İmanı Muhafaza İçin Cenab-I Allah’tan Mağfiret Dilemek
İnsan zaman zaman bilerek veya bilmeyerek hata yapmakta ve günah işlemektedir. Fakat insanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerinden birisi de hatasını anlayıp yaptıklarından pişman olması ve Allah’tan yapmış olduğu hatanın affedilmesini istemesidir. Bizim bu yazımızda üzerinde durmak istediğimiz konu da insanın bağışlanma dilemesi ve Allah’ın da bağışlanma dileyen kulunu bağışlamasıdır.
İnsanın Allah’tan bağışlanma dilemesine “İstiğfar” bağışlanmaya da genel olarak “Mağfiret” denilmektedir. Allahu Teâlâ “Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu haber ver dedikten sonra azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver.” buyurmaktadır.1 Sahabeden Nevvas b. Sem’an, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelir ve ona iyilik ve günahtan sorar. O da ona, “İyilik ahlakın güzelliğidir. Günah ise, kalbini rahatsız eden (seni tereddüde düşüren) ve insanların bilmesinden hoşlanmadığın şeylerdir.” diye cevap verir.2
Allah, çok bağışlayıcı hataları, günahları affedicidir. Kişi istiğfar ederken, Kur’ân’daki istiğfar örnekleriyle, Peygamberimiz (s.a.v.)’den nakledilen rivayetlerle ya da istediği şekilde Allah’tan bağışlanmasını dileyebilir. Kul, mutlaka günah ve kusurunun bağışlanmasını Allah’tan talep (istiğfar) etmelidir. Allah, kullarına karşı çok merhametlidir. Onun merhametinden dolayıdır ki günah işleyen bir kulunu hemen cezalandırmaz. Bu yüzden onun bir ismi de “Halîm”dir. Halîm, “Acele ve kızgınlıkla davranmayan, ceza vermede acele etmeyen” anlamındadır.
İnsanın annesinden günahsız bir şekilde doğduğu gibi günahsız yaşayıp öylece ahirete göçmesi mümkün değildir. Kendisinden böyle bir şey de istenmemektedir. Ondan beklenen, günahlarının farkında olması ve onlardan samimiyetle tevbe etmesi, böylece hatalarını bağışlatmış olarak dünyayı terk etmesidir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah günah işleyen ve günahlarından tevbe ve istiğfar eden bir topluluk yaratır da onları bağışlardı.”3 buyurarak önemli olanın hata işlememek değil işlenen hatayı fark edip hemen tevbe ve istiğfar etmek olduğunu bildirmiştir.
Bu yüzden bir kul günah işlediği zaman Allah o kulunu hemen cezalandırmaz. Tevbe edip pişman olması için ona mühlet verir. Bir hadiste Allah’ın kullarının tevbesini kabul edeceği ve onlardan tevbe beklediği şu şekilde anlatılmıştır: “Allahu Teâlâ gündüz günah işleyenin tevbesini kabul etmek için gece elini açar. Gece günah işleyenin tevbesini kabul etmek için de gündüz elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle devam edip gider.”4 Hadiste gece ile gündüzün ayrı ayrı zikredilmesinin sebebi, tevbe kapısının her an açık olduğunu, yirmi dört saat boyunca tevbe edilebileceğini göstermek içindir.
Genellikle gece günah işleyen gündüz tevbeye fırsat bulur. Gündüz günah işleyen de geceleyin kendine gelir. Aslında insan tevbeye ne zaman fırsat bulursa vakit kaybetmeden hemen Rabb’ine yönelmeli, günahlarının bağışlanmasını dilemelidir. Allah’ın hemen cezalandırmaması inanan ve inkâr eden bütün kulları içindir. Kıyamete kadar veya ecelleri gelinceye kadar dileyen hatalarında devam eder dileyen de pişman olup bağışlanma diler.5
"Bakma şâhım noksânıma cürmü büyük isyânıma
Verme halel îmânıma yâ Rabbenâ va’ğfirlenâ"6
(Ey Allah’ım! Noksanlarımı eksiklerimi kulluktaki âcizliğimi ifade ederek, isyankâr olduğumu itiraf ediyorum. İmanıma zarar gelmeden istiğfar ediyorum, beni bağışla affet.)
