Çelebi Medmed Dönemi ve Şeyh Bedreddin İsyanı
Yıldırım Bâyezîd ve Germiyanoğullarından Devlet Hatun’un oğlu olan Çelebi Mehmed, 1389 yılında Edirne’de doğmuş, padişahlığı süresince bizzat 24 savaşa katılan bir Osmanlı Sultanı’dır. Tahsilini Bursa’da tamamladıktan sonra babası tarafından Amasya Sancakbeyliği’ne tayin edildi ve burada devlet tecrübesi kazanmıştır.
Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’da Türk birliği bozulmuş ve Osmanlı Devleti dağılma tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. Yıldırım Bâyezîd’in oğulları, babalarının ölümünden sonra taht mücadelesine başlamışlardır. “Fetret Devri” adı verilen bu dönemde Süleyman Çelebi Edirne’de, İsa Çelebi Bursa’da, Mehmed Çelebi Amasya’da, Mûsâ Çelebi Balıkesir’de padişahlıklarını ilan etmiş ve Yıldırım Bâyezîd’in oğulları arasında taht mücadelesi başlamıştır.
Mehmed Çelebi ile Mûsâ Çelebi aralarında anlaştıktan sonra Bursa’da vali bulunan İsa Çelebi’yi ortadan kaldırmışlar. Mehmed Çelebi, ikinci aşamada Mûsâ Çelebi’yi Süleyman Çelebi’nin ortadan kalkması amacıyla Edirne’ye Süleyman Çelebi’nin üzerine göndermiştir. Mûsâ Çelebi, kardeşi Süleyman Çelebi’yi yenerek, Edirne’yi ele geçirmiş, ancak Mehmed Çelebi’ye verdiği sözü tutmamış ve Edirne’de kendi padişahlığını ilan etmiştir.
Mehmed Çelebi 1413 yılında Mûsâ Çelebi’yi de saf dışı bırakarak Fetret Devri’ne son vermiştir. Osmanlı Devleti’ni tekrar bir araya toplayan ve bir bakıma Anadolu’daki Türk birliğini tekrar sağlayan Mehmed Çelebi, Osmanlı Devletinin tek hâkimi olarak padişahlığını ilan etmiştir. Çelebi Mehmed, Fetret Dönemi’nde kaybedilen toprakları yeniden kazanmak için harekete geçmiştir.
Bu çerçevede; - 1414 yılında Aydınoğlu Cüneyd Bey’den İzmir’i geri aldı. - Saruhan ve Menteşoğlu Beylikleri yeniden Osmanlı Devleti’ne bağladı. - Bursa’ya saldıran Karamanoğulları üzerine sefer düzenledi. Yenilen ve kendinden af dileyen Karamanoğlu Mehmed Bey’i bağışladı ve ülkesinde yaşamasına izin verdi. - Fetret Devri sırasında tekrar kurulmuş olan Candaroğulları Beyliği’ni Osmanlı topraklarına bağladı. - Osmanlılara karşı düşmanca davranışlar sergileyen Eflak Beyliği’ne seferler düzenleyip Eflakllıları vergiye bağladı. -
Babası Yıldırım Bâyezîd zamanında kurulan deniz kuvvetlerini güçlendirdi ve 1416 yılında Venediklilerle ilk deniz savaşını gerçekleştirdi. - Dağılma tehlikesi içindeki Osmanlı Devleti’ni yeniden bir araya toplamayı başarmasının yanında Çelebi Mehmed, ülkenin imar faaliyetlerine hız verdi.
Medreseler, imârethâneler ve camiler yaptırdı. Amasya Bâyezîd Paşa Camii, Merzifon Çelebi Sultan Mehmed Medresesi, Bursa Yeşil Camii, Dimetoka Çelebi Sultan Mehmed Camii, Edirne Eski Camii ve Edirne Yıldırım Camii bunlardan önde gelen imar örnekleridir. Fetret Devri’ni müteakip Anadolu’daki beylikleri tekrar bir araya toplamayı başarmasından dolayı Çelebi Mehmed, Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu kabul edilmektedir. 26 Mayıs 1421’de Edirne’de vefat eden Çelebi Mehmed’in cenazesi Bursa’ya getirilerek Yeşil Türbe’ye defnedilmiştir. Kendisi Mustafa Çelebi, II. Murad, Ahmed, Yusuf, Mahmud, Fatma ve Selçuk Hatun isimli yedi çocuk babasıdır.
Çelebi Mehmed devrinin en önemli hadisesi Şeyh Bedreddin-i Simavî (ö. 823/1420) isyanıdır. Asıl adı Bedreddîn Mahmûd b. İsrail b. Abdülaziz olan Bedreddin Simâvî, Edirne yakınlarında, bugünkü Yunanistan’da bulunan Simavna kasabasında doğmuştur.
Simâvî’nin babası, Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus’un torunu olduğu söylenen Abdülaziz’in oğlu İsrâil, annesi ise Rum asıllı bir Hristiyan iken ihtida etmiş olan Melek Hatun’dur. Babasının mesleği dolayısıyla Simavna Kadısı Oğlu (İbn Kâdî-i Simavna) diye tanınmıştır.1
Bursa, Konya, Kahire, Şam, Kudüs ve Edirne gibi devrin en büyük ilim ve kültür merkezlerinde eğitim gören Şeyh Bedreddin, başta fıkıh olmak üzere hadis, mantık, astronomi ve felsefe alanlarında dönemin tanınmış âlimlerinden ilim öğrenmiştir. Güçlü bir İslâm hukukçusu konumuna gelen Bedreddin Simâvî, Hânefî mezhebi ile alakalı mukâyeseli hukuk kitabı olarak kaleme aldığı Letâifü’l-İşârât isimli eseri, 1411’de başlayıp on ay içinde tamamladığı muhâkemât usulüne dair Câmiu’l-Fusûleyn adlı çalışması onun bu özelliğinin en önemli göstergesidir.2
Kahire’de üç yıl süreyle Sultan Berkuk’un oğlu Ferec’e hocalık yapan Simâvî, bu esnada, Sultan’ın hocası Şeyh Hüseyin Ahlatî (ö. 808/1405) ile tanışmış ve kendisine intisâb etmiştir.3 Önceleri tasavvufa karşı olan Bedreddin Simâvî, şeyhe bağlandıktan sonra cezbeye tutulmuş ve güçlü riyâzetler gerçekleştirmiştir.4
Şeyhi tarafından İran’a gönderilen Bedreddin Simâvî¸ 1402 yılında Tebriz’de bulunmuş, Tebriz’deki Timur’un otağında İranlı âlimlerle ilmî münâzaralara katılmış, ilim meclislerindeki tartışmalarda sergilemiş olduğu başarı sebebiyle Timur’un takdirini kazanmıştır. Tebriz’deki vazifesini tamamladıktan sonra Kahire’ye dönen Simâvî, şeyhinin gözetiminde çilesini tamamlamıştır.
Şeyhinin âhirete irtihali üzerine Kahire’de tarîkatın şeyhliğini deruhte etmiştir. Kahire’deki tekkenin şeyhliğini ancak altı ay devam ettirebilmiş, daha sonra Edirne’ye dönmek istemiştir. Filistin, Şam ve Halep üzerinden Konya’ya gelmiş, buradan Tire’ye geçerek halk arasında Dede Sultan diye meşhur Börklüce Mustafa (ö. 822/1419) ile tanışmıştır. Bu dönemde, Sakız Adası’nın Hristiyan yöneticisinden gelen bir davet üzerine adaya gitmiş ve onun Müslümanlığı benimseyerek müritleri arasına katılmasını sağlamıştır. Daha sonra İzmir üzerinden Kütahya’ya geçerek orada Torlak Kemal (ö. 822/1419) ile tanışmıştır.
Bursa ve Gelibolu üzerinden Edirne’ye ulaşmış, bir yıl sonra yeniden Bursa ve Aydın’a gitmiş, daha sonra tekrar Edirne’ye dönerek tarîkat hizmetlerini deruhte etmekle vaktini geçirmiştir.5 Bedreddin Simâvî hakkında ileri sürülen en önemli iddia onun özel mülkiyeti reddettiğine dair yaklaşımdır. Bedreddin Simâvî’nin eserlerinde açıkça görülmeyen bu yaklaşım, kendisinden ziyade isyan sürecinde ortak hareket ettiği Börklüce Mustafa ve taraftarlarına ait bir anlayıştır.
Kaynaklarda Börklüce Mustafa ve taraftarlarının özel mülkiyeti reddettikleri, her türlü mülkün halkın ortak malı olduğunu savundukları, kadın erkek bir arada sazlı içkili âyinler düzenledikleri ve daha çok İbâhîliği savundukları ifade edilmektedir. Börklüce Mustafa ve taraftarlarına ait bu anlayışı Bedreddin Simâvî’ye atfederek günümüzde bazı çevrelerin Bedreddin Simâvî’yi Osmanlı’daki ilk komünist olarak lanse ettikleri görülmektedir. Bedreddin Simâvî hakkındaki kaynaklar, bu tür görüş ve uygulamaların onun taraftarlarınca ihdâs edildiğini belirtmişlerdir.6
Mûsâ Çelebi zamanında Edirne’de kazaskerliğe tayin edilmiştir. Ortaya çıkan kargaşa ortamından istifade ederek İzmir taraflarındaki Karaburun bölgesinde Börklüce Mustafa, Manisa havalisinde de Torlak Kemal’in gayretleriyle “Şeyhlikten şahlığa geçmenin” planlarını gerçekleştirmeye kalkışmıştır.
Anadolu ve Rumeli’de yayılmaya başlayan bu isyan Çelebi Mehmed’in çabası ve saltanata hâkimiyeti ile bastırılmıştır. Bu isyan Osmanlı Devleti’nin 1402 yılında Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesinin ardından doğan otorite boşluğunun oluşturduğu siyasî, içtimâî ve iktisadî krizin bir ürünüdür. Önce Manisa ve Aydın yöresinde, Şeyh Bedreddin’in yakın adamları olduğu anlaşılan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemâl isimli Kalenderî Şeyhlerinin inisiyatifiyle başlayan isyan, Osmanlı’da zorlu bir sürecin yaşanmasına yol açmıştır.
Bu isyanı Osmanlı fetihleri sebebiyle topraklarını kaybeden yerel Hristiyan feodallerin, sözü edilen 1402 krizi yüzünden tımarlarından olan sipahilerin ve uç bölgelerindeki imtiyazlarından mahrum bırakılan gâzilerin desteklediği görülmektedir.7 Sûfîlere olan hürmetinin gereği olarak Çelebi Mehmed cülûsunda, Şeyh Bedreddin’i aylık bin akçe maaşla İznik’te ikâmete memur etmesine rağmen, Şeyh Bedrettin hac bahânesiyle İznik’ten Deliorman taraflarına kaçmış, Padişah’ın Serez’de tevakkufu sırasında yakalanarak huzura çıkarılmış, durumu ulemâ arasında tartışıldıktan sonra, Heratlı Molla Haydar’ın “Kanı helal, fakat malı haramdır.” fetvası ile Rabiulevvel 823/Mart 1420’de idam edilmiştir.8
Bu olay üzerine, Osmanlı Devleti tarîkat kisvesi altında ortaya çıkan menfî cereyanlara karşı daha ihtiyatlı davranmıştır. Tasavvufî zümrelere yönelik bu kontrollü yaklaşım daha sonraki süreçte bir baskıya dönüşmemiş, hatta tekkelere olan bağlılık devam etmiş, açılan yeni tekkelere vakıflar tahsis edilmek suretiyle desteklenmiştir bile. Bedreddin Simâvî hakkında değerlendirmede bulunan Osmanlı muhîti, onun hakkında iki farklı yaklaşımı ortaya koymuşlardır.
Bir gurup onu vahdet-i vücûd ekolü içerisinde yetişmiş büyük bir mutasavvıf olarak görürken; Ebussuud Efendi, Sofyalı Bâlî Efendi, Nûreddinzâde ve Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî gibi kesimler ise Bedreddin Simâvî ve Simâvîlik’i İslâm dışı olarak görme eğilimini sergilemişlerdir.9 İkinci gruptakiler Bedreddin Simâvî’nin görüşlerini benimsediği öngörülen Simâvîliği hem sapkın bir tasavvufî hareket hem de devletin güvenliğini tehdit eden zararlı bir ideoloji olarak görmüşlerdir. Öyle ki Simâvîlik daha sonraki süreçte XVI. yüzyıldaki isyan hareketlerinin en büyük kaynaklarından olan Safevîlik ve devletin varlığına tehdit olarak görülen Sünnîlik dışındaki diğer oluşumlarla özdeşleştirilmiştir.10
Abdülbaki Gölpınarlı eserinde bugün Bedreddin Simâvî ve Simâvîleri bâtınî ve Alevî zümrelerden kabul eden yaklaşımlara yönelik şu yerinde tesbitleri yapmaktadır: “Bugün Alevîler içinde, Rumeli’nde Bedreddin Ocağı da var. Bu ocak mensupları, Bedreddin’i pîr tanımakta, hatta onun ölmediğine inanmakta, zuhûrunu beklemektedir. Sonradan, Simâvî denen tâifenin, yâni Bedreddin sûfilerinin İran’a bağlılıklarını da görmekteyiz. Hâlbuki Vâridât’ta, Bedreddin’in Şiîliğine, yahut teşeyyu’una âit küçücük bir îmâ bile yoktur; bilâkis Ebubekir’i hürmetle anar. Zaten onun vahdet telâkkîsiyle bu çeşit mezheb ihtilâflarını bir araya getirmeye imkân da yoktur.
Herhalde Alevîler, Bâtınîlerin geleneğini bilerek bilmeyerek benimsemişler, hükümetin, medresenin hoş görmediği, astığı, lânetlediği Bedreddin’i kendilerinden saymışlar, onun akla, düşünceye dayanan fikirlerini anlamayan Bedreddin sûfîleri de Alevîlerin kendilerine gösterdikleri yakınlık yüzünden ve düşmanın aynı oluşundan onlarla kaynaşmışlar, Bedreddin Ocağı, bu suretle meydana gelmiştir. Şüphe yok ki, Bedreddin’e uyanların çoğu bilgisizdi; söylenen sözleri, telkîn edilen fikirleri kabaca anlıyordu; âhireti inkâr, tenâsühü ikrâra yol açıyordu.
Bütün bu sebepler, Alevîler arasında, Bedreddin’in tekrar geleceği ve âlemi düzene koyacağı inancını besleyen bir ocak meydana getirdi ve Bedreddin sûfîlerini de öbür Alevîler gibi, İran’a bağladı.”11 Benzer bir şekilde Ahmet Yaşar Ocak da Anadolu Alevîliğinin merkezinde Hacı Bektaş-ı Velî’nin bulunması gibi Balkan Alevîliğinin merkezinde de Şeyh Bedreddin’in yer aldığını dile getirmektedir. Onun ölümünden sonra, zaman içerisinde önceden ona bağlı olmayan diğer heterodoks zümrelerin de özellikle XVI. yüzyılda Safevî propagandasının da ulaştığı Alevî zümrelerin de Şeyh Bedreddin Kültü içerisine dâhil olduklarını belirtmektedir.12
Niyazî-i Mısrî (ö.1105/1694), Bedreddin Simâvî’yi; Muhyiddîn ve Bedreddîn, ittiler ihya-yı dîn Deryâ Niyâzî Fuşûş, enharıdır Vâridât diye överken, Mustafa Muslihuddin Nureddinzâde (ö. 981/1574) Varidat’a reddiye yazmıştır. Sofyalı Bâlî Efendi (ö. 960/1552-53) ve Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî (ö. 1032/1622) Şeyh Bedreddin’in aleyhinde olmuşlardır.13 Makâlemi İdrîs-i Bitlisî’nin (ö. 926/1520) Şeyh Bedreddin hakkındaki şu değerlendirmesiyle sonuçlandırmak istiyorum: “Simâvî’nin, fıtratının ‘sülûk ve mükâşefeye yatkın olması, zamanının çoğunu riyâzet ve mücâhedeye ayırması gibi meziyetleri övgüye lâyıktır. Fakat onun gösteriş ve alışkanlıklara dayanan ilim ve ibadeti “İblîs’in tâati” gibi bencillik ve böbürlenmesine sebep olmuştur. Bunun da sebebi kâmil bir mürşidden feyiz almamış olmasıdır. Böyle bir şeyhin etrafında toplanan müridlerse İbâhîliğe ve şeytanın yoluna sapmışlardır.”14
* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE 1. Mehmet Tabakoğlu, Nureddinzade, Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2016, s. 83. 2. Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 89. 3. Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 83-84. 4. Süleyman Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1998, s. 216. 5. Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 84. 6. Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 87-88. 7. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sûfîliğine Bakışlar Makaleler-İncelemeler, Timaş Yayınları, İstanbul 2010, s. 109. 8. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Mehmed I”, İslam Ansiklopedisi, c. VII, s. 503. 9. Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 91-92. 10. Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 92. 11. Abdülbaki Gölpınarlı, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Eti Yayınevi, İstanbul 1966, s. 40-41; Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 97. 12. Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s. 197; Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 98. 13. Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 221. 14. İdrîs-i Bitlisî, Heşt Bihişt, haz. Komisyon, Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı Yayınları, Ankara 2008, c. II, s. 276; Tabakoğlu, Nureddinzade, s. 96.
Kadir ÖZKÖSE
YazarOsmanlı şiiri, beylikten imparatorluğa geçişin şartları çerçevesinde gelişir. İlk sultanlarda gaza ruhu, devleti sağlam esaslara oturtma düşüncesi ağır basar. Ama bir yandan da bu devletin şiir iklimi...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Yûnus Emre’nin üzerinde durduğu en temel konu birlik ve beraberlik rûhudur. Birlikten güç doğacağını, acıların giderilmesi ve tatlılıkların paylaşılması husûsunda ortak hareket edilmesi, yüreklerin or...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Osman Hulûsi Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezini vuslat arzusu oluşturmaktadır. Onun seyr u sülûk eğitiminde merasim, şekil, sûret ve gösterişe yer yoktur. Yaraları sarmak, sıkıntıları gidermek,...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Küfrün taşkınlığı, şer odaklarının pervâsızlığı, ahlâksızlığın yaygınlaşması, hak ve hukukun çiğnenmesi karşısında Müslümanın sessiz ve tepkisiz kalması kadar yersizlik olamaz. Kötülüklerle mücâdele e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE