Bir Kur’ân Sûresine Adını Yazdıran Hayvan: “Fil”
Fil, Akkadça, Süryânîce, Habeşçe kökenli bir kelimedir. Karada yaşayan en büyük hayvanın adıdır fil. 5-8 ton ağırlığında 3-4 metre yüksekliğinde filler vardır. 70-80 sene ömür süren filler, ağırlıklarına rağmen hızlı hareket ederler. Diğer hayvanlardan farklı olarak sahip oldukları hortumlarıyla su içebilir, yiyecek alabilir, ağacı sökebilir ve toplu iğne inceliğinde cisimleri yerden alabilirler.
Ağzının iki tarafında bulunan ve 35-40 kilogram ağırlığındaki dişlerini savunma amaçlı kullanırlar. İri vücuduna göre gözleri küçük, sesi tizdir. Filler ayakta yahut bir yere yaslanarak uyurlar. Ehlileştirilemeyen Afrika filine karşılık; Asya fili zeki, sabırlı, uslu, sahibine sadık aynı zamanda kinci bir hayvandır.
Eski çağlardan beri filler, taşıma maksatlı olarak kullanıldığı gibi, savaşlarda da kullanılmıştır. Günümüzün tankları mesâbesinde filler, ordunun önünde ilerler, mahfelerinde taşıdıkları okçularla savaşı başlatırlardı. Müslümanlarla Sâsânîler arasında 635 senesinde cereyan eden ve İslâm’ın zaferiyle sonuçlanan Kâdisiye Savaşı’nda Sâsânî ordusunun otuz kadar fili vardı.
Gazneliler ve Büyük Selçuklular savaşlarda çok sayıda fil kullanmışlardır. Ankara Savaşı’na katılan Timur’un da otuz kadar fili vardı. Filin dişleri süs eşyası, derisi kalkan yapımında, vücûdunun bazı parçaları tabâbette, fil resmi de İslâm süsleme sanatlarında kullanılmıştır. Fil, Kelile Dimne, Mesnevî gibi pek çok edebî esere, hikâyelere konu olmuştur.
Bazı Mâlikî âlimlerine göre fil eti yemek mekruh sayılırken, diğer üç mezhep imamına göre azı dişli yırtıcı hayvan olduğundan fil eti haramdır. Bazı âlimler fil dişi kullanmayı mekruh görürken, çoğu âlim fil dişini ve derisini kullanmayı caiz görmüşlerdir.1
Bu tanıtıcı bilgilerden sonra ismini bu hayvandan alan Fil Sûresi’ni okuyalım ve sûreye fil adının verilmesindeki hikmetleri görelim:
“Görmedin mi, Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine Ebâbîl kuşlarını gönderdi. Onların üzerine çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı. Derken onları yenik ekin yaprağına çeviriverdi.”2
Sene Hz. Muhammed (s.a.v.)’in dünyayı teşrif ettiği sene, yer şehirlerin merkezi Mekke. Henüz bu kutlu doğum olmamıştı. Allahu Teâlâ, onun gelişine önceden birtakım haberciler, müjdeciler göndermeyi dilemişti. İşte bu sûrede anlatılan olay da bu habercilerden, müjdecilerden biriydi. O günün insanı tarafından ayrıntıları ile bilinen olay şöyle olmuştu:
O dönemin Yemen kralı olan Ebrehe, hem tahtını sağlamlaştırmak, hem dini olan Hıristiyanlığı yaymak ve hem de memleketine ziyâretçiler çekerek ekonomisini güçlendirmek için, Sana kentinde büyük şatafatlı bir kilise yaptırmıştı. Kuleys isimli dillere destan bu kilise için hiçbir masraftan kaçınmamıştı Ebrehe. Fakat bunca çalışma ve propagandalarına rağmen Ebrehe’nin planı tutmamıştı. Çünkü insanlar Ebrehe’nin yeni kilisesine pek itibar etmiyorlardı. Hâlbuki yerkürenin merkezi Mekke’deki Kâbe, akın akın insanlarla dolup taşıyordu.
Hz. Âdem’den beri çeşitli sebeplerle yıkılıp yeniden yapılan Kâbe, dört duvardan oluşan son derece mütevâzı bir evdi. Onun tantana ve şatafatı yoktu. Çünkü bir şeyi değerli kılan dış görünüş ve geçici süs ve debdebesi değildi. Önemli olan taşıdığı mânâ ve ruhu idi. Ama her şeyi madde ile ölçen maddeci Ebrehe’nin bunu anlamasına imkân yoktu. Çünkü o, her şeyi süs ve debdebede görüyordu. Ona göre değerli ve itibarlı olabilmek için, şatafat ve tantanalı olmak şarttı.
Oysa Yüce Allah, böbürlenip büyüklük taslayanları alçaltır, mütevâzı olanları ise yüceltirdi. Ama Ebrehe bunu anlamaktan yoksundu. İşte Kâbe’nin bu itibar ve ihtişamı her mütekebbir gibi Ebrehe’nin de işine gelmedi. Bir despot olarak meseleyi kökünden halletmeyi düşündü ve Kâbe’yi yıkmaya karar verdi.
Bunun için de o zamanın şartlarına göre fillerle donatılmış, altmış bin kişilik süper(!) bir ordu hazırlayarak yollara düştü Ebrehe. Yolda karşılaştığı ufak tefek karşı koymaları dağıta dağıta ordu gelip Mekke’ye dayandı. Abdulmuttalib’in riyâsetinde yaşayan Mekkeliler telaşa kapıldı. Çünkü kendileri için büyük gelir kaynağı olan Kâbe yıkılmakla karşı karşıyaydı. Canları ise çok daha tatlıydı. Karşılarında çok büyük bir ordu duruyordu. Karşı koymaya bir türlü cesâret edemediler. Fakat az da olsa Kâbe’yi, kendisine şirk koştukları Rabbin koruyacağına dair inançları da yok değildi. “Kâbe’nin Rabb’i, evini korur.” diyorlardı.
Ebrehe, Kâbe’yi hedef göstererek, tek başına kalan bir evi yıkmak için 60 binlik bir orduya hücum emri verir. Fakat ordunun önündeki Mahmûd3 isimli fil, onca uğraşılara rağmen bir tek adım yürütülemez Kâbe tarafına. Herkes şaşkınlık içerisinde filin bu ilginç halini seyretmek üzere toplanmıştır. Askerler yerlerini terk etmiş, stratejik konumlarını unutmuş bir halde Fil Mahmûd’un etrâfına toplanmıştır. Meseleyi, bir hayvan olan fil anlamıştı, ama insan olduğunu söyleyenler anlamamakta direnmekteydiler.
“Onların kalpleri vardır, ama onlarla kavramazlar. Gözleri vardır, ama onlarla görmezler. Kulakları vardır, ama onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da şaşkındırlar. İşte onlardır asıl gâfil olanlar.”4 İşte tam bu telaş ve gaflet esnasında bir başka ordu görünür ufukta. 60 binlik filler ordusuna karşılık, belki de 15-20 binlik kuşlar ordusu.
Zalimlere, azgınlara, Allah’ın evine saldırı teşebbüsünün cezâsını vermek için kuşlar ordusu. Gelen bu ordu, pençe ve gagalarında taşıdıkları, nohut büyüklüğündeki üçer adet taşları bırakır filler ordusunun şaşkın askerleri üzerine. Çünkü öyle emir almışlardır. Atılan her taş bir askere isabet eder ve üstlerinden girer altlarından çıkar. Taştır ama koca orduda bir bomba tesiri yapar ve çok geçmeden koca ordu kabuğu soyulmuş, yenmiş, çerçöp olmuş ekin yapraklarına döner ve serilir kalır.
Akıllara durgunluk veren bu dehşetli hadiseyi sığındıkları yerlerden bütün Mekkeliler seyrederler. İşte bu olay, o günden itibaren bütün yarımadada dillere destan olur. Olaydan çok fazla etkilenen Araplar, olayı tarih başı olarak kabul ederler ve olayın vukû bulduğu bu seneye, vefakâr filin adını vererek “Fil Senesi” derler. Bu vefakâr filin adı bir Kur’ân sûresinin de adı olur. Bu olaydan sonra Arapların Kâbe’ye sevgi ve bağlılıkları daha da artar.
Aradan yıllar geçer. O meşhur fil senesinden kısa bir müddet sonra doğan Hz. Muhammed (s.a.v.) büyür, Peygamber olarak onları o kutlu beytin Rabbine kulluğa çağırır ve hepsinin bildiği bu olayı 40 yıl kadar sonra onlara can alıcı noktaları ile âyet âyet okur. Belki düşünürler de akıllanırlar diye. Çünkü hisse alındıkça kıssanın bir anlamı olur, yoksa olmaz.
Bu sûre ile o zor zamanın adamları olan Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Müslümanlara bir moral takviyesinde bulunulur. Çünkü onlar da, tıpkı Ebrehe’nin filler ordusunun geldiği zamanki Kâbe gibi hâmîsiz ve yapayalnızdılar. Ama me’yûs ve mahzûn olmaları için bir sebep yoktu. Zira Yüce Rabb’imiz onları yalnız ve yardımsız bırakmayacaktı. Yeter ki biraz sabırlı olunsun, davet uğrunda karşılaşılan zorluklardan ötürü yılgınlık gösterilmesin.
Mazlum ve mağdur Kâbe’nin durumunda olanlar için, Ebâbil kuş ordusunun yardıma gelmesi çok uzak değildir. Mesaj açık ve nettir: Kâinatta her şey Yüce Yaratıcı’nın emrindedir; O’nun izni olmadan hiçbir şey kımıldayamaz, yaprak bile dalından düşemez. O, isterse olmayacaksa da olur, filler durur, kuşlardan bir orduyla maksat hâsıl olur.
Sûrede Kâbe’yi yıkmak için gelen Ebrehe Ordusu, “Fil Ashâbı” olarak anılarak, filin onlardan daha değerli olduğuna işaret edilmiştir. Zira insan, varlıkların en şereflisi olabilirken; sergilediği bazı tavırlar yüzünden hayvanlardan aşağı derekeler düşebilmektedir.
Sonuçta fil, hem sûrenin adı olmuş (Fil Sûresi); hem olayın adı olmuş (Fil Vak’ası); hem de ordu fil ordusu (Ashâb-ı Fîl) olarak anılmış; hâdisenin yaşandığı yıl da fil yılı (Âmu’l-Fîl) diye meşhur olmuştur. Kıssa, hisse almak içindir. Tarih de ibret almak içindir. Hisse alınmayan kıssayı, ibret alınmayan tarihi bilmek, anlatmak anlamsızdır. İbret almayanlar için tarih tekerrür etmeye devam edecektir.
Güçlü bir ordunun, kuşlardan bir sürü ile, yani kuş ordusu ile helak edilişi bütün müstekbirler için iyi bir meydan okuyuş, hikmetli bir ders ve bütün güçsüzler için en etkili bir tesellî ve moral takviyesidir. Her Fil Sûresi’ni okuyuşumuz bize, Allah’ın yardımını hatırlatıp güç vermeli, moralimizi yüksek tutmamızı sağlamalıdır.
Fili her görüşümüz de bize Fil Sûresi’ni, Fil Vak’ası’nı, Fil Ashâbı’nı hatırlatmalıdır. Hayvan deyip geçmemeli; ibretle bakmalı, ondan dersler alınmalıdır. İslâm’ın ve Müslümanların üzerine hışımla gelen, görünüş itibarıyla güçlü azman ordular, mü’minler olarak bizleri yılgınlık ve ümitsizliğe düşürmemelidir. Unutmayalım ki yardımcısı Allah olanın sırtı yere gelmeyecektir. Allah’a güvenip dayananlar, hep üstün olacaktır. Gâlip olan ancak Allah’tır, O’nun ordularıdır.
* Prof. Dr. Ali AKPINAR
1. Tahsin Yazıcı-Salim Öğüt, “Fil”, DİA, XIII, 67-69
2. 105/Fîl, 1-5.
3. Bu ismin nesli kesilmiş hayvan mamuddan alınmış bir isim olabileceği de söylenmiştir. Bkz.Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 289-290.
4. 7/A’râf, 179.
Ali AKPINAR
YazarKahır; büyük üzüntü, derin acı, keder, elem, eziyet, cefa, zulüm anlamındadır. Bir rubaîden aldığımız yukarıdaki beyitte şair, kahramanlık ile kahır kelimelerini özellikle bir arada kullanarak bir çeş...
Yazar: Vedat Ali TOK
Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918 tarihinde imzalamak zorunda kaldığı Mondros Mütarekesi’ni takip eden günlerde Rumlar, başta İstanbul olmak üzere Ege, Rumeli ve Doğu Karadeniz’de taşkınlıklar yaparak ...
Yazar: Resul KESENCELİ
Yavuz Sultan Selim Han doğduğunda; babası II. Bâyezîd’ın Amasya’da şehzade olduğu bilinmektedir. Doğum tarihini bazı kaynaklar 1467-68 bazıları ise 1470 olarak bildirmektedir. Annesi Dulkadirli Alaüdd...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
Gönül dünyası, insanı şekillendiren merkezdir. İnsanın iyi-güzel olması öncelikle gönlünün iyi-güzel olmasıyla mümkündür. Aynı şekilde bugün özlemini çektiğimiz toplumsal birlik ve beraberliğin gerçek...
Yazar: Ali AKPINAR