Sülûk ve irşad neticesinde kulların sırlarına muttali olan kimsenin ilâhî rahmetle ahlaklanıp merhametle davranmayı âdet edinmesi; günah işleyenlere karşı günahlarını örtüp dostluk göstermesi, düşmanlara yumuşak ve alçakgönüllü davranması, cahilleri bağışlayıp güzel muamele etmesi, günahkârlara merhamet ve bütün kullara şefkat etmesidir. Eğer kulların sırlarını bilen o kimse Allah’ın ahlâkı ile ahlâklı değilse bu bilgisi kendi aleyhinde ucb, nefsini görmek, günahlara karşı çıkıp büyüklenmek gibi, iyilikleri silen fitneleri üzerine çeker. Rabbanî sıfatlara sahip çıkarak Hakk’ın azamet ve kibriyasıyla çekişmek gibi pek büyük bir günaha girmek tehlikesine düşer.
Özetle sülûk ve mücahede ile hâsıl olan mükâşefe ve müşahede büyük nimettir. Bu nimetin karşılığında yapılacak şükür ise kulların ayıp ve günahlarını örtüp merhamet göstermektir. Bu hikmet gereği olarak Peygamber Efendimiz(s.a.v.): “İlâhî rahmet ancak şakilerin (cehennemliklerin) kalbinden sökülüp çıkarılır.” buyurmuştur.
Yine bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Merhametli davrananlara Cenab-ı Hak da merhamet eder. Ashabım, siz yerdeki mahlûklara merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” Hadis-i kudsî: “Ey kulum, seni yeryüzünde halife kıldımsa rahmet hazinemden bir parçayı ayırarak sana verdim ve insana nefsinden ziyade merhamet edici oldum.” Aşağıdaki hikâye de bu hikmeti doğrulayıcı olduğundan buraya alınmıştır:
Bir gün İbrahim (a.s.) kendisinin yaratılmışların en merhametlisi olduğu düşüncesine kapıldı. Cenab-ı Hak derhal kendisini melekûta yükseltip yeryüzündeki mahlûkatın hallerini gözlerinin önüne serdi. Bu sırada günahkârların cesaret ettikleri isyanları görünce dayanamayıp onların helâk olmalarına beddua üzerine Cenab-ı Hak ona şöyle buyurdu: “Ey İbrahim, kullarıma senden daha merhametliyim. Zira sen bir kere onların kötü fiillerini görmekle kahrolmaları için dua ediyorsun. Ben onların isyanlarını her an görüyorum da onlardan lütuf ve ihsanımı esirgemiyorum. Sen artık yeryüzüne dön. Umulur ki, onlar kaderleri icabınca tevbe ve istiğfar ederler.”7
Hazreti Ali (r.a.)’den rivayet edilen bir hadisin meali şöyledir: “Cenab-ı Hak gökleri ve yeri İbrahim’e gösterdiği zaman bir adamın günah işlediğini görerek beddua etti. Bunun üzerine o adam derhal helak olup kendisinden bir iz kalmadı. Birkaç günahkâr da aynı şekilde aynı akıbete uğrayınca Cenab-ı Hak buyurdu: Ey İbrahim, sen ulü’l-azm peygamberlerdensin; hiçbir duan reddedilmez, kabul olunur. Benim kullarıma beddua etme! Zira onlar üç halden birinde olurlar: Ya işledikleri günaha pişman olur, tevbe ederler veya tevbe etmezlerse de onların nesillerinden beni tevhid ve tesbih edecek çocuklar dünyaya gelir. Yahut isyan halinde ölürler de kıyamet gününde huzuruma getirildiklerinde istersem affederim, istersem acıklı azapla cezalandırırım.”8
"Âsîlere mağfiret evrâkını sundular
“Ve gafertü” hitâbıyla afv oldu bu isyânım"9
Kim kendi iyiliklerinin, bağışlarının yaygınlığından bahsederse onu günah ve masiyet susturur. Kim Hakk’ın ihsanlarının bolluğundan söz ederse günah işlediği vakitte susmak zorunda kalmaz. Kendi güzel amellerine asla önem vermeyerek daima Cenab-ı Hakk’ın ihsanlarına bakıp şükreden ârifler; ilâhî lütuflarda zamanın sıkıntılarını, ilâhî ihsanlarda isyanı ve kötülüğü bilen gönül erleridir.”
Ebu Hasan Şazelî Hazretleri buyurdu: “Bir müridin ilâhî ihsan olduğunu bilerek yaptığı az amel, kendi kusur ve noksanını görerek işlediği çok amelinden hayırlıdır.” Bazı ârifler de: “Amellerde kusurlarını görmek, Cenab-ı Hakk’ın takdirinde şirk lekesi doğurmaktan geri kalamaz.” dedi. Bir cariye geceleyin yalnız başına secdeye kapanmış şöyle dua ediyordu: “Ya Rabbi, bana olan muhabbetin hakkı için beni af ve mağfiret eyle!” Efendisi bunu duyup dedi ki: “Bu nasıl duadır? Cenab-ı Hakk’ın seni sevdiğini ne biliyorsun?
Cariye şu cevabı verdi: “Eğer Cenab-ı Hak beni sevmeseydi, bu karanlık gecede rahatımı ve uykumu terk ettirir de kulluk secdesine kapandırır mıydı? Dua ve zikrullah etmemi nasip edip hasret ateşiyle yanan kalbimi feyizlendirir miydi?” “Rahmetim gazabımı geçti.” mealindeki hadis-i kudsî ümit gerektiren rahmetin, korku veren gazabı geçtiğini haber vermektedir. Buna karşılık korkuya mağlup olarak İlâhî rahmetten umut kesmek mahrumluktan olduğu gibi, ümit ve recâya kapılıp mekr-i ilâhîden emin olmak da hüsrana uğramaya sebeptir. Cenab-ı Hak dilediğini işlediğinden, taatte bulunmak gazap ihtimalini ortadan kaldırmadığı gibi, ihsan sahibi olan Cenab-ı Hakk’a karşı günah işlemek de umutsuz olmayı gerektirmez.“
Yahya bin Muaz Hazretleri şöyle münacat ederdi: “Ya Rabbi, sana karşı çok günah işlemekle beraber mağfiret ummak, güzel amelle inayet beklemekten daha üstün geliyor. Zira amellerimin ihlâslı olduğuna güveniyorum. Hâlbuki bunca nefsanî kusurlarımla amellerimi nasıl halis edebilirim? Günahlarım konusunda ise affına güveniyorum. Senin af ve ihsanın apaçık belli olduğuna göre günahlarımı nasıl bağışlamazsın?”
Ebu’l-Abbas Mürsî Hazretleri de şöyle dua ederdi: “Ya Rabbi, sana masiyet beni taate, sana itaat beni masiyete çağırıyor. Bu iki halin hangisinde korkayım, hangisinde ihsanını niyaz edeyim? Eğer günahların yüzünden kork dersen, bana ihsanla karşılıkta bulunarak korkumu gideriyorsun. Eğer taat sebebiyle ihsan iste buyurursan, adlinle karşılık verip ümit ipimi kesiyorsun. Ya Rabbi, bunca lütuf ve ihsanlarına karşı ben amelime nasıl değer verebilirim? Yahut işlediğim bunca günahlarla beraber bana olan ihsanları nasıl bilmezden gelirim?”
"Bildim ki çü isyân benimdir
Afv eyle ki gufrân senindir"10
İstiğfar; Müslüman bir insanın bir kul olarak kendini Allah’ın büyüklüğü karşısında bir yere koyması, Allah’ın her şeye sahip olduğunu anlaması demektir bir anlamda. Kişi Allah’ın kuludur. Kul, Allah’ın bir yasağını çiğnerse veya bir emrine aykırı hareket ederse günah kazanır. Yani, Allah (c.c.) karşısında hata eder. Günahları ise yalnızca Allah (c.c.) bağışlar.
Kul, yaptığı hatanın farkına varır, pişman olur, ellerini açar, Rabb’inden bağışlanma diler, af olmayı bekler. Kulun böyle yapması hem yaptığı hatadan dönmektir, hem de Allah’ın büyüklüğüne yeniden teslim olmaktır. Cenab-ı Hakk’a karşı zavallılığını itiraf etmek şeref ve saygınlıktır. Duada aczini, zilletini arz etmek kabul edilmesinin sebebidir.
Bu yüzden müellif münacatında acizliğini dile getiriyor. Zünnûn Mısrî Hazretleri demiştir ki: “Cenab-ı Hak bir kulunu nefsinin zilletini göstermek kadar yüksek bir şerefle yüceltmemiş, nefsinin horluğundan gafil etmek gibi bir horlukla alçaltmamıştır.”
Ârif bir kişi Mekke’de sıkıntıya düşmüş. Sıkıntısından kurtulmak için başvurduğu zatların kimi oruç tutmasını, kimi geceleri ibadetle geçirmesini tavsiye etmişler. Söylenenleri yaptığı halde fayda görmeyince halini arz ettiği Nehri Cevrî Hazretleri ona şöyle demiş: “Sana oruç ve gece ibadeti tavsiye edenler halini karmakarışık etmişler. Sen hemen doğruca Harem’e git. Kâbe ile Haceru’l-Esved arasındaki Mültezem denilen mübarek yerde insanlar uykuda iken şöyle diyerek yalvar: ‘Ya Rabbi, zor durumda kaldım, şaşkınlığa düştüm, bana yardımcı ol.” Adam dediklerini yapıp o şekilde niyaz edince üzüntü ve sıkıntıdan kurtulmuş, böylece duada aczini ve zilletini dile getirmenin kabule sebep olduğu belli olmuştur.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin Hutbeler adlı eserindeki “Muharrem Ayı ve Yeni Hicri Yıl” konulu 91. hutbesindeki şu kelamları ile miladi 2017 yılını tamamlarken yazımızı taçlandıralım:
“Ömrümüzden bir sene daha geçse de haberimiz yok. Öyle ise aklımızı başımıza alalım; maziye karışacak olan bu senemizi hayır ile kapayalım; temiz bir kalp ile Allah’a dönelim. Şu bir sene içinde yaptıklarımızı bir kere düşünelim, kendimizi bir kere hesaba çekelim bir sene içinde dünya ve âhirete yarayacak ne gibi ameller yaptık; hep Allah yolunda mı yürüdük, yoksa şeytan yollarına da saptık mı? İşte şöylece her mü’min kendisini hesaba çekmeli bilerek veya bilmeyerek yapmış olduğu günahlara tevbe etmeli ve o senenin son sahifesini de tertemiz bir surette kapatarak her türlü günahlardan temiz ve pak olarak yeni seneyi karşılamalıdır.
Eğer böyle yapar ve kendimizi sorguya çekersek, Allah’ın rızasına uygun düşmemiş olan işlerimizin affedilmesi için Allah’a yalvarırsak Allah da dualarımızı kabul buyurur, günahlarımızı affeder. Böyle temiz ve pak olarak yeni bir seneyi karşılamak, insan için ne büyük bir saâdettir. Yaptığı kusurları itiraf eden ve bundan dolayı Allah’tan afv dileyen rahmetlerini ve lütuflarını, yalvaran bir kulundan “gafur, rahim, şefik” olan Allah, esirger mi? Böyle bir kulunu mağfiret etmez mi? Hiç şüphe yok ki kapısına gelen ve kendisinden mağfiret isteyen kullarını Allahu Teâlâ affeder, mağfiret eder rahmetle yarlığar.”11
1. Vehbi Yalçınkaya, Kur’ân’da İstiğfar Kavramı ve İstiğfar-Mağfiret İlişkisi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2010, s. 1.
2. Müslim, Birr,15;Tirmizi, Zühd,52
3. Müslim, Tevbe, 10, 11.
4. Müslim, Tevbe, 31.
5. Yalçınkaya, a.g.e, s.90.
6. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Divân-ı Hulûsi-i Darendevi, (Haz: Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, İst., 2013, s. 5.
7. Ahmet Mahir Efendi, Hikem-i Ataiyye Şerhi, (Haz: Tahir Galip Seratlı),Timaş Yayınları, 2010, İstanbul, s. 268-269.
8. Hikem-i Ataiyye, s.269.
9. Ateş, Divan, s.192.
10. Ateş, Divan, s.387.
11. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Şeyh Hamid-i Veli Minberinden Hutbeler, (Haz: Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, İst., 2013, s.285.
Musa TEKTAŞ
YazarAllah baki, Onun dışındakiler ise fanidir. Ölüm; hayatın başında ve henüz doğum sırasında binlerce belirsizliği barındıran bir ömrün en belirgin tek gerçeği… Ölüm; oyun ve eğlence sanılan dünya hay...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Ham meyveydim baharımda Olgunlaşmadan zarımda Dalımdan çok erken koptum Savruldum hayâlde, düşte Düştüğümde kor ateşte Yanan yüreğimi kaptım Rüzgâr esince ters yönden En arkaya geçtim önden...
Yazar: Ahmet Süreyya DURNA
İnsanoğlu bu fânî âlemde hep bir arayış içerisinde hayatını devam ettirir. Arayan aslında bir yitiğini bulmak üzere yaşamaktadır. “İnsanın yitiği nedir?” diye sorulacak olursa; verilecek cevap; ...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Allah’a yakın olabilmek için iyilik yolunda yürümek, iyiliğe gönül vermek, gerekirse can vermek gerekir. Sahâbe-i kirâm bütün hayatını, malını, canını Allah’ın dinine ve Rasûlullah’ın emri üzere fedâ ...
Yazar: Musa TEKTAŞ