SENİNLE HAYAT BULDUK EFENDİM/ BİR HASBİHAL
Efendim! Bir sefer vakti yola düştünüz. Zalim insanlar sığdırmadılar sizi vatanınıza. Taşladılar, azarladılar, kınadılar, kırdılar, incittiler. Siz yılmadınız, durmadınız, susmadınız, küsmediniz. Bir zorlu mücadeleden sonra diğerine bismillah dediniz. Bir panayırdan diğerine, bir toplantıdan başkasına; bir davetten sonrakine. Tanımazlardı tabii. Siz sessizlerin sesi olmuştunuz. Taa “Hlfu’l-fudul”den itibaren… Efendim! Gözyaşları içerisinde veda etmiştiniz. Yaşadığınız elli iki yıla. Ayrılmak size zor gelmişti. Dedeniz İbrahim’in, Anneniz Hacer’in, Amine’nin, hanımınız Hatice’nin hatıraları gözünüzün önüne gelmişti. Tereddüt etmeden, arkanıza bakmadan, itmeliydiniz. Gitmeliydiniz; dünyanın bütün garipleri sizi bekliyorlardı. Adalet, hakkaniyet, sadakat bekliyorlardı. Anneniz Hacer gibi size de yol görünmüştü. Efendim! Çölleri aştınız. Yolları aştınız. Denizleri aştınız. Kıtaları aştınız. Dünyanın dört bir yanındaki mahzun, insanlara derman oldunuz. Mekke’de kurutulmuş et yiyen bir dul kadının oğlu olduğunuzu hiç unutmadınız. Bir kralla tanışma heyecanıyla size gelenler şaşırdılar. Duruşunuz değişmedi. Kanaatkâr kimliğiniz karşısında imanları, takdirleri arttı. Efendim! Sizi anlamakta zorlanıyoruz. Sizi anlatanları dinlediğimizde “Onun yolunda mıyız gerçekten?” diye soruyoruz kendimize. Her göz farklı bir güzellik görüyor sizde. Her kalem yeniden yazıyor sizi. Cümleler sizinle güzelleşiyor. Efendim! İnsafa gelmeliydi zalimler, Dedenizin inşa ettiği o mübarek mabed tekrar tevhidin bir kalesi olmalıydı. Bu zordu! Nasıl olacaktı bu? Adalet sağlanmalı, fakat intikam olmamalıydı. Mazlumun hatıralarına da saygı duyularak... Zor bir denklemdi bu. Siz zeki bir insansınız. En hızlı yoldan çözersiniz bu sorunu. Efendim! İşte sıra size geldi. Sizi yetim, öksüz, güçsüz bulmuşlardı. Durmadan üzerinize gelmişlerdi. Basit hesapların içine girmişlerdi. Önünde duramayacakları bir ordu hazırladınız. Yanınızda Bilal, Ammar, Habbab ve diğer mazlumlar. Korksun şimdi bütün Ebu Cehiller, İkrimeler, Hindler… Kaçsın köşe bucak. Görülecek bütün hesaplar tek tek. Her şeyi talan etmişlerdi. Yazılsın bunlar görülecek hesaba. Ey Ebu Süfyan faturan kabarıyor. Ey Mekke’nin müşrik zalimleri... Kalkın hadi. Bu saatten sonra mezarınızda bile yer yok size. Allah’ın günleri döndü. Ölümlerden ölüm beğenin. Her nereye girerseniz… Büyük bir ordu… Sa’d “intikam zamanı.” demişti. İntikam en büyük ihtimal. Efendim! İntikam aklınızın ucundan bile geçmedi. Yakışır mı size intikam. Eski defterleri açmak onurlu bir davranış olur mu? Kalsın kimi zulümleri zalimin yanında. Allah var! Zalimlerin karşısında güçlü pozisyonuna rağmen bir işaretinizle Bilal kılıcını indirdi. Bir talimatınızla Habbab bedenini ateşle dağlayan o insanları affetti. Bir ikazınla Ammar, o katillere hücumdan vaz geçti. Nasıl bir terbiye bu... Ne ihtişamlı bir medeniyet böyle... Efendim! Geçit resmini Ebu Süfyan’ın yanında hayret ve hayranlıkla seyrediyoruz. Bizi de uyarıyor Hz. Abbas. “Bu saltanat değil. Bu risalet. Bu adalet ordusu...” diye. Ne kadar sakin bir ordu bu? Ne kadar huzurlu! Mekke sokaklarında hiç kimse tedirgin değil. Herkes rahat. Herkes emin. Onlar biliyorlar ki, kerim bir kardeşleri var. İşte Allah’ın zaferi. Bir yetim, bir öksüz yarım adanın adaletsiz bütün törelerini alt üst ettiniz. Kadınlara itibar kazandırdınız. Zayıfların sesi oldunuz. Alın terini korudunuz. Kız çocuklarına hayat hakkı tanıdınız. Servetin, adaletin, hakkın, mülkiyetin adil dağılımını kendi ellerinizle yaptınız. Elinizi Kâbe’nin yanı başında taşın altına koydunuz. Allah yardım etti. Zoru başardınız. Sevgi medeniyeti kurdunuz. Sevgiyle medeniyet kurdunuz. En sevgili. Efendim! İşte insanlar koşarak geliyorlar tevhide. Grup grup geliyorlar. Rahat, emin, sakin ve mutlu. Geçen geçti. Yeni bir sayfa açıyorlar mübarek ellerinizle. Sıkıntı yılları geçti. Taif yolculuğu mazide kaldı. Bedir, Uhud, Hendek… Bunlar hayır defterinin gizli sayfaları. Şimdi merhamet, afv ve hoşgörü sayfası açılsın. Güçlüsünüz, af zamanı. Öyle değil mi efendim. Zayıfın affetmesi vicdanıyla rabbi arasındadır. Siz soylu, fakat bir garipsiniz. Bir garipsiniz Efendim. İşte asker, işte devlet, işte güç… Sallandırın şu zorbaları safa tepesinde görsünler günlerini. Hatırlasınlar yaptıklarını. Baksınlar nasılmış “Allah dedi” diye vatanından bir yetimi sürmek. Kısas dediğim. Hayır hayır… Yine tesbih, yine hamd, yine tevbe. Bilal ezan okuyor Kâbe’de. Zaman alacak Hind’in, Safvan’ın, Ebu Süfyan’ın tevhid ehli olması. Saltanat vardı, itibar vardı, makam vardı. Dirilişe çağırıyor Bilal. Yankılanıyor sesi. Dalga dalga… Anavatanı Afrika’ya kadar ulaşıyor. Mazlumlar seviniyorlar itibarları iade edildiği için. Bize bir sayfa açtınız Efendim.
Halis DEMİR
Yazarİnançta tevhid üzere olmaya, söz ve davranışta ise yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeye ihlas denir. Din ıstılahında ihlas; iman, ibadet, ahlak, amel ve dua gibi her türlü dinî görevleri halkın övme ...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Doyduktan sonra yeme-içmeye devam eden, bunu alışkanlık haline getiren bir kimsenin haram bir fiil irtikâp ettiğini söyleyebilir miyiz? Genel bir kaide olarak, Şer’an izin verilmiş, hakkında şer’i ...
Yazar: Halis DEMİR
Hakk’a kavuşmanın yegâne yolu aşktır. Aşk ehli mutasavvıflar, nefisle mücadele etme, dünyadan ve dünyevî her şeyden vazgeçme yönünde büyük fedakârlıklar göstermişlerdir. Bu fedakârlık yolunda; maksu...
Yazar: Musa TEKTAŞ
8 Zilka’de 1074/2 Haziran 1664 tarihinde Edirne’de dünyaya gelen II. Mustafa’nın babası IV. Mehmed, annesi Gülnûş Emetullah Sultan’dır. Sultan II. Ahmed’in yerine 21 Cemâziyelâhir 1106/6 Şubat 1695 ta...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE