HULÛSÎ EFENDİ MEKTÛBÂT’INDA MANZUM MEKTUP GELENEĞİ
İslam edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da devlet büyüklerinin, din büyüklerinin, âlim ve şairlerin mektuplarının yer aldığı eserlere münşeât ya da mektûbât denir. Devlet adamlarının, şairlerin, âlimlerin mektuplarının bulunduğu eserlere “münşeât” adı tercih edilirken; din büyüklerinin, mutasavvıfların ve mutasavvıf şairlerin mektuplarının yer aldığı eserlere “mektûbât” başlığı tercih edilmektedir. Münşeât ya da mektûbâtlar yazarının yakınlarına, dostlarına, devlet adamlarına, şairlere, âlimlere vs. umumiyetle bir konuda bilgi vermek, istişare etmek veya bilgi almak için yazdıkları mektuplardan oluşur. Her ne kadar bu mektupların girişlerinde hâl hatır sorusu ve sonlarında selam ve saygı ifadeleri yer alıyorsa da esas amaçları yukarıda belirtildiği gibidir. Bu sebeple mektûbâtlar yazarının ailesini, arkadaşlarını, dostlarını, ilişkide bulunduğu ulemâ, şuarâ ve udebâyı tanımamıza fırsat vermeleri bakımından kaynak özelliği taşırlar. Ayrıca yazarın hangi konularla meşgul olduğunu, bilgi ve birikimini de yansıtan önemli eserlerdir. Münşeat/mektûbât türünün Türk kültüründe bilhassa XV. yüzyıldan itibaren canlanmaya başladığı görülmektedir. Ali Şir Nevâî (ö.1501), Lamiî Çelebi (ö.1532), Şeyhülislam Ebussuud Efendi (ö. 1574), Gelibolulu Âlî (ö.1600), Nâbî (ö.1712), Osmanzâde Tâib (ö.1723), Nevres-i Kadîm (ö.1762), Râgıb Paşa (ö.1763), Tokatlı Ebubekir Kânî (1791)’nin mektuplarını ihtiva eden münşeatları vardır.[1] Eserlerine mektûbât adını veren şairlerin başında Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî (ö.1273) gelir. Mevlânâ’nın Mektûbât’ında 50 mektup vardır.[2] Mevlânâ’nın dışında Aziz Mahmut Hudâyî (ö.1688)’nin 152’si Türkçe, 22’si Arapça mektuptan müteşekkil Mektûbât’ı, Fazlî (ö.1691)’nin İsmail Hakkı Bursevî’ye yazdığı mektupları ihtivâ eden Mektûbât’ı, Sezayî Efendi (ö. 1738)’nin Mektûbât’ı, Müstakimzâde Sadettin Efendi (ö. 1788)’nin, İmâm-ı Rabbânî’nin ve oğlu Muhammed Masûm’un mektuplarının tercümesinden ibaret Terceme-i Mektûbât-ı Kudsiyye’si vardır. Hulûsî Efendi (k.s.)’nin Mektûbât’ı ise bu türün son örneklerindendir. Hulûsî Efendi (k.s.)’nin manzum mensur karışık olarak yazılmış Mektûbât’ının onun sağlığında Muhyittin Tütüncü tarafından derlenip Osmanlı Türkçesi alfabesiyle istinsah edilen orijinal bir nüshası vardır. Daha sonra bu nüsha Mehmet Akkuş tarafından Latin harfleriyle 1996’da Ankara’da orijinal nüshanın tıpkıbasımıyla birlikte yayımlanmıştır.[3] Eserin ikinci baskısı ise Mehmet Akkuş ve Ali Yılmaz tarafından hazırlanarak 2006 yılında gerçekleştirilmiştir.[4] Bu baskıya göre Hulûsî Efendi’nin Mektûbât’ında 66 mektup vardır. Bunlara ilâve olarak mektuplardan sonra rubaî, müfret, kabir ve değişik kitabelerden oluşan tarih manzumeleri bulunmaktadır. Hulûsî Efendi’nin şair olmasının tabii bir sonucu olarak mektuplarının bir kısmı tamamen manzumdur. Çoğu ise manzum mensur karışıktır. Manzumelerin çoğu mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır. Bunlar da gösteriyor ki Hulûsî Efendi aile ve dostlarına duygu ve düşüncelerini paylaşırken, nasihatte bulunurken nazmı tercih etmiştir. Türk düşünce ve inanç tarihinde de bu böyledir. Bir hususun kalıcı olması yani ebedî olması için edebî olması gerekir. Zira ebedî olanda vurgu, ahenk, etki daha yüksektir. Hulûsî Efendi Dîvânı’ndaki manzumelere nazaran Mektûbât’ındaki manzumelerine bugünün insanının da rahatlıkla anlayacağı sade bir dil, samimi bir üslup hâkimdir. Yer yer konuşma dilinin güzel örneklerini vermiştir. Konya eski hatim memuru Ali Osman Çınarlıoğlu’na yazdığı Mektûbât’ındaki elliyedinci mektup, manzum mektuba ve onun sade diline güzel bir örnektir: Benim ey sevgili cân-ı azîzim Muhibb-i muhlis u hulku temîzim Aradan geçdi hayli günler oldu Firâkın iştiyâkı onlar oldu Niçün hâlinden ey yâr-i vefâlu Haberdâr etmedin gönlü safâlu Bu cânibde kamu ihvân u yârân Selâmet akrabâ ahbâb u cîrân Yetîm Fahrî Süreyyâ dahi Tayyâr Hacı Hasan ve İsmâil hoş-kâr Ataları Süleymân ile Arslan Öperler ellerinden cümle yeksân Ali hâlis hulûs idüp gönülden Duâ-yı âfiyet kasdıyle dilden Çağırınca gelir “leyyin” levendi O yâr-i cân azîz Tayyâr efendi Bize hemdemlik eyler hoş dem olsa Çalışmakdan anınçün boş dem olsa Diğer dostlar (da) etse âşinâlık Cüdâlık âşinâlıkdır cüdâlık Ömer ne hâlde hemşire çocuklar Muhabbet hâdimi hoş yavrucuklar Ömer hemşireye selâm duâlar Çocuklara muhabbet merhabâlar Kamu tanıklara selâm duâ hep Gönülden âşinâya merhabâ hep Kemâl Hadîce Fâtıma temâmı Öperler ellerini edüp selâmı Sefîl İbrâhim dahi çocuklar Öper ellerini hep yavrucuklar Ramazân-ı şerîf onbeşde tâmme Sahûrunda sözüm erdi hıtâme Muhibb-i muhlısın âciz Hulûsî Budur dilden sana arz-ı hulûsı[5] Hulûsî Efendi’nin mektuplarının hedefi muhatabın gönlüdür. Onlar bir gönül doktorunun reçetesi gibidir. Sıkıntılı, şaşkın, çaresiz gönüllerin dermanı olacak ilaçların isimlerinin yazıldığı reçetelere benzer. Bu yönüyle Hulûsî Efendi, halkın ruh sağlığını koruyan bir hekim gibidir. Meselâ 6. mektup eşinden ayrılmak isteyen birine tavsiyelerini ihtiva eder. Bu mektubun sonunda şu manzum nasihati dikkat çeker: Yazıktır öyle bir ma‘sûm nigârı eylemek ıtlak Vukûundan bu hâlin arş-ı Rahmân ihtizâz eyler Talâk îkâına bir emr-i ruhsat olsa da gerçi Buna meşrû sebep yok çünkü insân ihtirâz eyler [6] Kendisine gelen mektupların cevaplarını da manzum yazmıştır. Mektûbât’ında bunun güzel örnekleri vardır. Aşağıya not ettiğimiz onüçüncü mektup[7] Gaziantepli asker arkadaşından gelen mektubun cevabıdır: Hürmetle yazdığın mektubu ey cân Nisan onikide almışdım hemân Bizi unutmayup yâdına ey yâr Cidden memnûn olup oldum haber-dâr Yedi yıl ön demi yâda getirdin Mahzûn gönlümüzü şâda getirdin Bir özge hayâtdı üç yıl askerlik Hak içün çekilen bir yüce dirlik O kutsî vazîfe uğrunda şeksiz Bir sâat geçmedi hergiz emeksiz Sıdkıla o yolda eyledik hizmet Bilirsin her hâle şâhidsin elbet Hakk’ın inâyeti yâr olup her dem Güç gelmedi her dem binlerce elem Üç sene birlikte bir kardaş gibi Cisim içre bir cân ve bir baş gibi … Böyle bir girişten sonra mektubunda arkadaşının ailesinin hatırını sormakta ve kendinden de bahsetmektedir. İfadelerinden anlaşıldığına göre mektubunu yazdığı zamanda anne ve babasını kaybetmiş, Şeyh Hâmid-i Velî Camii’nin fahri olarak hatipliğini yapmaktadır: Sıhhatteler mi babanla kardaşın Yavrunla yârânın oban yoldaşın Bizim babayla ana kardaş gitti Yârânımız dağılıp yoldaş gitti Ulu ceddim Şeyh Hâmid-i Velî’nin Fahrî hatîbiyem nûr-ı celînin Kendi halinden de birkaç kelam ettikten sonra arkadaşının ailesine selam eder ve Gaziantep’te bulunan hemşerileri kitapçı Mehmet Ali Akçay ve kardeşi Şevki’den söz ederek Hacı Nâsır civarında bulunan dükkânlarına gidip onlarla tanışmasını ve selamını iletmesini söyler. Daha sonra veciz bir dille, imza yerinde ifadelerle mektubunu sonlandırır: Bâkî hürmetlerle ey iki gözüm Selâm u duâdır sana son sözüm Darende’de medfûn Şeyh Hâmid Velî Aslâb-ı Resûldür evlâd-ı Ali Onun ahfadından âciz Hulûsî Şeyh Hâmid-i Velî (Câmi) Hatîbi Hulûsî Efendi’nin Divanında da manzum mektup nitelikli gazelleri vardır. Onları da inşallah bir sonraki sayıda yazmak dileğiyle… [1] Hasan Ali Esir, Münşeât-ı Lâmiî (Lâmiî Çelebi’nin Mektupları) – İnceleme-Metin-İndeks-Sözlük-, Karadeniz Teknik Üniversitesi Yayınları, Trabzon 2006, s. 8-11. [2] Abdulbaki Gölpınarlı (Çev. ve Hzl.), Mevlânâ Celalettin, Mektuplar, İnkılap ve Aka Kitabevi, İstanbul 1963. [3] Es-Seyyid Osman Hulûsî-i Darendevî, Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî, Yayına Haz. Mehmet Akkuş, Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Vakfı Yayınları, Ankara 1996. [4] Es-Seyyid Osman Hulûsî-i Darendevî, Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî, Yayına Haz. Mehmet Akkuş – Ali Yılmaz, Nasihat Yayınları, İstanbul 2006. [5] Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî (2006 baskısı), s. 197-198. [6] Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî (2006 baskısı), s. 12. [7] Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî (2006 baskısı), s.47-49.
Nihat ÖZTOPRAK
YazarAfrika’dan, Viyana’ya uzandık Kuru ekmek yedik, yok idi katık Tarih boyu bizler, neler yaşadık? Biz bize yeteriz, haydi Türkiye’m! Dününe sâhip çık, şahlan Türkiye’m.! Kötü sö...
Şair: Hanifi KARA
Kur’ân-ı Kerim, kıssaların en güzeli olan Yûsuf kıssasını anlatırken, Yûsuf’a tutkun olan Mısır Aziz’inin karısının yaptıklarına yer verir. Kadın, hizmetlisi Yûsuf’a gönlünü kaptırması üzerine şehirde...
Yazar: Ali AKPINAR
Birileri fısıldamış; Davran dördüncü Mustafa! Uzun ömürlü olmamış, Devran dördüncü Mustafa… Güzel eğitim almıştı, Hat deryasına dalmıştı, Koltukta gözü kalmıştı, Pişman ...
Şair: Halil GÖKKAYA
Sultan IV. Mustafa, 8 Eylül 1779 tarihinde, İstanbul’da doğmuştur. Babası Sultan Birinci Abdülhamid Han, annesi ise Nüketseza Kadın Sultan’dır. Validesi Nüketseza Kadın Sultan, evladının iyi bir tahsi...
Yazar: Bekir AYDOĞAN