A. Şemsettin Ateş'in Şiirlerinde Şefkat ve Yardım Duygusu
Koruma¸ acıma ve esirgeme duygusu ile karışık olan sevgiye şefkat denmektedir. Bu duygu mü'min gönüllerde olunca daha da büyük olur ve dalga dalga etrafa yayılır. Sultan II. Abdulhamid¸ kendi zamanında meydana gelen tabîi olaylar ve âfetlerde zarar gören vatandaşlara yardım eden hayırsever kadınlara "Şefkat nişanı" adında özel bir madalya vermiş¸ yardımlaşmayı teşvik etmiştir. Şefkat temiz saf kalplerin bir hassasıdır. Müslümanlıkta Allahu Teâla'nın emirlerine tâzim¸ mahlukatına şefkat büyük bir esastır.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberimizin ümmetinin kalbinin en güzel süslerindin biri de merhamettir. Yüce Rabbimizin âlemleri kuşatan güzel isimlerinden biri Rahman biri de Rahim'dir. Kendi katındaki merhametin yüz parçasından sadece bir parçasını dünyaya gönderdiği için¸ bu duygunun tezahürü olarak¸ yılan yavrusunu sokmaz¸ tavuk civcivine basmaz¸ sırtında eğer veya yük bulunan at yavrusunu emzirir…
Hayvanlardaki acıma duygusunun böyle olduğu hesaba katıldığında insanlarda¸ hatta Müslümanlarda daha çok gelişen merhamet duygusunun şiirlere yansımasını bu satırlarda birkez daha okuyup¸ şahit olacağız.
Şairler yaşadığı çağın aynasıdır¸ en muhkem şahitleridir. Gördüğü sosyal meseleleri¸ insanların başından geçen ızdırapları¸ bazen de sevinçleri¸ neşeleri kayıt altına alır böylece içinde hayatını devam ettirdiği toplumun nabzını şairane bir üslupla tutar ve gelecek kuşaklara şiir diliyle aktarırlar.
İlmek ilmek şiir dokumuş¸ hayatın gerçeklerini bizzat hayat kitabından okumuş şairlerimizden biri Mehmet Akif Ersoy'dur.
Mehmed Âkif Bey¸ milletini ve dînini seven¸ insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip¸ şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan¸ edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir.
M. Akif Bey¸ memleketin sosyal meseleleri¸ şâhit olduğu elem verici olaylar ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek ele almıştır. Duygu ve düşüncelerini samimi ifadesiyle dile getirmiştir.
Safahat'ta ki¸ "Geçinme Belâsı" şiirinden birkaç mısra şöyledir:
Çıplaktır¸ o ister ki soğuklarda ısınsın
Bir dam çatarak her gece altında barınsın
İster giyecek yık yiyecek yok yakacak şey…
Bir türlü havaic daha var bunlara der-pey
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi'de Mektubat'ında: "Garaz-ı Hak olanın¸ halk ile ne işi var. Ey Hak-şinâsım diyenler¸ halkı unutup Hak ile olmanın çâresine tevessül ile bir gönül yap." tavsiyesiyle insanlarla iç içe yaşadığımız cemiyette gönül yapmanın halkla beraber olmanın Hakk'a vasıl olmaya vesile olacağına işaret ediyor. Aynı sayfanın devamında fakir bir aile çocuğunun küçük yaştaki ahvalini şöyle tasvir ediyor:
Anne baba sevgisi nâzik kaddin büküyor
Bilmem nasıl katlanıp bu hasrete ne diyor
Bir önem vermek içün safha-i cânına
Her sabâh erken kalkup çalışmaya koşuyor
Henüz tıfl-ı nâzenîn yavru onbir yaşında
Gurbetin güçlükleri anın garîb başında
Atılmış körpe kuzu hayâtın âlemine
Katlanamaz bir çağda ayrılığın demine
Genellikle Anadolu toplumunda ailenin geçimine katkıda bulunmak için çocuklar küçük yaşlardan itibaren çalıştırılmıştır. Bu günde hâla özellikle tarımla geçim sağlanan kesimlerde ve büyük şehirlerin kenar semtlerinde oturan dar gelirli ailelerin çocukları çalıştırılmaktadır.
Her şair gibi sosyal konulara eğilen şiirler yazan¸ gördüğü üzücü durumları¸ insanların hallerini mısralarda anlatan gönül ehli şairlerden biri de A. Şemsettin Ateş'tir.
Ahmet Ağabey¸ tekke edebiyatına gönül vermiş tasavvuf kültürünün içinde yetişmiş şair ruhlu bir babanın evladıydı. Gençlik yıllarından itibaren şiirle hemhâl olduğu malumdu. Özellikle kurucusu bulunduğu Somuncu Baba Dergisinde 2000 yılından itibaren yayınladığı serbest tarzda ama kendi içinde âhenkli ve kafiyeli şiirleri okuyucular tarafından çok beğeniliyordu. Onun gençlik yıllarından itibaren şiir yazdığını biliyorduk. Ama bir türlü açığa çıkarmadığı şiir defteri maalesef vefatından sonra elimize geçti.
A. Şemsettin Ateş Ağabeyin şimdiye kadar hiç yayınlanmamış şiirlerinden birkaçını inceleyeceğiz.
Fakir bir Anadolu evinin¸ Anadolu insanının yaşadığı hayat zorluğunu¸ 10.04.1978 tarihli şiirinde şöyle dile getirir:
Gel gör fakir hanemizi
Bir ekmeğe muhtaç bizi
Ettiler gör halimizi
Durup avare avare
Akşam olur kazan bomboş
Kimse bilmez bu hal ne hoş
Köşelerde öter baykuş
Evim virane virane
Ne bakarsın be hey görmez
Viran evime girilmez
Görür bilmez görür bilmez
Bakar virane virane
Ahmedim söyler bunları
Kimse bilmez durumları
Ekmek için yok unları
Bakar biçare biçare
Bu şiiri okuyunca Hz. Ömer (r.a)'in çok bilinen bir kıssası aklımıza geliyor.
Hz. Ömer bir defasında sahabeden Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bölgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "Şurada¸ gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler.
Hz. Ömer¸ onlara; "Işıklı aileye selâm olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın¸ karınlarının aç olduğunu söyleyince¸ Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın¸ tencerede su bulunduğunu¸ çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve; "Allah bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Ömer¸ ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın;
"Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi. Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; çuvalı omzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü.
Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O¸ ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Ömer;
"Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.
Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.
Fakir¸ kimsesiz¸ dul¸ aile garantisi olmayan masum ve çilekeş insanımızın A. Şemsettin Ateş'in şiirlerinde geniş bir yer tutar. Hz. Ömer'in yaptığı gibi¸ ihtiyaçlı kimseleri gören A. Şemsettin Ateş her zaman elindekini avucundakini infak ederek¸ onlara yardımcı olma yolunu benimsemiştir. Çünkü o babasının oğludur. Hulûsi Efendi'nin bir hatırasını kendi lisanından nakledelim.
"Demek ki imtihan günlerimizmiş. Hacı Validenizin elbiselik kumaş ihtiyacı vardı¸ o zaman Sümerbank'tan kartla kumaş veriliyordu. Gittim bir top kumaş aldım¸ yolda filanın anası önüme geçti: 'Hulûsi Efendi sabahtan beri yolunu gözlüyorum¸ o kumaşı bana ver. Sen hatırlı kimsesin¸ yine alırsın' dedi. Kumaşı topuyla kadına verdim. Eve geldim Valideniz kumaşı sordu¸ ben bir şey söylemedim. ‘Mademki bu yola girdiniz siz de imtihan olacaksınız.' diye buyurdular.
A. Şemsettin Ateş¸ şiirin güzellik için olduğu kadar¸ iyilik için olmasını da ister; daha ziyade elemlerin¸ acıların ve çaresizlerin şiirini duyurmak ister; sanatının ve hayatının gayesiyle halkın haline tercüman olmak ister. Bu düşüncelerle kaleme sarıldığı zaman büyük sanatkârlık kaygılarına düşmeksizin dertleri ifade etmeye ve okuyanı bilgilendirip duygulandırmaya yönelmiştir.
Sevgiden mahrum olanların¸ "Açın halinden toklar ne bilsin" deyiminde olduğu gibi gariplerin kimsesizlerin hâline vakıf olmayacağına işaret eder 09.05.1978 tarihli bir diğer şiirinde:
Sevmeni bilmene hiç gerek yoktur
Çünkü sevgi denen şey sende yoktur
Yatmayı bilirsin karnın hep toktur
Aç gezer gariban işi pek çoktur
Onun için gündüz nedir gece yok
Her anı üzüntü neşesi de yok
Soğutucu nedir soğuk suyu yok
Bağrı yanık garibanın evi yok
Senin üçyüz altmış günün neşedir
Onun evi ahşap kerpiç köşedir
Gönlü yıkık yüreği dört köşedir
Arayan yok bizim garip nerdedir
Ahmedim gerçeği görse ne çıkar
Esvap yırtık garibana kim bakar
Aç kalmış bugünde nefesi kokar
Gam doludur garibana kim bakar
Ahmet Şemsettin Ateş Ağabey¸ öylesine şefkatli ve yardımseverdi ki muhtaç durumda olanlar hiç çekinmeden gelir kapısını çalardı. Bir gün Hacı Valide; "Oğlum¸ herkese bu kadar çok yardım ederken¸ sen zor durumda kalıyorsun." Dediğinde o;
-Anne geçenlerde bir adam kucağında televizyonu¸ yanında çocuğu ile göz yaşları içinde dükkana geldi. "Çocuğum hasta¸ hastaneye yatması lazımmış. Bu televizyon sizde rehin kalsın" diyerek benden borç istedi. Ben de televizyonu geri verdim. Çocuğun hastane masraflarını da ödedim. Nasıl ödemeyim. Kapımıza gelip yardım istemiş. Geri çevirsem Hulusi Efendi'nin oğluna bu yakışır mı? diye cevap verdi.
Hacı Valide oğlunun böyle davranmasına çok memnun olmuştu. Ona Darende'nin "Ahmet Ağabeyi" diyorlardı. O'da her fırsatta "Ağabeyliğini" gösteriyordu.
Örnek olarak verdiğimiz şiirlere bakınca ev konusuna ince vurgular olduğunu görürüz. Aile hayatının sıhhatli yürütülebilmesi için¸ evvela insanın ihtiyacı evdir. Evi barkı olmayanın veyahut sıhhatli bir ortamda gerekli şartlar bulunmadan yaşayanların gönül huzurunun mümkün olmayacağını hepimiz iyi biliriz.
Ahmet Ağabey insanımızın evsizlik meselesine çözüm üretmek maksadıyla¸ yaşadığı Darende ilçesinde ilk toplu konut kooperatifini kuran kişidir. Özellikle hiç evi olmayan ve maddi durumu normalin altında bulunan ortaklardan oluşan kooperatif vesilesiyle 60 kişiyi ev sahibi yapmıştır. Daha sonra yine bu gayeye matuf olarak birçok kimsenin ev¸ arsa sahibi olmasına vesile olmuştur. Özellikle¸ yapı ustasından bekçisine kadar yapı kooperatifinde çalışan işçiler bile emeklerinin karşılığını almakla birlikte¸ çok cüz'i katılımlarla ev sahibi olmuşlardır. Bu gün Darende'de yaşayan çok insanımız bu husustan dolayı Ahmet Ağabeye duacıdır…
Konuyla alâkalı bir başka şiirde de gurbette harçlıksız kalan¸ ev¸ yurt¸ yuva hasretiyle gurbetin sıkıntısını çeken biri için 25.09.1979 tarihinde yazılmış bir şiirle yazımızı bitirelim:
Ben ki garip bir divane
Sen ki mani olma bana
İşim yok hayat avare
Evim olmuş bir virane
Bak gözümün yaşlarına
Kurban olam taşlarına
Gitmek istemem yoluna
Bırak kavuşam vatana
Gariban bulunca beni
Yıktın üstüme her şeyi
Güçsüzdüm kaldıramazdım
Kurnazdım kandıramazdım
Gariban olunca Ahmet
Parası yok alsa bilet
Kederi çoğalır elbet
Bir gün kavuşuruz sabret
Musa TEKTAŞ
YazarTasavvuf; İslâmî ilimlerin zirve noktası, zübdesi ve özü olarak ifade edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanda fıtrî olarak var olan dünya sevgisini gönülden atıp, ibâdeti önceleyerek kulluk ş...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tasavvuf ehli; gayret, nusret ve ilâhî lütufla bazı mertebelere ulaşır. Bunlardan âbidler, zâhidler ve ârifler kâbiliyet ve mertebeleri yönüyle farklı konumlarda değerlendirilirler. Âbidler çok ...
Yazar: Musa TEKTAŞ
İslâm tasavvufunda asıl amaç, Allah’a ulaşmaktır. Bu hedefe varabilmek için dünyevî bağlardan, aşırı mal sevgisinden ve en nihâyetinde kendi varlığından geçmek gerekmektedir. Bu süreci gerçekleştirebi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
İnsanoğlu bu fânî âlemde hep bir arayış içerisinde hayatını devam ettirir. Arayan aslında bir yitiğini bulmak üzere yaşamaktadır. “İnsanın yitiği nedir?” diye sorulacak olursa; verilecek cevap; ...
Yazar: Musa TEKTAŞ