Osmanlı Padişahı IV. Murad’ın Tasavvuf Erbâbına Yönelik Tavrı
Arapça ve Farsçayı iyi düzeyde bilen IV. Murad, “Murâdî” mahlasıyla şiirler yazmıştır. Döneminde uzun süreden beri devam eden kargaşa ortamını gidermiş, devletin otoritesini sağlamlaştırmış, çıktığı iki seferle devletin gücünü yeniden gün yüzüne çıkarmıştır. Ilgın’da “Sakarya Şeyhi” diye meşhur olan Şeyh Ahmed, mehdîlik iddiasında bulunarak etrafına yedi veya sekiz bin kişi toplamıştır. Üzerine sevk edilen kuvvetleri bozguna uğratan Şeyh Ahmed, daha sonraki bir müdâhale ile yakalanmış, on iki adamıyla birlikte Konya’da bulunan Sultan IV. Murad’ın yanına götürülmüştür. Sakarya Şeyhi bir süre sorgulandıktan sonra feci şekilde öldürülmüştür.1 İran’ın Azerbaycan eyâletindeki Urmiye şehrinde doğduğu için “Rûmiye Şeyhi” diye meşhur olan Azîz Mahmûd-ı Urmevî ile başlayan Urmevîyye koluna mensup bazı Nakşî şeyhleri XVII. yüzyılda Anadolu’nun doğu bölgelerinde ve Bursa’da etkin olmuşlardır. Mahmûd-ı Urmevî tasavvufî eğitimini Urmiye’de babasından aldıktan sonra Safevîlerin işgâli üzerine Urmiye’den ayrılıp Diyarbakır’a geldi ve burada tekke kurarak irşada devam etti. Diyarbakır’da halkın büyük ilgi ve teveccühünü kazanan Mahmûd-ı Urmevî Osmanlı devlet adamlarıyla da yakın ilişkiler kurdu. Sayıları kırk bini bulan müridlerinin cehrî zikir yaptıkları rivâyet edilir. Mahmûd-ı Urmevî, IV. Murad ile Revan Seferi’ne katılır, padişahtan ilgi ve yakınlık görür. Bağdad Seferi esnâsında Haleb’e gelen padişaha hediyeler sunmak için Diyarbakır’dan Haleb’e gider. Ancak bu yakınlık fazla sürmez ve Bağdad Seferi dönüşünde padişah kendisine iltifat etmeyip 1048/1639 Şevval’inde onu idam ettirir. Kaynaklarda bu idamın iki sebebi zikredilmektedir: Birincisi, Mahmûd-ı Urmevî Bağdat Seferi esnâsında padişaha bakırı altına çevirdiğini söyleyen bir kızı tavsiye etmiş, padişah da kıza bir mikdar sermaye ve harçlık vererek altın imal etmesini istemişti. Ancak kız va’dettiği altını yapmayıp paralarla zevk ve sefâ içinde kendini eğlenceye vermiş, bunu duyan padişah hem o kızı hem de onu kendisine tavsiye eden şeyhi idam ile cezalandırmıştır. İkinci ve daha makul sebep ise, Mahmûd-ı Urmevî’nin etrafındaki müridlerin çokluğunu ve tekkesinin hediyelerle ekonomik yönden güçlendiğini gören bazı paşalar, Padişah’a bu durumun endişe verici olduğunu şeyhin bu gücünü kullanarak şeyhliği şahlığa çevirmek isteyebileceğini, Safevîler Devleti’nin de şeyhlikten çıktığını ve kısa zaman önce vukû bulan Sakarya Şeyhi hâdisesinden ders alınması gerektiğini söyleyerek zaten kuşkucu bir karaktere sahip olan IV. Murad’ı, şeyhi idam etme konusunda iknâ etmişlerdir. İdamdan sonra Padişah’ın bazı görevlileri göndererek şeyhin evinde silah ve benzeri harp aletlerinin olup olmadığını araştırması da idamda ikinci sebebin daha güçlü bir etken olduğunu göstermektedir. Bu araştırmada şeyhin evinde herhangi bir harp aletine rastlanmamış ve kuşkuların yersiz olduğu geç de olsa ortaya çıkmıştır.2 IV. Murad, kendi döneminde patlak veren Kadızâdeliler ve Sivasîler çekişmelerinde oldukça siyasî davranmıştır. Nitekim o, iki taraf arasında vukû bulan münâkaşalara müdâhale etmediği gibi, kendi icrâatına uygun va’zlar yapıp fetvâlar veren Kadızâde’yi himâye etmiş, diğer taraftan Abdülmecîd-i Sivâsî’ye iltifatlarda bulunmuştur. Bunun sebebi ise açıktır. Çünkü Padişah muhtemelen yakın adamlarının da telkîniyle, iki taraf arasında dengeyi muhâfaza etmenin hem devlet hem de toplumun nizâmı açısından daha iyi sonuç vereceğini hesap ediyordu. Aksi halde, Kadızâde’nin açıkça ve fiilen desteklenmesi, dolayısıyla karşı tarafın ezilmesiyle oluşabilecek tehlikeli olaylardan korkulurdu. Kadızâde Mehmed Efendi’nin kısmen tesiri altında kalmasına rağmen, onun rakipleri durumunda bulunan başta Abdülmecîd-i Sivâsî olmak üzere genelde tasavvuf meşâyihına karşı hürmette kusur göstermemiştir.3 Kadızâdelilerle Sivâsîler arasındaki tartışma konularını çözüme kavuşturmak arzusuyla her iki kesimi de bir araya getirmiş, şeyhülislâmla ulemânın huzûrunda tarafların tartışmalarını istemiştir. Gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda özellikle Kadızâde’ye yönelik üslûbunun yumuşatılması hususunda mesajlar vermiştir.4 Kadızâdeliler hareketinin başlatıcısı konumunda olan Mehmed Efendi, sırasıyla Murad Paşa Camii, Sultan Selim Camii, Bâyezid Camii, Süleymaniye Camii ve Ayasofya Camii’nde vâizlik yapmıştır. Dönemindeki bozulmaları tarîkatlara yükleyen Kadızâde, kendini İslâm’ın hâmîsi olarak görmüş ve her fırsatta tarîkatları eleştirmiştir. Dönemin padişahı IV. Murad üzerindeki tesirini de kullanıp fikirlerini açıkça beyân etmekten geri durmamıştır.5 Kadızâdelilerle Sivâsîler tartışması IV. Murad’ın uyguladığı siyâset sayesinde sözlü ve yazılı safhada kalmış, fiilî bir harekete dönüşmemiştir. Ancak Kadızâde Mehmed Efendi ve Abdülmecîd-i Sivâsî’nin ölümünü müteâkib, Kadızâde Mehmed Efendi’nin yolundan giden mutaassıp zümre ile Abdülmecîd-i Sivâsî taraftarları arasında aynı tartışmalar müsâmahasız ve hoşgörüsüz bir tarzda büyüyüp gelişmeye, hatta fiilî mücâdele hâlini almaya başlamıştır.6 IV. Murad zamanında Birgivî Mehmed Efendi’nin iyi niyetli kimi fikirlerinin “Kadızâdeliler Hareketi” adıyla yozlaştırılmış bir tasfiyecilik hareketine dönüştüğünü görmekteyiz.7 Muhammed Nazmî’nin ifadesine göre Abdülmecîd-i Sivâsî Efendi’yi de on beş kere öldürme niyetiyle yanına davet eden IV. Murad, her seferinde zuhûr eden bir gazab-ı ilâhî kararına mânî olmuş, sonunda bu niyetinden vaz geçmiştir.8 Abdülmecîd-i Sivâsî ile Sultan IV. Murad arasında geçen ve bizzat müşâhede ettiği bir hâdiseyi, Muhammed Nazmî Efendi, Hediyyetü’l-İhvân isimli eserinde şöyle anlatmaktadır; “Bir mevlid-i şerîf günü Sultan Ahmed Camii’nde okunan mevlid-i şerîfe, Sultan Murad, vezîr-i âzam, Şeyhülislâm ve pek çok devlet erkânı katılmıştı. Sivâsî Efendi kürsüye çıktığında mahfelde na’thân na’t-i Rasûlullah’a başlayınca murâkabeye dalıp can kulağıyla dinlerken, rûhânî lezzet ve na’t-ı şerîfi dinlemekten dolayı âlem-i mahv’a girip, kırâatten sonra, bir saat mahv âleminde kaldı. Birkaç defa Çavuşbaşı ayağa kalkıp kürsünün karşısında; ‘Saadetli Padişahım, ‘Va’z etsinler.’ buyurdular.’ deyip bağırdığında bile sahv âlemine gelemediler. Bir süre sonra ‘Ya Allah’ deyip, sahv’a girdikten sonra Fâtiha’yı okumaya başladılar. Va’zdan sonra âdet üzere vakıftan ta’yin olunan samur kürk giydirildi ve henüz oturmadan Padişah tarafından gönderilen Mir Ahver Ağa gelip Sivâsî Efendi’yi Padişah’ın huzûruna davet etti. Sivâsî Efendi Padişah’ın huzûruna çıktığında ta’zimde bulunduktan sonra, Padişah ona; ‘Ma’lûm oldu ki sen evliyânın büyüklerindensin. Kürsüdeki hareketin, riyâ olsaydı tabîatıma muhâlif olurdu. Lâkin i’tilâsının tam olması muhabbetimi artırdı. Eğer padişahlara başkasından bîat mümkün olsaydı sana bîat ederdim.’ dedi. Peşinden ‘Kürk.’ deyip, bir kürk giydirdiler. Sivâsî Efendi makamlarına döndüklerinde hayatından ümidini kesenler, bu ikramı görünce kendilerine olan îtikâd ve muhabbetleri daha da arttı.”9 Muhammed Nazmî Efendi’nin dikkat çektiği bir diğer husus, Abdülmecîd-i Sivâsî’nin IV. Murad’a Bağdad’ın İranlılardan geri alınacağını müjdeleyen kişi olmasıdır. Nazmî Efendi eserinde bu durumdan şu şekilde bahsetmektedir: “Sultân Murad Bağdad’ı feth etmeğe niyet ettiğinde Sivâsî Efendi’yi dâvet edip; ‘Bağdad’ı feth etmeğe niyet ettiğimi duymuşsundur. Fetih müyesser olur mu? Bize haber ver.’ dediğinde, Sivâsî Efendi; ‘Evet Padişahım, ‘...Siz Allah’(ın dinine, Peygamber’ine) yardım ederseniz, o da (düşmanınıza karşı) size yardım eder...’10 âyeti ile sabittir ki, eğer reâyâya adâlet eder ve üzerlerinden zulmü def ve gadaba uğrayanlardan afv, fukarâya in’âm ve ihsân ile Allah’a nusret edersen, Allah da sadece Bağdad’ın fethi ile değil, daha nice beldelerin fethiyle nusret eder.’ der. Taraflar arasında bu ve benzeri pek çok suâl ve cevaptan sonra, Sultan Murad; ‘Ben senin müşâhedenden suâl ediyorum. Bana müşâhedenden haber ver. Zira kâmil şeyhler Levh-i Mahfûz’a bakıp hakîkate muttalî olabilirlermiş. Ben seni tecrübe ediyorum. Eğer sen onlardansan elbette müşâhedenden söylemelisin.’ der. Sivâsî Efendi de bu ısrâr üzerine, ‘Evet Padişahım, otuz dokuz gün muhasara edip, kırkıncı gün fetih müyesser olur.’ diye müşâhedesini belirtir. Padişah; ‘Ya vezirlerden kimse şehid olur mu?’ diye sorduğunda da; ‘Vezîr-i âzam’ın şehid olur Padişahım. Lütfedip başka suâl sormayın.’ der.”11 Abdülmecîd-i Sivâsî’nin keşfen şehâdetinden haberdar ettiği zât, Vezir-i Âzam Tayyar Paşa’dır. Abdülmecîd-i Sivâsî Efendi’nin keşfinde belirtildiği üzere Vezir-i Âzam savaş esnâsında şehit olmuştur. Çok sevdiği bu zatın savaş esnâsında alnından vurularak şehit olması üzerine Sultan IV. Murad, “Ah Tayyar, Bağdad Kalesi gibi yüz kaleye değerdin.” diyerek üzüntülerini ifade etmiştir.12 Hazret’in yine keşfinde belirtildiği üzere, Bağdad’ın muhâsarası otuz dokuz gün boyunca devam etmiş ve kırkıncı gün Bağdad fethedilmiştir.13 Bağdad Seferi’ne çıkarken Sultan IV. Murad’a kılıç kuşatmak ve seferin zaferle sonuçlanması için gerçekleştirilecek duâ merasimini icrâ etmek üzere Abdülmecîd-i Sivâsî, Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî’nin halîfesi İsmail Efendi ve Kadızâde Mehmed Efendi’yi huzurlarına davet etmiş, âdet olduğu üzere, pâdişâhın beline Hz. Ömer’in kılıcını Abdülmecîd-i Sivâsî Efendi bağlamış,14 ordu hareket ettiğinde Pâdişâh’ın önünde yürüyen Abdülmecîd-i Sivâsî ile İsmail Efendi Pâdişâh’ı İstanbul’dan bizzat uğurlamıştır.15 IV. Murad’ı yönlendirmek kasdıyla Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi Doğanî Ahmed Dede aleyhinde beyanatlar veren Kadızâde Mehmed Efendi’nin bu yaklaşımlarına itibar etmeyen IV. Murad, Doğanî Ahmed Dede’ye hürmet etmiştir. Onu sık sık saraya davet etmek suretiyle kendisinden Mesnevî sohbeti dinlemiş ve semâ yapmalarına müsâade etmiştir. IV. Murad’ın saraya davet edip kendisinden Mesnevî sohbetlerini dinlediği ve semâ yaptırdığı bir diğer Mevlevî, Galata Mevlevihânesi şeyhi Âdem Dede olmuştur.16 İstanbul’a gelen Antalya Mevlevihânesi postnişîni Zincirkıran Muhammed Çelebi de IV. Murad’ın ihsanlarına nâil olmuştur. Daha sonra Beşiktaş Mevlevihânesi postnişini olacak olan Çengi Yûsuf Dede ise IV. Murad Dönemi’nde “Gılmânân-ı Hassa” ya alınmış Mevlevîlerdendir.17 Revan ve Tebriz Seferi’ne çıkan IV. Murad, Konya’ya geldiğinde, 15 Zilkade 1044/2 Mayıs 1635 tarihinde, Çarşamba günü, Hz. Mevlânâ’nın türbesini ziyâret etmiş, postnişîn olan Ebûbekir Çelebi’nin idare ettiği semâya katıldıktan sonra şeyhe bir kürk, dervişler için de 1.000 akçe verdikten sonra Mevlânâ Âsitânesi için has’tan senelik 150 bin akçe ödenek tayin etmiştir.18 IV. Murad, İznik’te Eşrefiyye Tekkesi şeyhi Ali Sultan’ı ziyaret ederek, sohbetinde bulunmuştur. Camii ve türbenin yeniden imarını gerçekleştirerek, burayı çinilerle tezyîn etmiş, kendisine de bir kılıç hediye etmiştir.19 Bağdad Seferi’ne çıkarken Pâdişâh’ın uğurlandığı duâ merâsiminde kendisinden duâ talebinde bulunan isimlerden biri de İsmail Efendi idi. Filibe yakınındaki Kızanlık kasabasında dünyaya gelen İsmail Efendi, babası Alâaddin b. Muhsin’in inşâ ettirdiği zâviyede seccâdenişîn iken vefatı üzerine İstanbul’a geldi. Burada Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî’ye intisâb edip derslerine devam etti. Sülûkunu tamamladıktan sonra Hüdâyî, kendisini babasının zâviyesine halife olarak gönderdi.Yirmi sene kadar burada irşad vazifesini sürdüren İsmail Efendi, hacca giderken uğradığı İstanbul’da Ayasofya Camii’nde va’z etti. Va’zı dinleyen IV. Murad, pek beğenmiş ve hac dönüşü İsmail Efendi’nin İstanbul’da kalmalarını fermân buyurmuştu. İsmail Efendi, hac dönüşü Fatih’te Halil Paşa Camii’ne vâiz olmuştu. Daha sonra 1040/1630 tarihinde Küçük Ayasofya, 1041 tarihinde Bâyazid Camii’ne, 1045 tarihinde de Büyük Ayasofya Kürsî Şeyhliği’ne getirilmişti. Bağdad Seferi’ne çıkmak için Üsküdar’a hareket edeceği gün, sefere memur olan Hüdâyî Efendi’nin halîfelerinden İsmail Efendi’den duâda bulunması istenmiştir. Onlar da duâ etmişler ve atlarına binerek Pâdişâh’ın önünde Üsküdar’a doğru hareket etmişler ve İsmail Efendi, IV. Murad’ın Bağdad Seferi’ne de iştirâk etmiştir.20 Tütünün yasaklanması sebebiyle insanların bir araya gelmelerini yasakladığı ve bunun için sık sık teftiş yaptığı bir dönemde vukû bulan bir hâdise IV. Murad’ın tasavvuf ehline bakışını göstermesi açısından ilginçtir. Mirahor Köşkü’nde bazı mürid ve muhibleriyle tasavvufa dair sohbet etmekteyken, Sultan IV. Murad ânîden sandalla gelmiş ve hazır bulunanların kitaplarını, üzerlerinde bulunan eşyâlarını istemiş. Görevliler orada bulunan kitapları ve ellerinde bulunan tesbihleri toplayıp Pâdişâh’a götürmüşler. Pâdişâh getirilen kitaplardan bir cildi açıp Yahya Efendi’nin (ö.1054/1644) Dîvân’ı olduğunu görünce, “Bu bizim Efendi’nin Dîvânı’dır.” diyerek öteki kitapları ve getirilen eşyaları gördükten sonra, “Kitaplarıyla seyre giden ulemâya, tesbih, seccade ve ridâsıyla giden dervîşâna, divit ve kalem levâzım-ı kitâbet ile giden küttâba bizim sözümüz ve bir vechile taarruzumuz yoktur, âlemlerinde olsunlar.” diyerek ayrılmıştır.21 Dipnot * Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE 1. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, (1972), Osmanlı Tarihi, III/372. 2. Necdet Tosun, (2002), Bahâeddîn Nakşbend, s. 280-282. 3. Necdet Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 432. 4. Necdet Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 432. 5. Akbaş, (2019), “XVII. Asır Padişah-Sûfî İlişkileri”, s. 224. 6. Reşat Gündoğdu, (2011), “Sivas’tan Doğan Bir şems-i Ma’nâ”, s. 197-198. 7. Ahmet Yaşar Ocak, (2011), Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, s. 49. 8. Nazmî Efendi, (2005), Hediyyetü’l-İhvân, s. 415. 9. Nazmî Efendi, (2005), Hediyyetü’l-İhvân, s. 418. 10. 47/Muhammed, 7. 11. Nazmi Efendi, (2005), Hediyyetü’l-İhvân, s. 416-417. 12. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, (1972), Osmanlı Tarihi, III/376. 13. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, (1972), Osmanlı Tarihi, III/377-379. 14. Reşat Gündoğdu, (2000), Bir Türk Mutasavvıfı, s. 84. 15. Nazmi Efendi, (2005), Hediyyetü’l-İhvân, s. 417. 16. Necdet Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 432. 17. Necdet Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 432. 18. Necdet Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 433. 19. Necdet Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 433. 20. Şeyhî, (1989), Vakâyiu’l-Fudalâ, I/145. 21. Necdet Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 431-433.
Kadir ÖZKÖSE
YazarOsman Hulûsi Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezini vuslat arzusu oluşturmaktadır. Onun seyr u sülûk eğitiminde merasim, şekil, sûret ve gösterişe yer yoktur. Yaraları sarmak, sıkıntıları gidermek,...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
4 Temmuz 1546 tarihinde Manisa’nın Bozdağ yaylasında dünyaya gelen Sultan III. Murad’ın babası Sultan II. Selim, annesi Afîfe Nur Bânû Sultan’dır. Cömertliği, yardımseverliği ve merhametliliği ile tan...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvân’ında bizleri kâinat kitabını okumaya davet etmektedir. Âlemde zuhûr eden ilâhî tecellîleri idrak edip bizlerden varlığın sırrını çözmemizi istemektedir. Şiirlerinde he...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Osmanlı sultanları devletin bakâsı için başlangıçtan beri sadece siyâsî ve askerî kuvvetlerin takviye edilmesini yeterli görmemekteydi. Sosyal kargaşanın, ahlâkî dejenerasyonun, bid’at ve hurâfelere d...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE