Değerler Eğitimi
Bugün Müslümanlar olarak en çok muzdarip olduğumuz hususlardan biri de gençlerimizi değerlerimize göre eğitmeyi başaramamamızdır. Bu ne demek? Şu demek: Bizler bir takım değerlerin sahibiyiz, bunları benimsemişiz, bunlardan memnunuz, bunların kıymetli olduğunu biliyoruz ve bunları nesillerimize emânet etmek istiyoruz.
Zira bu değerler bizi biz yapan, aynı zamanda insanlığın örneği ve önderi yapan değerlerdir. Şâyet bunları biz kazandığımız gibi genç nesle kazandıramazsak kimliğimiz, medeniyetimiz ve Müslüman kişiliğimiz ya tamamen kaybolacak veya tanınmaz hale gelecek. Çünkü bu değerler Yüce Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla insanlığın yararı ve huzuru için öğrettiği ve yaşatılmasını istediği değerlerdir.
Peki, nedir bu değerler? Elbette İslâm’dır. Yani Allah’ın insanlığın kurtuluşu için gönderdiği din ve onun içinde yer alan inanç, ibadet, ahlâk ve hukuka dair hükümlerdir. Bir başka ifadeyle değer, kutsal olan, beni ben yapan, benimsediğim zaman mutlu eden, benimsemediğim zaman mensubu olduğum medeniyete yabancı kılan, insana özgü, onun için oluşturulmuş, onun üzerinde güzel duran, düşünce, davranış, anlayış ve tutumlardır.
Bu sebeple değerler para ve madde ile ölçülemez. Değerler insan içindir. Çünkü esas değer olan insandır. İnsanı korumak için değerleri korumak gerekir. Allah insanın mükerrem, yani saygın varlık olduğunu ve en güzel surette yaratıldığını haber vererek onun değerli olduğuna işaret etmektedir. O kadar ki, dinimize göre dirisi saygın olan insanın ölüsü de saygındır. Cenaze merasimleri ve defin işlemleri de esasen ona verilen değerin bir göstergesidir.
Değerler para ve madde ile ölçülemediğinden dolayı, insana hitaben: “Kaç paralık adamsın.” tabiri bize yabancıdır. Bu ifade ve anlayış ya başka kültürlerden geçmiştir veya bizim değerlerimizdeki aşınmanın bir sonucudur. Bu değerlerin içinde âdâb-ı muâşeret denilen ve insanlar arası davranış ve nezâket kurallarını ifade eden değerler de vardır. Bunların bir kısmı yerel ve millî örflerden kaynaklanmış olsa da dinin ruhuna ve ilkelerine aykırı olmadıkları sürece kabul edilir ve uygulanır.
Sevgi, saygı, merhamet, yardımlaşma, büyüklerin elini öpme, onlara yer verme, hastaları, komşuları, eşi ve dostu ziyâret etme, iyilik yapma, iyi düşünme, hüsn-i zan besleme, yalan söylememe, dürüst olma… birer değerdir. Bunların tersi de değersizliktir. Değerler insanın değerini ve saygınlığını artırırken, değersizlikler onu sıradanlaştırır ve ucuzlaştırır.
Şimdi bu değerlerimizi dikkate aldığımızda günümüz gençliğinin bunları çok da benimsemediğini, zihinlerde ve davranışlarda bunlara karşı bir soğukluğun olduğunu hissetmek zor değildir. Ancak elbette buna bir çözüm bulmak da bizim boynumuzun borcudur. Yaşayarak Örnek Olmak Önce şunu sormak gerekir: Bu değerleri kim temsil edecek ve kim öğretecek? Elbette öğretmenler, hocalar ve aile büyükleridir. Çünkü bizim dinimizde ve medeniyetimizde kendi yaşamadığı bir şeyi başkasına telkin etmek hoş karşılanmadığı gibi etkili de olmaz. Çünkü insanlar böyleleri için, “Ele verir talkını kendi yutar salkımı.” derler.
Yani bizde ilim ve amel birbirinin ayrılmazıdır. Hatta “Güzel yapmak güzel söylemekten daha güzeldir.” denilir. İnsanlığın gerçek öğretmenleri, yani muallimleri olan peygamberler sadece tebliğ ile değil aynı zamanda amel ederek ve yaşayarak örnek olmakla mükelleftirler. Hanefî âlimler, “Bir hadisi rivâyet eden râvî, eğer rivâyetine aykırı davranırsa onun o hadisi alınmaz.” demişlerdir. İlim-amel bütünlüğü üzerine birçok kitap yazılmıştır.
Bir câhilin yanlış bir hareketi yapmasına gösterilen tepki ile bir âlimin veya eğitimli insanın yanlış hareketine gösterilen tepki aynı değildir. Bir bütün olarak tasavvufî yapılar, bildiği ile amel etme gayretinin birer göstergesidir. Bunun için de bir tarîkata mensup olanın yanlış yapması ile mensup olmayanın yanlış yapması arasında da toplum ve kamuoyu farklı yaklaşım sergiler. O halde değerleri eğiterek eğitecek olan öğretmen ve hocalardır. Bundan dolayı da ilk değer aslında öğretmenin kendisidir. Bu sebeple taşıdığı, temsil ettiği ve yaşadığı değerlerle nesillere örnek olacak öğretmenin çok iyi yetiştirilmesi gerekmektedir; öğretecek olan o değerlere sahip olmalı ve hayatına katmalıdır. Çünkü öğretmene olan saygı azaldıkça değerlere olan saygı da ona bağlı olarak azalacaktır.
Değerlere sahip öğreticinin olmadığı bir toplumda değerlerin aşılanması da hayal olacaktır. Toplumumuzda çeşitli sebeplerle öğretmene ve hocaya olan saygının ve öğretmenin saygınlığının gün geçtikçe azaldığını üzülerek müşâhede etmekteyiz. Türkiye’de 32 ilde 2.500 kişi ile yapılan anketlere dayanarak gerçekleştirilen araştırmadan elde edilen sonuca göre, Türkiye’de en fazla itibarı bulunan meslekler, tıp doktoru, üniversite profesörü, hâkim, öğretmen, diş hekimi, general, vali, yüzbaşı, büyükelçi ve mimar meslek grupları oldu. Öğretmenlik en itibarlı 4. meslek grubu olurken, anketlere katılanların eğitim düzeyi arttıkça öğretmenliğin saygınlık seviyesinin gerilediği görüldü. Yani eğitimli insanlar öğretmene daha az değer vermiş oldu. Bu garip ve üzücü bir sonuçtur.
Bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere şu mektubu gönderirmiş: “Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur:
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”
Toplumun eğitimli kesimlerinden bir grup mutat olarak yaptıkları aylık toplantılarının birinde çocuklarının durumunu masaya yatırmışlar. Hemen herkes çocuğundan şikâyet edip olumsuz vasıflarını sayınca, birisi orada bulunan elitlerin babalarının ne iş yaptığını sormuş. Neredeyse toplantıya katılanların babalarının hemen hemen hiçbiri tahsilli veya yüksek tahsilli çıkmamış. Kimisinin babası çiftçi, kimisininki çöpçü, kimisininki esnafmış.
Bunun üzerine Psikolojik Danışma ve Rehberlik hocası olan katılımcı şöyle demiş: “Arkadaşlar bu işte bir gariplik yok mu? Eğitimsiz babalar profesörler, doktorlar, mühendisler, paşalar, öğretmenler yetiştiriyor, profesörler, öğretmenler; balici, tinerci, başıboş, merhametsiz, mutsuz, umutsuz, idealsiz, kısa yoldan zengin olmak, çalışmadan varlıklı olmak, yeteneği ve yetkisi olmayan makamlara gelmek isteyen…nesiller yetiştiriyor?!
Evet, elbette bu işte bir gariplik var. Onun için öncelikle öğretmen üzerinde durmak gerekmektedir. Çinlilerle ilgili şöyle bir şey anlatılır: Çinliler güvenlikleri için Çin Seddi’ni yapmışlar, fakat daha ilk 100 sene içerisinde Çin Seddi defalarca aşılmıştır. Ancak Çin Seddi’ni aşanlar seddi yıkarak değil de, bekçilere rüşvet vererek aşmışlardır. Yani Çinliler seddi yaparken bekçileri ihmal etmişler ve onlara gerekli eğitimi vermemişler. Halbuki insanın yetiştirilmesi her şeyden önce gelir. Bugün de durum böyledir.
Abdullah KAHRAMAN
YazarFâiz, karşısındakini bir şekilde sömürmek için verilen borç için önceden şart koşulan fazlalıktır. Borç alan batsa da çıksa da, kazansa da kaybetse de borç veren fâizini baştan kararlaştırdığı oranda ...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
İslâmî birliğin oluşumunda kardeşliğin merkezî bir rolünün olduğu mâlumdur. İslâm gelmeden önce onun ilk muhâtabı olan Arap toplumunu bir arada tutan birtakım değerler elbette vardı. Ancak İslâm geldi...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Ebû Hanîfe’nin bize intikâl eden fazla bir yazılı eseri olmasa da, yetiştirdiği öğrenciler onun ilmini sonraki nesillere taşımıştır. Kendisi ölümü pahasına kadılık görevini kabul etmemiştir. Ancak Ebû...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Ey kıble-i ervâh tecellâ nazarındır Ey dîde-i eşbâh mücellâ nazarındır Her demde lebin çeşmesi bin Hızr eder ihyâ Dil-ber lebi enfâs-ı Mesîhâ nazarındır Kim dâmenini tutmadı esrârı...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi