Unutulmayacak Bir İsim Ahmet Şemsettin Ateş
Dergimizin kurucusu Ahmet Şemsettin Ateş Ağabey 17 Mart 2006 Cuma günü Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Aradan bir yıl geçti… Kurucusu olduğu dergimiz elhamdülillah yayın çizgisine aynı istikamette daha da gelişerek devam ediyor. Ahmet Ağabeyimizi hayırla anmak hakkında yazılan metinlerden bazı iktibaslar yaparak onun güzel vasıflarından bu yazımda anlatmak istiyorum.
Vefatından hemen sonra kaleme aldığım ancak yayınlamadığım şiir âhenkli bir yazımı önce sizlerle paylaşacağım. Sonra da hakkında yazılanlardan bir demet sunacağım.
Gül Güzelliğinde Bir Resim
Hayatını insanca yaşayan¸ kendini insanlığa adayan bir can… Bir örnek sahib-i iman…
Adı dillerde destan olan bir isim…. Cemâli gönül defterlerine ve hafızalara altın kalemlerle nakşedilen gül güzelliğinde bir resim… Ahmet Şemsettin Ateş…
Yüce bir babaya layık bir oğul¸ efendi bir kardeşe layık bir ağabey¸ iffetli bir hanıma şefkatli bir eş… Adı gibi övülen¸ aydınlık bir güneş…
Hz. Peygamberin sülalesinden¸ Somuncu Baba’nın nesep silsilesinden.. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin gül kokulu hanesinden doğan bir kâmil gönül… Bir mümtaz şahsiyet¸ bir ehl-i beyt…
O¸ ilim ve irfan ocağında doğmuştu. İrfanı bizzat yaşayarak babasından öğrendi¸ Annesinin ak sütü gibi temiz olan¸ temiz bir neslin evladı olarak boy verdi¸ kemâle erdi. Hacı Naciye Hanımın ninnileri gibi öğütleri de hep kulağına küpe oldu. İçi sevgi ile doldu…
İlim sevdalısı bir babanın evladıydı. Kitap kokulu evlerinde kitaplarla koyun koyuna büyümüştü. Okudu¸ tahsil etti. Önce Eğitim Akademisine¸ sonra Mühendislik Fakültesine gitti.
Yürüyüşüyle sakin ama vakur¸ duruşuyla asil¸ konuşmasıyla bazen tebessümlü bazen sert… Doğruluk timsaliydi bu mert oğlu mert…
Tabiata vurgundu. Yüce dağların zirvesinde gönül otağını kurdu. Fidanlar dikti elleriyle¸ suladı¸ büyüttü¸ daha yeşil olsun diye otuz yapraklı gül yurdu…
İlmiyle tecrübesini gönül havanında dövüp¸ dost ellere armağan olarak sundu. Danışanlar¸ onun yanına gelen dostları hep doğru istikameti buldu. Yapraklara düşen çillerin ilaçlarla silindiği gibi¸ onun dost sohbetine katılanların gönüllerindeki kirler silindi¸ kalpler berraklaştı¸ alınlar aklaştı… Ona yakın olanlar Hakk dostlarına yaklaştı.
15 Haziran 1990 Cuma günü babası Hulûsi Efendiyi can kardeşiyle gül kokulu toprağa yatırdıktan hemen sonra ilk önce Hamidettin Efendi’nin elini o öptü…
O¸ kâmil olduğunu o gün gösterecek bir tavırla zaten saadet topunu o gün kaptı. Bir kardeş olarak kendine düşen görevi layıkıyla o gün yaptı…
Ticaretle uğraştı bir zaman. Gönül pazarını kurup¸ dost canlara deste deste güller sattı. Gül alır gül satardı. Güleryüzlüydü¸ herkesin kalbine neşe katardı. Sarraf dükkânında altın mihengiyle kalpleri ölçer¸ gönül terazisinde insanları tartardı.
Kendisinden borç isteyenlere hep verdi… Hep verdi… Yardımdı¸ dayanışmaydı¸ birlikti¸ dirlikti¸ derdi… Mobilyacılık yaptığı zaman fakirlerin evlerini döşedi¸ kimsesizleri ev-bark sahibi yaptı.
Adı borçtu ama¸ karşılığını Allah’tan alacağı hibe idi bunlar. Hep onu böyle tanıdı canlar.
Elindeki serveti cömertliğe tahvil edip¸ ihtiyaçlarını gördüğü insanların gönlünü kazandı. Tanıyan tanımayan onu hep iyilikle andı…
Büyüklerin imtihanının büyük olduğunu söylerdi. Kendisi de hastalığın pençesinde sabrederek¸ şükrederek¸ metanet göstererek¸ bu dünya sınavını verdi. Ameliyattan yeni çıkmış olmasına rağmen Kutsal beldelere olan iştiyakı galip geldi¸ hac ziyaretine gitti. Mekke’de Arafat’ta ümmet-i Muhammed için dualar etti.
Medine’de gözyaşları sel oldu aktı. Rasulullah’ın sevgisi ile gözleri hep nemli¸ mendili hep ıslaktı…
Hac dönüşü tekrar hastalandı.
17 Mart 2006 Cuma günü Hakk’a erdi.
O gece hiç uyumadı¸ daima Hakk’ı zikretti. Yanındaki aile fertleriyle helalleşti. Sabah ezanları okunurken “açın kapıları pencereleri” diyerek ezan sesinin âhengiyle gözlerini dinlendirdi…
Namaz dönüşünde yanına uğrayan Hamidettin Efendi’ye; “Hoş geldin efendim” dedi. Hal hatır sordu… Ablalarıyla¸ yengeleriyle¸ yeğenleriyle¸ eşiyle¸ çocuklarıyla¸ bu dünya gözüyle son kez göz göze geldi…
“Ben Bekâ âlemine gidiyorum¸” dedi.
“Allah Allah” diyerek ruhunu teslim etti. Sevdiği Rabbına¸ Sevgili Habibine¸ özlediği babasına¸ can parçası anasına¸ yanına mezarımı kazın dediği ağabeyi Kemal Efendi’nin yanına gitti. Rahmet-i Rahmana yetti.
Gönül İnsanıydı Gönül Ehliydi
H. Hamidettin Ateş Efendi¸ Ahmet Ağabeyin vefatından sonra bir yazı kaleme aldı. Onun güzelliklerinden bahsediyordu. Aşağıya söylediği güzel sözlerinden alıp bir demet olarak sizlere sunacağım:
“Hoşgörülüydü. Hiç bir Allah’ın kulunu incitmedi. Kimseden de incinmedi. Allah Rasulünün hadislerine bir Evlad-ı Rasul olarak gönülden bağlıydı. Hayatına bakıldığında görülecek ki¸ güzel ahlak sahibi olarak toplumla iç içe yaşayan bir bahtiyardı.
Eğitimciydi. Ailesinden aldığı manevî terbiye ve görmüş olduğu eğitim ile¸ ortak olduğu dostlarını¸ yanında çalıştırdığı arkadaşlarını¸ yeğenlerini eğitip¸ yetiştirmeye gayret gösterdi. İşlerini planlı ve programlı olarak¸ yaptığı işi güzel yapardı. İnce ve zarif ruhuyla¸ elinden tuttuğu insanları faydalı birer insan olarak topluma kazandırırdı. Dostluk yaptığı insanlar zararlı alışkanlıklarını bırakır¸ onun gibi olmaya çalışırlardı. Nefsine ağır gelse de zor olanı başardı. Birçok insanın¸ birçok gencin topluma zararlı olmasını engelledi¸ o zorluklara kendi göğüs gerdi¸ meşakkati kendi çekti¸ gençliğini¸ ömrünü iyi örnek olarak yaşadı.
Paylaşımcıydı. Darende’nin konut ihtiyacına cevap verebilmek için inşaat sektöründe çok güzel hizmetler verdi. Garipleri¸ dar gelirli insanları ev sahibi yaptı. Kendi imkânlarını herkesle paylaşmayı severdi. “Komşusu aç iken¸ tok yatan bizden değildir.” Emrine samimi bağlıydı. Onun için de tanıdıklarıyla¸ ihtiyaçlılarla elindekini paylaşırdı.
Hayırseverdi. Allah için herkese hizmet etmeyi benimseyen örnek bir kişiliğe sahipti. Yaptığı iyiliklerin kendisi ile Allah arasında kalmasına özen gösterir¸ hiçbir kimseyi bunlardan haberdar etmeyecek şekilde hayırda gizliliğe dikkat ederdi. İçindeki sırlarını hiç kimse bilemezdi. Darende’deki ticari hayatında kimsesizleri¸ yoksulları¸ meczupları¸ yetimleri himaye eder onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. O fakir fukara babası idi¸ daha doğrusu babasının oğluydu. Geçmişi temiz olan bir sülalenin temiz bir evladıydı. “Allah güzeldir¸ güzel olanı sever” düsturuyla güzelliğe meftundu. Sevdiklerini candan severdi¸ kimseye yük olmazdı. Temiz fıtratını asla kirletmedi¸ temiz tuttu.
Gönül ehliydi. Sevdiğini gönülden sever¸ ama açığa vurmazdı. Onun her şeyi sevdiği dostları ve arkadaşlarıydı. Dünya malı¸ para pul gibi birçok insan tarafından çok önemsenen maddiyat onun için bir şey ifade etmezdi. Adeta gizli bir Hulûsi Efendi’ydi. Kazancını şahsı için değil toplumun istifadesi için harcardı. Herkesin gönlünde taht kurmuş bir gönül insanıydı. Her kesimden insan onu sever ona muhabbet beslerdi.”
Gözü Yaşlıydı Ağır Başlıydı
Darende Haber Gazetesi yazarlarından aynı zamanda romancı olan Raziye Sağlam Hanım’ın şu satırları da Ahmet Ağabeyin hayata bakış açısını dillendiriyor:
“Ablası onu anlatırken¸ çok ağır olmasına rağmen son nefesine kadar bilincini kaybetmeyip onlarla konuştuğunu¸ sabah ezanı okunurken camı sonuna kadar açtırıp ezan bitene kadar dinlediğini söyledi. Anlattığına göre sabaha doğru oda bir anda gül kokusu ile dolmuş. Biz o anda gözyaşlarımızı tutamadık. Bizim akşam hissettiğimiz hâlâ o kokuydu. Onun sulbünün ve maneviyatının güzelliğinin kokusu.
Ahmed Efendi görünüş olarak Hacı Valide’ye benzerdi ve çok sessizdi. Sempozyumda “Gül Sultan” ilahisi okunurken¸ birden dönüp eşine gül uzatacak kadar sevgi dolu¸ alacaklı olduğu insanların borçlarını bir kalemde silecek kadar cömertti.
Kuyumculuk yaptığı zamanlarda¸ alamayacak durumda olanlara üzülüp¸ altını veresiye verirmiş. İnsanlar “veresiye altın satan bir Ahmed Efendi vardır herhalde” derlermiş. Ahmed Efendi yakınlarına “Kimsenin bana borcu yok. Benden sonra da sakın kimseden istemeyin” diye vasiyet ederek hepsini bir kalemde silmiş.
Bir sempozyumda Peygamber Efendimize (s.a.v) dair şiirler okunurken¸ gözyaşları içindeki görüntüsü hiç gözümüzün önünden gitmiyor. Herhangi bir etkinlik olduğunda onu asla ön sıralarda göremezdiniz. Her zamanki tevazusu ile arka sıralarda sessiz sedasız programı izlerdi.”
Ahmet Ağabeyin ardından akrabalarından olan Mehmet Ateş de şu satırları kalema almıştı:
“Kırk sekiz yıllık yaşamı bir Cuma sabahı sona erdi. Aslında sona erdi diyemeyiz¸ onun için gerçek yaşamın başlangıcı oldu. Onun gibiler ölmez...
Ahmet Ağabey¸ Cuma günü kendisini seven tüm dostlarına ateşten bir gömlek giydirdi. Dışarıdan görünmese de bu gömlek içeride bir kor misali Mevlâ kavuşturana kadar yanacak.
Yalan dünyadaki zamanını doldurduğu süre içinde Ahmet Ağabey¸ kimseyi kırmadan¸ incitmeden¸ karşılık beklemeden hizmet etti. Tıpkı babası Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin nasihatinde buyurduğu gibi bir yaşam sürdü.
“Alemi sen kendinin kölesi kulu sanma
Sen Hakk için âlemin¸ kölesi ol kulu ol
Nefsin hevası ile mağrur olup aldanma
Yüzüne bassın kadem her ayağın yolu ol”
Sadece bu dörtlük değil¸ tamamı Ahmet Ağabeyin yaşam çizgisi olmuştur.
Ahmet Ağabey¸ yaşamındaki güzelliklerin ona vermiş olduğu makamı¸ yüceliği¸ Hakk’a yürürken körelmiş gözlere¸ kararmış kalplere o kadar aşikâre gösterdi ki anlatmaya kelimeler yetmez.
O anı¸ anlatmak için şu menkıbeyi o anla kıyaslayabiliriz: “Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında cihada katılan sahabelerden Nevfel şehâdet şerbetini içiyor¸ onu oracıkta toprağa veriyorlar.
Peygamberimiz mezarın yanından parmaklarının ucuna basarak yürüyor¸ sebebi sorulunca; “Beni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki¸ Nevfel’in etrafında o kadar melek toplandı ki¸ ayağımı basacak yer bulamadım. Hatta bir melek kanadını ayağımın altına döşedi¸ ona bastım” buyurdular.
Ahmet Ağabey¸ bir savaş şehidi olmadı¸ yalancı dünyadaki insanların riyâkarlığına¸ yalancılığına¸ kötülüklerine yılmadan mücadele ederek ve bu da yetmezmiş gibi bu uğraşının sonunda aldığı yaraların kendine verdiği sıkıntılarına üç yıl boyunca hiç sızlanmadan şikayet etmeden tıpkı Eyüp Peygamberin sabrı gibi yaradanından yardım alarak bizler için yıkım¸ kendisi için zafer olan mücadelesini şehit bir kumandan olarak tamamlayarak ahirete intikal etti.
Dostlarının sırtında Hakk’a yürürken¸ görünmeyen dostlar da birer kar tanesine tutunarak nur misali incitmeden süzüldüler. Görenleri hayrete bırakacak bir güzellikle bütün gökyüzü meleklerle doldu. Güneşte bütün şefkatiyle ışıklarını saldı.”
Ruhu Şâd Olsun...
Musa TEKTAŞ
YazarAllahu Teâlâ, mü’minlerin günahlarını bağışlayan, ayıplarını örten, ğafuru’r-rahîm, settâru’l-uyûbdur. Her gün yatsı namazından sonra okuduğumuz “Âmenerrasûlu” olarak bilinen Bakara Sûresi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Allah’a yakın olabilmek için iyilik yolunda yürümek, iyiliğe gönül vermek, gerekirse can vermek gerekir. Sahâbe-i kirâm bütün hayatını, malını, canını Allah’ın dinine ve Rasûlullah’ın emri üzere fedâ ...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tasavvuf ehli; gayret, nusret ve ilâhî lütufla bazı mertebelere ulaşır. Bunlardan âbidler, zâhidler ve ârifler kâbiliyet ve mertebeleri yönüyle farklı konumlarda değerlendirilirler. Âbidler çok ...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Hz. RasûlulIah (s.a.v.)’in vârisleri olan mânâ sultanları, yani mürşid-i kâmiller gönüller tabibidir. Gönüllere şifâ sunan doktorlardır. Onlardan ilim, hikmet ve edeb öğrenmek isteyen her ihvân ...
Yazar: Musa TEKTAŞ