Esir Arz Filistin ve Yetim Mabed Mescid-i Aksa’nın Söyledikleri
Oğlunun dünyadan ayrılışına 14 gün durmadan ağlayan anne Hz. Meryem’in kabri orada. Karşıda yetim mescidin hüzünlü duruşu... İki tepe arasına Sırat’ın kurulacağına diye inanan ve dağın eteklerini milyarlar karşılığında kabir olarak pazarlayan hurafe sektörü işbaşında… Cennetten arsa satar gibi mezar yeri pazarlıyor!
Cahiliye Mekke’sindeki müşriklerin, “Ya çıplak tavaf edersiniz, ya da bizim ürettiğimiz giysiden alırsınız.” diye Kâbe’yi ziyarete gelenlere giysi satmaları gibi. Şimdi de çağdaş müşrikler benzeri bir hurafe sektörünü işletiyor. Sözüm ona akıllı çağdaş müşrikler de onlara pirim veriyor.
Putçular putların askeri, putlar da putçuların askeri. Putçuların desteği olmasa, putlar ayakta duramaz, hiçbir şey de yapamaz! Selman-ı Farisi’nin makamı ve mescidi de Zeytun Dağı’nda. Etnik kökeni değil, İslâm’ı merkeze alan ve kendini öyle tanıtan İslâmoğlu Selman. Son Peygamber (s.a.v.)’e sahabe olmak için çile çeken, aradığını bulan, muradına eren Selman...
Fars diyarından gelmesine rağmen Medine’de ehl-i beyte girme şerefine eren Selman... Hendek Savaşı öncesi, hendek taktiği ile zafere vesile olan Selman... O şimdi Medain’de yatıyor. Rabiatü’l-Adeviyye’nin de makamı var bu dağın üzerinde. Aşağıda Meryem Ana yatıyor, yukarda Rabia Ana. Her iki ana da şu mesajı haykırıyorlar: “Kadın olmak veli olmaya engel değil, fakir olmak da salih ve seçkin olmaya mani değil. Biz kadın başımıza iffet abidesi olarak bu sınavda üstün başarı gösterdik! Siz de yapabilirsiniz.”
Akşam Zeytün Dağı’nda canlı televizyon yayını ile kardeşlerimize seslenmek nasip oldu. Aynı akşam Burc-Laklak’a gittik. Leyleklerin sık geldiği Mescid-i Aksa burcu. Şimdilerde leylekler de az gelir olmuş bu yerlere. Bir grup gariban Müslüman burcu sahiplenmişler, canları pahasına vermemişler Yahudiye. Bugün burçta okulları, kampları var. Spor, kurslar, çok amaçlı aktiviteler yapıyorlar. Yüzlerce çocuğu, kadını eğitiyorlar, manevî terapi yapıyorlar. Yahudiler, Müslüman gençleri uyuşturucu ve fuhuş bataklığına çekmek için çalışıyorlar; Müslümanlar da onları kurtarmak için çırpınıyorlar.
Mescid-i Aksa ve çevresi dünyanın en bereketli yeri. Kur’ân’ın deyişiyle, çevresini bizzat Yüce Yaratıcı’nın mübarek kıldığı Mescid. Bu bereket öncelikle münbit arazi, doyuran, kucaklayan arazi olarak anlaşılmış. Ancak onun asıl bereketinin peygamberler durağı olmasında olduğunu görüyoruz.
Her karışına onlarca peygamberin eli ve teriyle tevhid ekilen ve asırlarca her karışında sâlih amel meyveli tevhid ağaçları yetişen mübarek arz. Kur’ân kıssalarının yaşandığı yer, insanlık tarihinin yazıldığı yer. Hemen her peygamberin ya doğduğu, ya yaşadığı, ya uğradığı, ya da kabrinin bulunduğu yer. Kur’ân kıssalarını bu yaşandığı yerlerde okumak bir başka güzel!
Mesajlar daha anlamlı, daha çarpıcı, daha tesirli geliyor anlayan kulaklara, hisseden gönüllere! Mirac’da Peygamberimiz’in, bugün Kubbetü’s-Sahra’nın içerisinde kalan Hacer-u Muallaka’nın altında yahut üstünde bütün peygamberlere namaz kıldırıp sonra Mirac’a çıkması sıradan bir şey değil.
Son Peygamber önde imam, bütün peygamberler ona uymuş cemaat. Bu tevhid birliğine işaret ediyor, bu manevî yoğunluğun zirve yaptığını gösteriyor, bu son peygamberin evrensel elçi olduğunu tüm peygamberlerin şahadetiyle cihana haykırıyor. Olayın bize bakan tarafı ise, bu mescidi ziyaretle manevî yoğunluğu yaşıyoruz, tüm peygamberlerin ruhaniyetleri arasında yüzüyoruz. Onun için de burada kılınan namaz bir başka. Başka yerlerde kılınan namazdan beş yüz kat daha sevap.
O’nun Mekke’ye girerken, “Kardeşim Musa’yı, kardeşim Yunus’u şu dağdan, şu vadiden kızıl develer üzerinde, lebbeyk getirerek Kâbe’ye gidişini görür gibiyim.” dediği gibi, burada da her bir köşeden peygamberlerin tevhid yürüyüşünü görür/yaşar gibi oluyorsunuz. İşte Davud Peygamber, elinde mizmarları okuyor ve onunla beraber tesbih getiren kuşlar secdeye varıyor.
İşte Süleyman Peygamber, asasına dayanmış bir halde insan ve cinlerden oluşan ordusunu yönetiyor. İşte çile çeken Musa Peygamber, işte mihrabında dua eden Zekeriya Peygamber! Ve işte adanmış kadın Meryem Ana ve işte çilelerin peygamberi İsa Peygamber ve işte Mirac’ın nebisi Son Peygamber aleyhimüsselam!
Bizim bu ziyaretimizde uğrayabildiğimiz peygamberler; Hz. İbrahim, Lût, İshak, Yakub, Yunus, Yusuf, Davud, Süleyman, Musa, Zekeriya, İsa (a.s.)… Elbette Hz. İsmail de bu topraklarda doğdu, Sâre Ana, Hacer Ana, Meryem Ana da bu topraklarda yaşadı. İsmi zikredilmeyen nice peygambere de bu topraklar yurt oldu. Son Peygamber de İsra yürüyüşünde bu topraklara uğradı. Bu mescidi Mekke müşriklerine bir bir tanıttı, uzun süre yaşamışçasına. İki sene kadar bu topraklara dönerek namaz kıldı.
Ümmetini bu mübarek yeri ziyarete yönlendirdi. “Binekler şu üç mescit için koşturulmaya değer. Şu üç mescidi ziyaret için ne yapılsa yeridir, ne masraflar edilse layıktır, ne çilelere katlanılsa revadır. Orayı ziyaret edin, ziyarete güç yetiremiyorsanız, kandilleri için yağ gönderin.” buyurdu Meymune Annnemiz vasıtasıyla.
Onun kıblenin değiştiği namazının yarısı Kudüs’e yarısı Mekke’ye yönelikti. Böylece O, yeryüzünün iki merkezini, iki kadîm mescidini birbirine bağladı ve ümmetine hedef gösterdi. Zira bütün bunların yaşandığı ve söylendiği dönemde Kudüs Müslümanların eline geçmemişti henüz. Ama o büyük düşünen, büyük hedefler gösteren Ufuk Peygamberi olarak bunları yaptı. Nitekim onun bu mesajını en iyi anlayan ashabı daha Hz. Ömer döneminde Kudüs’ü fethetti. Hz. Ömer, binlerce km. uzaklıktaki Medine’den Kudüs’ü teslim almak için geldi. Ondan sonra da Müslümanlar bu mübarek arza sahip olmak, ona en güzel hizmeti vermek, onu düşman istilasından korumak için asırlar boyu canları pahasına büyük fedakârlıklardan hiç kaçınmadılar.
Tariku’l-Âlâm/Çile Yolu’nu yürüyoruz Cuma sabahı. Hz. İsa’nın çarmıha gerilme kararı verildikten sonra sırtında çarmıhı ile yürüdüğü iddia edilen zorlu yokuşlu yol. Bize göre Hz. İsa’ya benzetilen hain havaridir o çileli yoldan yürüyen. Düşe kalka öleceği yere giden adam. 14 durak var yol üzerinde.
Hıristiyanlar bu yolda yürüyerek ‘hacı’ olduklarını sanıyorlar. Kıyamet Kilisesi de yolun sonunda. Her yer sağlı sollu kilise. Kıyamet Kilisesi’nde güya Hz. İsa’nın yıkandığı taş olduğu söylenen taşa sürtünen, eşyalarını sürten insanlar. Bu kilise Hz. Ömer’in ziyaret ettiği ama namaz kılmadığı kilise. Biraz ilerde Hz. Ömer’in namaz kıldığı Ömer Camii. Ancak Cuma günü herkes Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kılsın diye Kudüs’te bütün camiler kapalı olduğu için içerisine giremedik.
Az ilerisinde Selahaddin Eyubi’nin evi var. O, kilisenin hemen arkasına bir de okul yaptırmış. Tamam, kimsenin dinine karışmayalım ama isteyen doğru dini öğrensinler, özellikle çocuklar doğru dini öğrensinler diye. Bugün de okul eğitime devam ediyor. Anlatımlarda İbrahimî dinler, İbrahimî üç din ifadesi çok kullanılıyor. Yanlış bir ifade. Zira bütün peygamberlerin dini birdir. Hz. İbrahim de dâhil bütün peygamberlerin dini Allah’ın yegâne hak dini İslâm’dır.
Peygamberimiz “Biz peygamberler baba bir kardeşleriz, hepimizin dini birdir.” buyururken bunu ilan ediyor. Musevîlik, İsevîlik daha sonra insanların tahrifiyle oluşturulmuş dinlerdir. Biz İslâm’ı dava edinip insanları ona çağırmakla mükellefiz. İnsanlara din hürriyeti tanımak başka bir şey, İslâm’ın dışındaki din sahiplerini hak yolda görmek başka bir şeydir. Sinagog, kilise ve camilerin yan yana durması, din özgürlüğünün göstergesi; yoksa onların onaylanması değil. Öyle olsa idi, yeni bir peygambere, yeni bir kitaba, yeni bir çağrıya, yeni bir mabede gerek kalmazdı.
Kudüs Haremi bakımsız. Yahudi Devleti’nin hiç bir yatırım, yardım ve desteği yok. Eksik olsun! Lakin Müslümanlar da yapabileceklerini yapmış görünmüyor. Daracık sokaklarına atılan çöpleri atmamak yahut günlük olarak toplamak, harem bölge sınırları içerisinde sigara içmemek ellerinde olsa gerek.
Duvarlarından sarkan onlarca kabloyu toplamak zor olmasa gerek. Bir de bazı Filistinli esnafın, yerli halkın Türkleri, kendilerine yardım için gelmiş zengin para babaları gibi görmesi biraz rahatsız edici. Bir Türk kafilesi görünce mehteri, domburayı çalmaları, Türk bayrağı asmaları, Türkçe birkaç kelime söylemeleri…
Elbette bunları samimi yapanlar da vardır. Ancak bunu bir satıcının malını satarken yapması, bir dilencinin dilenirken yapması hemen sırıtıyor! Bir mescid sohbetinde imam, “Sizin dedeniz Abdülhamit, Filistin’i Yahudiye satmadı.” deyince ben gayr-i ihtiyari, “Peki Filistin’i kim sattı.” deyiverdim. “Osmanlı’yı kim sattı, Ürdün askerleri neyin karşılığında savaşsız Lut Gölü çevresindeki siperleri terk etti. Suriye askerleri nasıl Golan tepelerini bırakıp gittiler, az da olsa Filistin’deki yurtlarını nasıl satmaya devam ediyorlar.” diyesim geldi ama diyemedim.
Tabi ki gelinen noktadan hepimiz sorumluyuz, ama en fazla bu toprakların son sahipleri sorumlu. Şerif Hüseyin, onun iki oğlu Ürdün Kralı Abdullah, Irak Kralı Faruk öncelikli sorumlu. Petro dolarları doğrudan yahut dolaylı Yahudiye peşkeş çekenler sorumlu değil mi?
Tarihî mekânlarda doğru dürüst tanıtım levhası yok, olan levhaların da yazıları solmuş okunmuyor. Kısa yazılı levhalar olsa, çoğu mekân rehbersiz ve daha bilinçli gezilebilir. Rehberlerin verdiği bilgilerin çoğu Yahudi-Hıristiyan İsrailî bilgilerle karışmış durumda. Aktarırken sanki şeksiz şüphesiz gerçeklermiş gibi anlatılıyor.
Hikâye, menkıbe, söylence türü esatir ve efsaneleri anlatmak nedense herkesin hoşuna gidiyor. Gezilen yerlerin bize bakan mesajları hiç anlatılmıyor. Sözgelimi: Ziyaret edilmek için ne yapılsa değer olan üç kadim mescidin, yeryüzü mescidinin öncüleri olduğu… Bu toprakların dört kutsal kitabın okunduğu ve yaşandığı yer olduğu… Pek çok Kur’ân kıssasının yaşandığı yer olduğu… O üç mescid merkezli başlatılan tevhid mücadelelerinin hepimiz için örnek olduğu…
Yeryüzü mescidinin bu üç mescid rehberliğinde imar edilmesinin gerektiği… Bu üç mescidin tarihî kahramanlarının izinden gidilecek örnek şahsiyetler olduğu… Yüce Yaratıcı’nın cinler dâhil tüm her şeyi ve herkesi, Süleyman ruhuna sahip olanların emrine amade kılacağı... Allah’ın evleri mescidlerin en güzel, en görkemli ve en şaheser şekilde yapılmasının gerektiği… Her fani gibi peygamberlerin de çile çektiği ve ölümlü olduğu…
Sultan peygamber de olsa dünyanın hiç kimseye kalmadığı... Ne kadar azgın olursa olsunlar, zalimlere de dünyanın ve dünyada yaptıklarının yanlarına kalmayacağı… Sınav dünyasının hemen herkes için acı tatlı, zevkli ve çileli olaylarla dopdolu olduğu…
Tevhid mücadelesinde nice erkek kahramanlar gibi, Hz. Sara, Hz. Hacer, Hz. Meryem, Hz. Rabia gibi pek çok hanımın da yer aldığı… İmkân bulan her Müslüman Kudüs’ü en az bir kere ziyaret etmeli. İkinci sefer için imkân buluyorsa parasını emin ellerle Filistin’e göndermeli. Gönderemiyorsa yine gitmeli ve Kudüs ruhuyla yenilenmeli. Gençler için Kudüs turları düzenlenmeli.
İsrailî rivayetler, İslâm tarafından onaylanmış gibi anlatılıyor. Hâlbuki bu anlatılanların bir kısmı bizim temel kaynaklarımızdaki bilgilerle uyuşmuyor. Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın krallıklarının öne çıkarılması gibi… Oysa onlar önce peygamber sonra sultandılar.
Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi, çarmıhını taşıması, çarmıh ağacını taşırken yere düşmesi, yolda ağlaması vb. Hâlbuki Hz. İsa ne çarmıha gerildi, ne de öldürüldü, O ilahî koruma altında dünyadan ayrıldı. Tarihî yapılar üzerinde neredeyse hiç tabela yok, rehberler doğru ve özlü bilgilerle bu yapıları tanıtmalı.
Kudüs anlaşılmadan ne Kudüs davası güdülebilir, ne dünya ahvali anlaşılabilir. Kudüs’e % 80 Türkiye’den olmak üzere yılda 40 bin Müslüman ziyarete geliyor. Bunun yanında yılda 3 milyon Hıristiyan Kudüs’ü ziyaret ediyor. Özetle ilk kıblemiz Kudüs mü’minlerini bekliyor. Onlarla kucaklaşmak için. Unutmayalım, biz nasihatlerden ders almamaya devam edersek, musibetlerle uyarılmaya devam edeceğiz.
Ali AKPINAR
YazarPeygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), hevasından bir şey konuşmayan ve konuştukları vahiyden ibaret olan[1] bir önder olarak Yüce Allah’ın bildirmesi ile geleceğe dönük bazı açıklamalarda bulunmuştur. ...
Yazar: Ali AKPINAR
Sözlükte, deneme ve imtihana tabi tutmak, maddî ve manevî sıkıntı, belâ ve felaketlerle imtihan etme gibi anlamlara gelir. Kur’ân’da fitne kelimesi; Deneme, belâya uğratma, Küfür, şirk, Müslü...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Ey Cemâat-i Müslimîn! Bizim dinimiz ahlâk dini, fazîlet dinidir. Müslümanlıkta ahlâk en mühim bir esâstır. Ahlâkî emirlere riâyet etmeliyiz. Bir Müslüman, ne kadar âbid, ne kadar zahid olursa olsun...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Gönül dünyası, insanı şekillendiren merkezdir. İnsanın iyi-güzel olması öncelikle gönlünün iyi-güzel olmasıyla mümkündür. Aynı şekilde bugün özlemini çektiğimiz toplumsal birlik ve beraberliğin gerçek...
Yazar: Ali AKPINAR