlde¸ "Sus yahu! Konuştun. Namazın bozuldu." dedi.
Üçüncü Hintli¸ ikincisine dedi ki: "Onu ne kınıyorsun baba! Kendi derdine bak! Kendini kına!" Dördüncü¸ "Hamd olsun! Ben üçünüz gibi kuyuya düşmedim." dedi. Hülâsa¸ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder. Ne mutlu o kişiye ki¸ kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse o ayıp alınır¸ onu kendisinde bulur.8
Düsturumuz Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu kutlu hadisi olsun: "Bir kul¸ bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse¸ kıyâmet gününde Allah da onun ayıbını örter."9
Dipnot
1. Tirmizî¸ 2342.
2. 49/Hucurât¸ 12.
3. Beyhakî¸ 10/247.
4. 49/Hucurât¸ 12.
5. Ebû Dâvûd¸ 4880.
6. 24/Nûr¸ 19.
7. Ebû Dâvûd¸ 4869.
8. Mesnevî¸ 2/ 3027-3034.
9. Müslim¸ 2590
Enbiya YILDIRIM
YazarBizim inancımıza göre, insanın yaratılış gayesi bellidir; Allah onu bir sınav için dünyaya getirmiş ve sınav sonunda alacağı puana göre âhirette hak ettiği karşılığı verecektir. Kul nereyi hak ediyors...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Etrafımızdaki insanlara göz gezdirdiğimizde, neredeyse herkesin bunalımda olduğunu ve yaşadığı hayattan tat alamadığını görüyoruz. Yaşanan buhran ve kasavet hâlinin kişilerin fakir veya zengin olmasıy...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Bazen öyle daralır, öyle sıkışırız ki; sığınacak, derdimizi dökecek ve gözyaşlarımızı yanında rahatça akıtacağımız birini ararız. Böylesi durumlarda en rahat sığınacağımız, sıkıntımızı rahatça arz ede...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsan nihâyetinde kendisine takdir edilmiş olan ömrü bir şekilde tamamlayıp ebedî âleme intikal ediyor. Zira Allah bugüne kadar hiç kimseye dünyada ebedî yaşama imkânı vermedi. Bundan sonra da vermeye...
Yazar: Enbiya YILDIRIM