Kadının Kocası Üzerindeki Hakları
İslâm, âile hayatı kurmayı teşvik eder. Âileyi oluşturacak karı-kocanın birbirine denk olmasını ister. Denkliği, âile kurmanın ve huzurun temel şartlarından kabul eder. Ancak yuvanın huzurla devam edip rahmete vesîle olması için denkliğin yeterli olmadığı bir gerçektir. Bundan dolayı da hem Kur’ân hem de sünnet, yuvanın huzuru ve istikrarlı bir şekilde devam etmesi için hak ve vazîfe arasında denge kurmuştur. Bunun için karı kocadan her birinin diğeri üzerinde bir takım hakları ve birbirine karşı görevleri vardır.
Aslında birinin hakkı diğerinin görevi olmaktadır. Buna göre her biri hak peşine düşmek yerine vazîfesini bilip yapsa bunun peşinden haklar da yerine gelmiş olur. Aile içi haklar ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlarınız üzerindeki hakkınız, sevmediğiniz kimseleri evinize sokmamaları ve hoşlanmadığınız kimselerle konuşmamalarıdır. Dikkat edin! Onların sizin üzerinizdeki hakları ise yedirmek ve giydirmek hususlarında ihsanda bulunmanızdır.”1 hadisinde de erkeklere, hanımlarını en iyi şekilde giydirmeyi, yedirip içirmeyi tavsiye etmiştir.
Burada kişinin hanımının ihtiyaçlarını adalet seviyesinde karşılamaktan öte ona en iyi imkânları sunmasını öğütler. Hz. Peygamber (s.a.v), Medine’de gönüllerle birlikte toplumu inşa ederken, bir yandan da hanımlara aile ve toplum hayatında değer kazandırmıştır. Öte yandan onları her zaman korumuş, kollamış, haklarının gasp edilmesine ve eziyete uğramalarına müsaade etmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), şiddet yanlısı erkeklere, kadına karşı şiddeti yasaklamıştır.
Hz. Âişe, Allah Rasûlü’nün hiçbir kadına ve hizmetçiye el kaldırmadığını söylemiştir. Kadınlara kibar ve anlayışlı davranmak Peygamber Efendimiz’in hayat ilkelerinden biridir. O (s.a.v.), hanımlara karşı nazik olunmasını öğütlerken kendine has üslûbuyla onları narin kristallere benzetmiştir. Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre, Veda Haccı için yola çıkıldığında Enes’in annesi Ümmü Süleym, Peygamber Efendimiz’in eşleriyle beraberdi. Enceşe isimli bir kılavuz da develeri sürmektedir. Yolculuğun heyecanı ile yüksek sesle şiirler okuyan bu güzel sesli köle develerin hızlanmasına neden olunca Rasûlullah ona şöyle seslenmiştir: “Ey Enceşe! Kristalleri taşırken yavaş ol!”2 Peygamberimiz, kadınların yaratılışı itibariyle narin olduklarına dikkat çekerek erkekleri uyarmıştır. Örnek aile reisliğiyle şöyle buyurmuştur: “En hayırlınız, ailesine en güzel davrananınızdır. Ben de sizin aranızda ailesine karşı en hayırlı davrananım.”3
Bir sûfî-fakîh olan Muharrem Efendi’nin anlatımıyla kadının kocası üzerindeki hakları şu şekildedir:
Birinci Hakkı: Kadının kocası üzerindeki birinci hakkı mehirdir. Mehri de iki türlüdür; biri peşin, yani mehr-i muacceldir, birisi ise vadeli, yani mehr-i müecceldir. İkisi de nikâh akdi esnâsında zikrolunur. Fakat mehr-i muaccel dediğimiz, Türkçede hatunun başına giydiği başörtüsü, tokya ve kaftan ile kaşık, yatacakları örtü, döşek ve yemek yiyecekleri kap-kacaktır. Ancak mehr-i müeccel, altın ve akçe cinsidir ki, nikâh sırasında “beş altın on altın” diye zikrederler ki, buna mehr-i müsemmâ denilir. Bu mehr-i müeccel nakit verilmez. Ya kadın boşandığında veya kocası öldüğünde talep olunur. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Hanımını boşayıp da mehr-i müeccelini vermeyen kocanın kıyâmette hasmı benim. Yüce Allahu Teâlâ hâkimdir. Nereye kaçarsa Hak Teâlâ onu hasmıyla beraber götürür.”4
İkinci Hakkı: Önemli dînî emirleri hanımına bildirmektir. Yani abdest, namaz, oruç ve zekâtın farz ve vâciplerini, sahih olmasını ve bozulduğu durumları bilecek kadarını ya yazıyla veya ezbere öğretmek kadının kocası üzerindeki haklarındandır. Kıyâmette kocadan bu sorulur.
