Ayasofya’nın İlelebet Muhafazası
Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethettikten sonra ilk olarak Ayasofya Kilisesi’ni camiye çevirmiş ve onun ebediyen Ayasofya Camii olarak kullanılmasını hususunda vakıf tahsisi ile vasiyette bulunmuştur. Ayasofya Camii Şerifi, Fatih döneminde ve sonrasında asırlarca İslâm dünyasında sembol bir mabet olarak hizmet vermiştir. Osmanlı fetih geleneğine göre, yeni fethedilen şehrin en büyük mabedinden ezan okunması şarttır. Ayrıca ilk Cuma namazının bu mabette kılınması gerekmektedir. Bu şekilde, o şehrin fethedilişi tescil edilmekte, ilgili mabed ise “Fethiye Camii” olarak anılmaktadır. Fatih Sultan Mehmed Han, fetih sembolü̈ olarak sancağını Ayasofya’nın ortasındaki mihrabın bulunduğu yere dikmiş̧, kubbeye doğru bir ok fırlatmış̧ ve ilk ezanı kendisi okuyarak, İstanbul’un fethini tescillemiştir. Ardından, iki rekât şükür namazı kılmış̧, şükür secdesine kapanmıştır. Bu davranışıyla Ayasofya’yı camiye çevirdiğini âleme göstermiştir. Salı gününden Cuma gününe kadarki üç günlük zaman dilimi içinde gece gündüz hazırlıklar devam ettirilmiş, Ayasofya’ya mihrap ve minber konulmuş, ayrıca tahtadan bir minare dikilmiştir. Ayasofya içerisindeki taşınabilecek komunda olan heykel ve ikonalar caminin dışına taşınmış, duvarlardaki mozaik resimlerin üzeri de kireç tabakayla örtülmüştür. Fethin üçüncü gününe gelindiğinde, ilk Cuma namazı da fethin manevî mimarı; Somuncu Baba/Şeyh Hâmid-i Veli Hazretleri’nin gönül ocağında yetişmiş olan; Hacı Bayram-ı Veli’nin talebesi Akşemseddin’in imametinde Cuma namazı Ayasofya Camii’nde kılınmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han, bu ilk Cuma namazında ordusuna bir hutbe irad etmiştir. İstanbul’un fethinin hemen ardından fakirliğe ve yıkıma mahkûm olmuş İstanbul ve Ayasofya başta olmak üzere tarihi eserler hızla yeniden yapılandırma gayreti ile canlandırılmaya başlamıştır. Bu yeniden imar ve ihya faaliyetleri, Türk-İslam Medeniyeti’nin toplumsal yapısında merkezi bir öneme sahip olan vakıflar üzerinden gerçekleştirilmiştir. İstanbul’un fethi ile Roma İmparatoru unvanını alan ve Bizans hanedanı üzerine kayıtlı bulunan tüm mülklere sahip olan Fatih Sultan Mehmed Han, Ayasofya’da kılınan ilk namazla birlikte camiyi vakfetmiş, “Fatih Külliyesi ve Ayasofya-i Kebir Vakfı”nı kurmuş, Ayasofya’nın ilelebet muhafazasını vasiyet etmiş ve cami hüviyetinin devamlılığını şart koşmuştur. Ayasofya Camii, fethin imar faaliyetleri dâhilinde Müslüman ustaların mahir ellerinde yeniden can bulmuş, Bizans döneminde nasıl bir manevi merkez ise, İslâm mabedleri arasında İstanbul’daki cami hiyerarşisinin en üst konumda kabul edilmiştir. Kısacası “Ulucami” statüsü verilmiştir. Osmanlı Devleti Ayasofya’yı daima üst düzeyde sahiplenmiş, bir İslam mabedi olarak bağrına basmıştır. Ayasofya’nın zamanla minberi, mihrabı, vaaz kürsüsü devrin sanatkârlarınca en güzel şekilde ikmal edilmiştir. Osmanlı Medeniyetinin en önemli şahsiyetlerinden olan Mimar Sinan, Ayasofya’ya en çok katkıda bulanan kişilerin başında yer almıştır. Yaklaşık 500 yıl içerisinde Ayasofya Camii, mihrabı, minberi, kürsüsü, minareleri, hünkâr mahfili, levhaları, nakışları, şamdanları, halıları, şadırvanı tarihi ve mimari hüviyetine kavuşmuştur. Aziz Türk Milleti’nin Ayasofya üzerindeki hakkı, yaklaşık 1.500 yıl önce bu eseri ilk inşa edenlerden daha az değildir. Sultan I. Mahmud tarafından bir kütüphane yapılmış, çok değerli hat levhalarıyla tezyin edilmiş; en son bildiğimiz Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin o devasa dairevî hat tabloları kubbeye asılmıştır. Osmanlı’daki örneklerin en büyüğü olan muhteşem bir şadırvan eklenmek suretiyle, çevresi zarif sebillerle süslenmiş, yanına padişah ve şehzade türbeleri, sıbyan mektebi vs. yaptırılarak İslâmî bir hüviyet kazandırılmıştır. Cumhuriyet dönemindeki 86 yıllık bir inkıtadan sonra; Müslümanlığımızın ve bu topraklarda muktedir olduğumuzun, güçlü ve bağımsız bir ülke konumuna geldiğimizin sembolü olarak yeniden ibadete açılmıştır. Emeği geçen devlet adamlarımıza, aziz milletimize, Müslüman kardeşlerimize ve bu vesileyle bayram sevinci yaşayan bütün okurlarımıza selam olsun.
Bekir AYDOĞAN
YazarYüce Osmanlı Devleti’nin 10. padişahı olan Kanûnî Sultan Süleyman, babası Yavuz Sultan Selim’in 1520’de vefatı üzerine, tahta çıkmıştır. Kısa zamanda güçlü bir iktidar kurarak, sağlam ve dürüst bir id...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
Osmanlı şehzadeleri belli eğitimleri aldıktan sonra, devlet yönetiminde kabileyet kazanmak için İstanbul dışındaki sancaklarda yöneticilik yaparak tecrübelerini artırmakta idiler. Bu da bizatihi eğiti...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
Tasavvuf çevrelerinde gönülleri olgunlaştıran sohbet ortamlarında okunan maneviyatla beslenmiş şiirlerin, insan ruhuna etkisi fevkalâdedir. Kur’an ve sünnetten beslenen şiir vadisinin tesiriyle gönüll...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
İstanbul’un fethi kendinde bir ideal olan Şehzade Mehmed’in ilk işinin kutlu fethin olacağı şayiası tahta geçmeden halk arasında dilden dile yayılır. Sultan Mehmed Han saltanat tahtında oturunca, Biza...
Yazar: Bekir AYDOĞAN