SIRADAKİ!!!
Dünyanın gözbebeği, şehit kanlarıyla sulanmış kadîm topraklarımızın has evlatlarından olan Hacı Bektâş-ı Veli, altın öğütlerinin içinde “Bir olalım, diri olalım, iri olalım.” ifadesini kullanır. Dinç ve görkemli olmanın tek yolu, birlik ve beraberlik duygusunu önce özümseyip sonra samimiyetle hayata geçirmektir. Milletler, vatanlarıyla ve onu ikame edecek devletlerle varlıklarını sürdürebilir. Vatana dahilî veya haricî saldırılar yapılacak olursa onu devletin organizesi ve kanûnî sistemleriyle bertaraf edebilirler. Yabancı birçok politikacı, araştırmacı veya şair açık yüreklilikle ifade etmiştir ki dünya üzerinde Türklerden daha çok vatan sevgisi ve savunmasını destanlaştıran başka bir millet yoktur. Herhangi bir tümseğe eğilip kulak versek âdeta vatan kalbi gibi atar. Bir avuç toprağı sıksak âdeta şühedâ fışkıracak gibi olur. Vatanın bağrında sıradağlar gibi duran vatanperver yiğitlerimiz vardır, görülmezler ve Allah katında rızıklandırılan diridir onlar!! Ey yolcu! Şafaklar sökecek, durma ilerle, Zulmetlere kan ağlatan meş’alelerle, İncitme ceddini Allah’ını seversen, Milyarla şehidin ebedî vârisisin sen! Ali Ulvi Kurucu’yu duygulandıran acaba bu devrin insanının pespaye ettiği değerler mi, vurdumduymaz gençliği mi yoksa şirazeden kayan vefa duygusu mu, kim bilir? Millî duygularımızı şekillendirmede dînî değerler hep başrol oynamıştır. “Hubbü’l-vatân min el-îmân” –Vatan sevgisi îmandandır.- sözü, kadim kültürün meyvesi olan bu milletin diline pelesenk olmuş, örf ve an’anelerini mânevi motiflerle bezemiş, ait olduğu toprağa kök salarken bir “baba” kuvveti gibi devletin de otorite ve kuşatıcılığını hissetmiştir. Yaşadığı, neş’et ettiği beldelerin asil halkı, evladını vatan-namus borcunu ödemeye uğurlarken peygamber evine gidermiş gibi askerin ellerini hatta saçlarını kınalayarak dualarla, halay ve kutlamalarla bir düğün havasında gönderip alnının akıyla “vatan nöbetini” tamamladıktan sonra baba ocağına döndüğünde ise davetler ve ziyafetlerle şükür kurbanları kesegelmiştir. Îman ve ibadetimizin koruyucu fanusu, can ve namusumuzun teminatı, istikbalimizin yegâne kalesi olan vatan topraklarımızın aziz ve mübarek olduğunu artık son zamanlarda daha çok dile getirmeye başladık. “Dâhili ve hârici şerli, fesat ve hain insanlardan uzak etsin ulu Rabb’im!” duası, vatan savunmasıyla fiilî olarak gerçekleşmiş olur. Türk milletinin genetik kodlarına fıtratta yerleştirilmiş olan hürriyet, sehâvet, cesaret ve kahramanlık mefkûreleri, mâziden kalmış bir yadigâra sahip çıkmak değil, istikbalden alınmış bir emanetin şuurunda olma diğergâmlığıdır. Bu paha biçilmez hazinenin teşekkülünde hem Doğu’nun devlet anlayışını îmâr eden Fârâbî’nin kurallar bütünü hem de Batı’nın felsefî doktrinini şekillendiren Sokrat’ın fikirleri harmanlanmıştır. Adalet, dürüstlük, cesaret, bilgelik, fedakârlık, başarı ve devamında mutlak zafer. Saf, arı-duru, berrak bir teslimiyet ile İslâm’ın hükümlerine râm olan neferler bilir ki âdet olarak yapageldikleri her iş, niyete göre ibadete dönebilir. Kazançlı olmanın en kestirme ve verimli yolu, aslında İslâm’ı özümsemek ve ihlasla uygulamaktır. Vatana hizmet kanûnî bir mecburiyettir ancak sevabını Allah’tan beklemek ibadettir. Vergi ödemek bir zorunluluktur ancak kul hakkını düşünüp kuruşu kuruşuna hesap ederek vermek bir terbiye işidir. Yolda insanlara zarar veren bir şeyi kenara çekmek, bir medeniyetten öte, iman derecesidir. Üretken, tasarımcı, müteşebbis olmak “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır.” hadis-i şerifi gereği bir meziyet işidir. Karşılığı sadece Allah’tan beklenerek yapılan her faaliyetin bedeli, ukbâda olduğu gibi dünyada da muhakkak semeresini verecektir. Bu ilâhi kanun devlet kanunlarından çok daha derin, bereketli ve müşahhastır. Elle tutulup gözle görülen cazibe odağıdır. Bu kanunlar bütünüdür ki mânevî mertebenin terakki yollarını, tasavvuf terbiyesinin özümsenmesini, en büyük çağdaşlığın Kur’an-ı azîmü’şşâna sımsıkı bağlılık olduğunu “Âdem”e öğretir ve onu “Adam” yapar. Yani İslâm der ki: “Yâr olun, bâr (yük) olmayın.” Parlak bir nesil yetiştirip aydın bir millet olabilmek için ferden- ferda önce kendimizi sonra yetiştireceğimiz çocukları eğitmeli ve sonra da halka mihenk olmak üzere toplum eğitiminde rol almalıyız. Hayat acı ve tatlı sürprizlerle doluyken her ânın kıymetini bilip kaçınılmaz ve mutlak son için teyakkuzda olmalıyız. Zîrâ ömrü şarj edip yeniden kullanma şansımız yok. Sessiz bir tık tıkla Azrâil (as.) kapıyı aralayacak ve seslenecek: “Sıradaki!!!!” Tefekkürle kalın…
A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
YazarMurat Han (III. Murat) o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: - Hayrol...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Sultan II. Mahmud’un eşi, Sultan Abdülaziz’in annesidir. Doğum yeri, tarihi, Osmanlı öncesi geçmişi ve Sultan II. Mahmud’un ikbali olmasına kadarki hayatına ilişkin fazla bir bilgi yoktur. 1810’da doğ...
Yazar: Zühal ÇOLAK
Babamla verip el ele, Evimizden çıktım ben de, Kapıldık bayraklı sele, On beş Temmuz gecesinde… Camide yanmış ışıklar, Bayrama dönmüş sokaklar, Korkuttu bizi uçaklar, On...
Şair: Halil GÖKKAYA
Sınırlandırılamayanın sınırı hakkında soru soran biri cahildir. Sen O’nun neticeleriyle ve eserleriyle cevap ver, âlim olursun. Perde açıldığı zaman her şey olduğu gibi açığa çıkar. Bunun neticesin...
Yazar: Editör