Üçüncü Hakkı: Erkekler nâmus konusunda hassas olup hanımının ev içindeki hizmetiyle kanâat edip dışarı hizmeti için ona talimat vermemelidir. Eğer hanımı kendi isteğiyle, su getirmek ve komşuya ihtiyaç için çıkmak gibi, dışarıda hizmet görmek isterse ona engel olmadan kendi yapmayı tercih etmelidir. “Çünkü kadın namus timsalidir, mümkün olduğu kadar dış tehlikelerden korunmalıdır.”5
Dördüncü Hakkı: Hanımının nafaka ve giyeceklerini temin etmek. Karı-kocadan her ikisi zengin olsa, erkek hanımına zengin kadına verilecek kadar nafaka vermelidir. Fakir iseler fakir nafakası, biri fakir olsa orta nafakası vermelidir.6
Beşinci Hakkı: Hanımının nafakasını helalinden kazanmalıdır. Zira haramla beslenen et, cehennemde yanar. Şâyet hanımı helâl olduğunu düşündüğü halde, koca ona haram yedirirse, hem haram kazançtan hem de haram yedirmekten dolayı azap çeker. Hanım ve âilesi ise mazurdur. Kadın da bilerek yerse her ikisi mes’ul olur.
Altıncı Hakkı: “Kadınlar erkeklere göre daha duygusal olduğundan”7 bazı kusurları olabilir. Yaptıkları bazı hatalara müsâmaha gösterip onları mazur görmeli, açığa çıkarmamalı. Eğer terbiye gerekliyse ikazla def etmeli, bir daha yaparsa usulünce yine uyarmalı. Erkek eğer aşırılık yaparsa kıyâmette bu yüzden azap görür.
Yedinci Hakkı: Kadının kocasından oğul-uşak isteme hakkı vardır. Erkek bu isteklere makul şekilde cevap vermelidir.
Sekizinci Hakkı: Bazı kadınlar dil azarlığını âdet edinmiştir. Kocası ona şöyle demelidir: “Bu kötü huyu terk et, yoksa bir daha yüzüme karşı bağırıp çığırırsan seni ikaza devam ederim.”8 diye uyarmalıdır. Eğer kötü huyu terk ederse ne âlâ, aksi halde sabır ve tahammül ve hoşgörü ile muâmele etmeli ve geçinmelidir. Zira yaratılıştan gelen huylar değişmez. Kadın Hz. Âdem’in sol eğe kemiğinden yaratılmıştır, doğrultmaya kalkılırsa kırılır. Kırılması boşama ve liana götürür.
Muharrem Efendi, bu hakları anlatmak için şöyle bir ibretli hikâyeye yer verir: Rivâyete göre Hz. Ömer’in sert meşrepli bir hanımı vardır. Sahâbeden birisinin hanımı kocasına karşı çok konuşur ve laf sayar imiş. Şikâyet için Hz. Ömer’e gelmiş, kapısına geldiğinde de Hz. Ömer’in hanımının kendisine karşı sözlü sataşmada bulunduğunu işitmiş. Bunu duyunca, Hz. Ömer de benimle aynı derde müptelâ imiş deyip geri dönmüş. Hz. Ömer de onu odadan görüp, hacetini istemeden neden geri döndüğünü sormuş. O adam ise şöyle demiş: “Ey mü’minlerin emiri! Ben sana hanımımı şikâyet için gelmiştim, fakat senin hanımının da sert meşrepli olduğunu gördüm ve geri döndüm. Ben yeni bir hanım almaktan âcizim, fakat sen yeni bir hanım alabilirsin, neden bu kötü huylu hanımın cefâsını çekiyorsun!” Bunun üzerine Hz. Ömer onun yedi hayrını gördüğü için ona tahammül ettiğini söylemiştir ve o iyilikleri şöyle sıralamıştır:
Böylece Muharrem Efendi Hz. Ömer’le ilgili olarak anlatılan bu ibretli hikâye üzerinden en küçük tartışmalarda boşanmak için mahkemenin yolunu tutanlara ders vermek ister.
* Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN
Abdullah KAHRAMAN
YazarAsıl ismi Yakup, babası İbrâhim b. Habîb Ensârî’dir. Kûfe’de doğup büyümüş, orada okumuştur. Soy olarak Arap’tır. Büyük dedesi Sa’d b. Büceyr sahâbedendir. Yaşı küçük olmasına rağmen Uhud Savaşı’na ka...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
İslâm âlimleri sahih, doğru, isrâiliyâttan ve hurâfeden uzak bilgiyi elde etmek için çok büyük gayretler göstermişlerdir. Çoğu kere böyle bilgileri ya kitaplarına hiç almamış veya tenkit etmek ve aslı...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Yüce dinimiz İslâm’ın insanlığa getirdiği en temel değer insanı muhâtap alması, onu merkeze koyması ve insan şahsiyetini korumasıdır. Tîn Sûresi’nde insanın en güzel surette yaratıldığını ifade eden Y...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
İslâmî birliğin oluşumunda kardeşliğin merkezî bir rolünün olduğu mâlumdur. İslâm gelmeden önce onun ilk muhâtabı olan Arap toplumunu bir arada tutan birtakım değerler elbette vardı. Ancak İslâm geldi...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN