Güzellik ve Estetiğe Dair
Beğeni hissi oluşturan şekil, görüntü, oluş ve duruş güzel olarak nitelenir. Güzelliğin objesi dışarıda orijini içeridedir. Hoş, latif, zarif, tatlı, vb. sıfatlar güzellik kavramının açıklar ve tamamlar. Güzel de aşk, sevgi ve mutluluk gibi göreceli bir kavram olduğundan eskilerin deyişi ile efradını cami ağyarını mâni bir tanımı yapılamaz. Güzellik, başlı başına ilgi odağı ve bir cazibe merkezidir. Güzel görüntü gözden, güzel ses kulaktan, güzel koku burundan, güzel tat dilden, güzel düşünde beyinden kalbe ulaşır ve hoşnutluk, sevgi ve sevinç duygularını meydana getirir. İnsan güzel yüzün sahibine ilgi duyduğu gibi, güzel sözün sahibi ile de bir gönül bağı oluşturur. Güzel ses, güzel söz ve güzel yüz tarih boyunca insanlığın câzibe merkezi olma özelliğini korumuştur. Bu sözler ilâhî kaynaklı ya da onlardan mülhem olduğu vakit etki alanı daha da genişlemekte, nüfûz gücü daha da artmaktadır. Estetik Estetik; güzelliğin usulü, bilimi ve sanatıdır ve insan eserlerinde görülen güzelliğin hem oluş tarzı hem de kemâle ermiş şeklidir. Eskilerin “ilm-i cemâl” olarak adlandırdığı estetik, sanat eserlerinde, beşeri ilişkilerde, konuşmalarda hâl ve davranışlarda güzelliğin bir ölçü ve ahenge göre yansıtılmasıyla ortaya çıkar. Müslüman sanatçı, eserini inşa ederken ona becerisiyle birlikte tevhide dayalı inancını, sistematik düşüncesini, ihlasını ve kendi iç güzelliğini de katar. Bu sebeple İslâm estetiği ile tabii güzellik arasında büyük bir yakınlık göze çarpar. İslâm sanatlarında güzellik deyince mutlak güzelliğin görünen âlemdeki tezahürü ve içkinliği akla gelir. Güzel görüntü, mutlak güzelin birer işaretidirler (ayet). Bütün güzel görüntüler, tek ve eşsiz güzelin tabiata iz düşümünden başka bir şey değildir. Meselâ, Müslüman sanatçıya göre gülün güzelliği ne kendindendir ne de onun güzelliğini takdir edenden. Ona göre güzellik Yüce Yaratıcı’nın Cemâl sıfatının tecellisinden başka bir şey değildir. Bütün güzellikler, bir çocuğun masumane gelişi, bir kadının nazlı bakışı, bir erkeğin vakarlı duruşu, çiçeklerdeki letâfet, manzaradaki zarafet gerçek güzelin tecellisinden başka bir şey değildir. Allah kendi güzelliğinden cüz’i bir miktarı eserine intikal ettirmiştir. Buna göre güzellik vehbîdir, yani Allah vergisidir. Güzelliği yaratan kim, bu güzelliği yaratmakla neyi amaçlamıştır? Buna bakmak gerekir. Müslüman sanatçı güzelliği yaratma düşüncesi taşımaz. O sadece keşfeder. Mevlana, Mesnevisinde şöyle bir olay anlatır: Çinli ressamlarla Anadolu ressamları resmi en güzel biz yaparız iddiasıyla aralarında tartışmışlar. Konu padişaha intikal etmiş. Padişah Çinli ve Anadolulu ressamları geniş bir salonda toplamış. Salonu bir perde ile ikiye bölmüş. Bir tarafına Çinliler becerebildikleri en güzel resimleri yapacaklar diğer tarafında ise Müslüman sanatçılar. Uzun bir çalışma sonunda perde kalkınca Çinli ressamların, duvarları çok güzel çiçek ve manzara resimleriyle süsledikleri, Müslüman sanatçıların ise duvarı sadece boyayıp cilaladıkları ve Çinli ressamların yaptığı resimlerin daha parlak ve canlı bir şekilde karşı duvara yansımış olduğu görülmüş. Böylece Müslüman ressamlar, en güzeli yapmanın imkânsızlığını ispat etmek ve kendilerinin ancak en güzel olan tabii ve ilahi eserleri yansıtabileceklerini göstermek istemişlerdir. Burada, o zamanlar Anadolu’da yaygın olan vahdet-i vücutçu anlayışın da etkisi vardır. Bu olaydan, kendisi saf, duru ve temiz olanların gerçek güzelliği ziyadesiyle içselleştirebileceği ve dışarı yansıtabileceği mesajını çıkarmak da mümkündür. Allah dışında hiçbir şey gerçekten güzel değildir, sahibine olan aidiyeti dolayısıyla güzeldir. Çünkü güzelliği kendiliğinden değildir. Güzel bir eser, el-Cemâl sıfatı ile kendisini yaratanın ona verdiği cazibe sebebiyle güzeldir. Dolayısıyla güzellerin, güzelliğiyle gururlanması ve nazlanması boşunadır, onun gerçek sahibini göz ardı etme gafletidir. Kendisiyle övünülebilecek asıl güzellik kesbî olan, yani kendi eserimiz olan güzelliktir. Kesbî güzellik, ruhun, huyun, niyetin ve davranışın güzelleştirilmesi sonucu ortaya çıkan ve kendi eserimiz sayılan bileşke güzelliktir. Aslolan safiyet ve güzelliktir. Çirkin, güzelin bozulması, kokuşması ve çürümesidir, dolayısı ile ârızîdir. O halde ontolojik anlamda bir çirkinden bahsedilemez. Çirkin, güzelin yüzeyindeki lekeler, ya da bir tarafına ârız olan kanserojen yaralardır. Buna göre çirkine güzelin zıddıdır denilemez. Beşerî güzeller nazlı olur, çünkü güzel, güzelliğinin değerini nazı ile artıracağını zanneder. Aslında güzelin, bu güzelliğini kendi zatından bilmesi büyük bir yanılgıdır. Güzel ne yapmıştır da güzel olmuştur? Hangi emeğin karşılığında ona sahip olmuştur? Keşfedilmeyen güzellik yok hükmündedir, denizin dibinde keşfedilmediği için kimsenin işine yaramayan bir cevher kadardır değeri. Güzeli gözler keşfeder, kalpler ise takdir eder. Bu sebeple güzelliğin bilgisine ve görüntüsüne ulaşmak için, güzeli bihakkın görecek göz ve onu bihakkın takdir edecek bir kalbe sahip olmak gerekir. Güzelin değeri ona kıymet hükmü takdir edenlerin verdiği değer kadardır. Bu bağlamda güzeller, kendilerini keşfeden ve yüceltenlere çok şey borçludurlar. “Güzelliğin on par’etmez/Şu bendeki aşk olmasa” diyen halk şairimiz Âşık Veysel bu gerçeği tam isabetle dile getirmiştir. Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e çok güzel olduğunu söylerken, Ebû Cehil’in çok kötü olduğunu söyleyebilmesi, bakıştaki farklılığa ve güzellikteki izafiliğe yerinde bir örnektir. Niyeti ve fikri güzel olmayan biri, güzelliğin faydasını ve cinselliğini görür. “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayattan zevk alır.” diyor bir düşünürümüz. Hayranlık uyandıran bir güzellik görüldüğünde, maşallah denilmeli böylece güzelin gerçek sahibi hatırlanmalıdır. Güzeli güzel görmek, iç güzelliği ile mümkündür. Güzeli arayanlar önce kendilerini güzelleştirmeli, güzeli görebilecek bir kalbe sahip olmalıdırlar. Zira gözler kalbin dışa açılan penceresidir. Yani bizler kalbimizle etrafı temaşa ederiz. Allah’ın tabii varlıkları bütünüyle güzeldir, faydalıdır ve bir hikmete binaen yaratılmıştır. Zira Allah boş işlerle uğraşmaz. Allah yaparsa en iyisini ve en güzelini yapar. Dağlar, ormanlar, nehirler, ovalar, sahiller ve denizler, bizim manzara resimlerinde ve belgesellerde gördüğümüzden daha güzeldir. Güzel manzaralı yerlere tatil beldelerinin yapılması, insanın tabii âleme, doğal ortama ve temiz havaya olan özleminden başka bir şey değildir. Eğer bir yerde bozukluk, kirlilik, ozon tabakasında delik vb düzensizlikler varsa bu, insanın bilinçsizce kendi eliyle doğal ortamı bozması dolayısı iledir. Allah’ın en mükemmel eseri olarak insan da özde güzel ve iyidir. Nitekim Allah “Biz insanı en güzel surette yarattık.” (95/Tin, 4) buyuruyor. Her yaşın ayrı bir önemi, değeri ve güzelliği vardır. Olgun erkek; aklı, gücü, cesareti, duruşu, vakarı ve fedakârlığı ile kişiliğini güzelleştirir, otorite ve güvenlik alanları oluşturur. Olgun kadın, nezâketi, edep ve hayâsı, mahâreti, şefkat ve merhameti ile oluşturduğu iç güzelliğini dış güzelliği ile bütünleştirerek sevginin kaynağı haline geldiğinde gerçek güzelliği elde eder. Gelişmekte olan çocuğun güzelliği; neşe, sabır, hoşgörü, şefkat, merhamet, yardım ve sevgi duygularımızın kaynağıdır, yarınlara umutla bakmamızı sağlar. Yaşlıda ise, saygının, tecrübenin, bilgeliğin ve olgunluğun en güzel örneklerini görürüz. Üstün bir zekâ, ince bir ruh hali ile tasarlanmış, el emeği ve göz nuru ile inşa edilmiş mimarî eserlerimiz, edebiyatımızın şaheserleri ve çeşitli sanat dallarında ortaya konan ölmez eserler, insanî güzellikleri müşahhaslaştırma ve ebedileştirme çabası olarak algılanmalıdır. Dış güzellikler zamanla pörsür, matlaşır ve eskir. İç güzellikler ise eğer güzelleşme çabası fasılasız devam ediyorsa zamanla daha da güzelleşir, zenginleşir ve fazilet abidesi haline gelir. Saygın bir insanın edeple bakışı, aydınlatıcı sohbeti, hikmetli işi ve örnek davranışı, iç güzelliğin dışa taşmasıdır bizce. Allah’ın mükemmel eseri olan insan bizatihi çirkin olamaz, sonradan kendisine ârız olan çirkin işler dolayısı ile kendisini tabiatı çirkinleştirir. Güzelliğin İyilik ve Doğrulukla İlişkisi: Davranışlarda ve insani ilişkilerdeki güzelliğe, faydalı işe ve birine yardımcı olmaya iyilik denir. Beynin kalbi, kalb-i selime ve akl-ı selime, ahlakî kaidelere ve mantıki kurallara göre yönlendirmesi, kesin bilgi ve tecrübe ile doğru kabul edilen prensipleri benimsemesi ve uygulaması da doğruluktur. İyilik ve doğruluğun anlamı, güzel kadar izafi değildir. Aklın yolu birdir. Saf ve temiz akıl her yerde ve her zaman iyi ve doğru olanı, iyi ve doğru kabul eder. Her biri ayrı anlam alanına sahip olan güzellik, iyilik ve doğruluğun işbirliğinden mükemmel sonuçlar elde edilmektedir: Güzellik, iyilikle değer kazanır, doğrulukla yücelir. İyilik, güzellikle daha verimli olur, doğrulukla hakkaniyete uygun hâle gelir. Doğruluk, güzellikle ilgi toplar, iyilikle kuvveti artar ve basiretli bir kararla isabet kaydeder. Bu sebeple birini ya da ikisini tercih edip diğerini bırakarak yapılan iş özürlü, sakat, nâkıs ve kısırdır. Güzellik, iyilik ve doğruluğun bir araya gelerek oluşturduğu yeni semantik anlama Kur’an-ı Kerim’de maruf deniliyor. Maruf, aklın ve dinin iyi ve güzel gördüğü her şeydir. Bir şeye, doğruluğun ölçüsü olan Kur’an iyi ve güzel demişse artık o, doğruluğu şüphesiz olan bir gerçeklik kazanır. Marufun tam Türkçe karşılığı örf olsa da, yerleşik gelenek anlamındaki örf kelimesi, bizce marufu tam olarak karşılamıyor. Doğruluktan ayrılmış, iyilik değerini yitirmiş sureta güzele hâlâ güzel demeye devam edebilir miyiz? Güzelliğini istismar eden, birçok kişiye umut vererek peşinden sürükleyen ve güzelliğinden para kazanan bir kadının güzelliği kaç paradır? İyi olmayanın güzelliği çürük meyveye benzer. Yanıltıcıdır ve kısa ömürlüdür. Yardımını güzelce yapmayan, yardım ettiğini minnet altında bırakan, başa kakan, gösteriş yapan birinin yaptığı iyilik gerçekte bir iyilik sayılamaz, tembele iyilik yapmak doğru sayılmaz, iyi desinler diye iyi olmaya çalışmak da güzel sayılmaz. Doğru her zaman ve her yerde doğrudur ama her doğruyu her zaman ve her yerde yapmak ve söylemek güzel değildir. Özellikle diplomaside en son söyleyeceğini başta söyleyen biri, doğruluk sayesinde elde edilecek iyiliği ve faydayı tamamen kaybedebilir. Hatalarımızın yüzümüze söylenmesi güzel değildir ama doğrudur. Bu açıdan sadece isabetli olması şartıyla doğru işin güzelliğinden vazgeçilebilir, çünkü iyilik gayesiyle doğru bir iş yapılmaktadır. Güzellik ve iyilik saikiyle, doğrunun doğruluğundan ödün verilemez, belki bir takım faydalar gözetilerek ertelenebilir. Doğruluk, doğru bir istikamette bir yolculuksa eğer, iyilik, bu yolculuğun trafik kurallarına uyarak yürütülmesi, güzellik de yolcunun niyeti ve hedefidir. Doğruluk, güzellik ve iyilik gibi yüce değerlerin işbirliğinden salih amel, huzur, barış, esenlik ve mutluluk hâsıl olur. İşlerimizin yolunda gitmemesi, gitse bile bizi mutlu etmemesinin sebebi bizce bu üçünden birinin bir yerde ihmal edilmesi sebebiyledir. İyilik ve doğrulukla güzelliğe doğru yolculuk yapanların varacakları yer cennet, bu dünyadaki kazançları ise şeref ve izzettir.
Mukadder Ârif YÜKSEL
YazarKarakter, davranışlarımızın dozajını, rengini ve şeklini belirleyen, önemli bir kısmı fıtrî bir kısmı da kesbî olan doğal reflekslerimizdir. Şuuraltında olayların gelişimine göre formatlanmış halde bu...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Her insanın ya tüccar olarak ya da müşteri olarak ticaretle ilişkisi vardır. Ticaret, ferdî, ailevî ve sosyal hayatın en temel faaliyetidir. Ticaret, bir malın/ürünün eş değer başka bir ürünle takas ...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
İçinde yaşadığımız gezegene yerküre, yerküredeki canlı varlıkların, özellikle de beşer hayatının devam ettiği ortama ise dünya diyoruz. Dünya ile ilgili olan her şey “dünyevî” ahiretle ilgili olanlar ...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Hz. Peygamber (s.a.v.), Hicret’in X. yılında (M. 632) hayatının ilk ve son haccını eda etti. Hac ibadetinin ne zaman farz kılındığına dair rivayetler muhtelif olsa da hicretin VIII. yılında farz kılın...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL