Aşure Gününün Anlam Boyutu
Aşûre gününün kutsiyeti önceki ümmetlerin inanç dünyasında da yer almaktadır. Tarihî kaynaklarda gerçekleştiği rivâyet edilen olayları şu şekilde sıralayabiliriz:
İslâm dininin temel ibadetlerinden biri olan, şekil ve süresi farklı da olsa geçmiş ümmetlere de emredilmiş bir ibadet olan oruç, hicretten bir buçuk yıl sonra Şaban ayında farz kılınmıştır. Orucun farz kılınmasının hikmeti, Allah’ın emrine boyun eğmekle kulluk zevkini tatmak; rûhu, riyâ ve gösteriş hastalıklarından arındırarak ihlâsı arttırmak ve kendisini Allah’ın korumasına teslim etmek için nefis ile mücadele etmektir.3
“Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.”4 âyetinden öğreniyoruz ki, oruç bütün ümmetlere emredilmiş bir ibadettir. Ramazan ayında oruç tutmak ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetine has bir durumdur. Oruç ibadetini diğer ibadetlerden ayıran en önemli özellik, Allah’ın onu kendi zatına nisbet etmiş olmasıdır. Bir hadiste, “Âdemoğlunun bütün amelleri kendisi içindir, oruç müstesnâ; o benim içindir; onun mükâfâtını ben vereceğim.”5 buyurulur. Orucun Allah’ın zâtına nisbet edilmiş olmasının sebebi, hiçbir insanın Allah’tan başkası adına oruç tutmamasıdır.6
Hadislerde teşvik edilen nâfile oruç tutma günlerinden biri de Muharrem ayının onuncu günü olan aşûre günüdür. Esasen bugünü gündeme taşıyan hususların başında bu günde tutulan oruç ve bu orucun niteliği gelmektedir. Bu günde oruç tutulmasına dair görüşlerden biri, Hz. Âişe ile Abdullah b. Ömer’in rivâyetlerine dayanmaktadır. Buhârî’de, Hz. Âişe’den nakledilen rivâyet şöyledir: “Câhiliye Devrinde Kureyş kabîlesi aşûre günü orucu tutarlardı; Peygamber de tutuyordu. Medine’ye hicret edince, hem kendisi tuttu, hem de başkalarına tutulmasını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca, kendisi aşûre gününde oruç tutmayı bıraktı ve ‘dileyen tutsun, dileyen tutmasın’ dedi.”7
Abdullah b. Ömer’in aynı konudaki rivâyeti ise şöyledir: “Aşûre Câhiliye Devri insanlarının oruç tuttuğu bir gündü. Fakat ramazan orucu farz kılınınca Rasûlullah’a aşûre konusu soruldu, o da, ‘Aşûre, Allah’ın günlerinden bir gündür, dileyen bugünde oruç tutsun, dileyen tutmasın.’ buyurdu.”8 Ashâb-ı kirâm arasında ilimleriyle öne çıkan bu iki sahabenin rivâyetlerinden, Câhiliye devrinde, Kureyş’in bugüne saygı duyduğu, Kâbe’nin örtüsünü bugünde değiştirdiği ve ona tam saygı duymalarının bir nişânesi olarak da bu günde oruç tuttukları, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de bu orucu tuttuğu, Ramazan orucunun farz kılınması ile birlikte bugünde oruç tutma yükümlülüğünün kalktığı anlaşılmaktadır.9
Diğer görüşe göre, Hz. Nuh’tan itibaren bütün Sâmî dinlerde makbul sayılan aşûre gününde oruç tutmak, Yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan aşûreyi bayram kabul ederek birtakım merâsimler yapar ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı.10 Hz. Muhammed (s.a.v.) Medine’ye hicret edince Yahudilerin aşûre gününde oruç tuttuklarını gördü. Bu durumu onlara sorunca onlar şöyle dediler: “Bu gün kutsal bir gündür. Bu günde Allah Hz. Mûsâ ve İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı. Mûsâ bugünde oruç tuttu.” Bunun üzerine Allah Rasûlü, “Biz Mûsâ’ya sizden daha layığız.”11 diyerek bugünde hem kendisi oruç tuttu, hem de başkalarına tutmalarını emretti.
Bu ifadelerden, Hz. Mûsâ’nın Allah’a şükür için bugünde oruç tuttuğu, böylece hicretten önce bugüne duyduğu saygıya, Hz. Mûsâ’nın bu kaderi de eklenince Hz. Muhammed (s.a.v.)’in katında bugünün öneminin daha da arttığı, bir veya iki defa bu orucu tuttuğu ve Müslümanlardan da tutmalarını istediği, Ramazan orucunun farz kılınmasıyla bu orucu isteğe bıraktığı anlaşılmaktadır.12
İslâm âlimleri, Ramazan orucu farz kılındıktan sonra aşûre orucunun, sünnet olduğu konusunda ittifak etmişler; bu orucun dokuzuncu günden veya on birinci günden bağımsız tutulmasını hoş bulmamışlardır. Dolayısıyla Muharrem ayının onuncu günü ile birlikte dokuzuncu veya on birinci gününde de oruç tutmanın müstehâb olduğunu belirtmişlerdir. Muharrem’in onuncu günü ile birlikte dokuzuncu veya on birinci gününde oruç tutmaya teşvîkin gayesi, Yahudilere muhâlefet etmektir. Çünkü onlar özellikle onuncu günde oruç tutarlardı.
İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Onuncu günde oruç tutun, Yahudilere muhâlefet ederek ondan bir gün önce veya bir gün sonra da oruç tutun.”13 Yalnızca Cuma günü oruç tutmanın mekruh sayılması gibi, sadece aşûre günü oruç tutmak da mekruh sayılmış ve bunu dokuzuncu günle bitiştirmek müstehâb görülmüştür. Bu bağlamda Hanefîler ve bazı Şafiîler dokuzuncu günde oruç tutamayanların on birinci günde tutmalarının müstehâb olacağını söylemişlerdir.14
Aşûre gününde oruç tutmanın fazîleti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşılık, o günde yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, aşûre pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyâret etmek, kurban kesmek gibi âdetlerin dinî referansları bulunmamaktadır.15 Aşûre günlerinde bazı Müslümanların sırtlarını zincirlerle dövüp kan akıttıkları görülmektedir. Ancak bu uygulamanın da dinî bir yönünün olmadığı, bunu yapanların, geçmişte yaşanmış zulümlerin acısını bir ölçüde kendi nefislerinde hissetmek için bu işkenceleri kendilerine yaşattıkları ifade edilmektedir.16
Yaygın inanışa göre, Hz. Nuh’un gemisi aşûre gününde Cûdî Dağı’nda karaya oturdu. Gemide bulunanlar bu kurtuluşun şükrü olarak, geminin ambarında arta kalan tahılları karıştırarak bir “Selamet Çorbası” (özel bir tatlı) yaptı ve bunu aralarında birbirlerine ikramda bulunarak paylaştılar. Zamanla bu inanç yayıldı, aşûre yaparak eşe-dosta dağıtmak, bir âdet oldu.17 Öteden beri, Müslümanlar arasında Muharrem’in onuncu günü aşûre denilen bir tatlının pişirilip konu komşuya dağıtılması, muhtaç kimselere verilmesi âdettendir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in torunları olan Hz. Hüseyin, yine Muharrem ayının onuncu Cuma günü Kerbelâ’da şehit edildiği için aşûre, onun ve onunla birlikte şehit olanların rûhu için pişirilir ve dağıtılır olmuştur.18 Ehli beyti seven tarikat mensupları, Hz. Hüseyin’i hatırlamak, ona mersiyeler okuyup o musîbeti anmak ve ağlamak vesilesiyle aşûre pişirirler. Bektaşîler aşûre pişirmeyi Ehlibeyt’i anmak ve mersiye okumak için bir vesîle edinmişlerdir. Dergâhlarda aşûre pişirilirken ihvân, kazanın başında toplanır. Aşûreyi kepçeyle karıştıran, kepçeyi öperek bir başkasına verir; o da öperek alır; kazandaki aşı, sağdan sola, soldan sağa karıştırır; aynı tarzda bir başkasına sunar; böylece kazanın dibinin tutmaması sağlanır.
Bektaşîlerde kepçe, “Yâ İmam” diye alınır; veren “Yâ Huseyn” der ve hep birden “Selâmullâhi ale’l-Huseyn, lâ’netullahi alâ kâtili’l-Huseyn” denir. Aşûreyi bu tarzda karıştırmaya “Çifte Vav Çevirmek” denir. Ebced hesabında “vav” altıdır; iki “vav” iki altı eder ki, yan yana yazılınca, “Allah” lafza-i celâlîsinin ebced hesabında tutarı olan “66” sayısı belirir. “Çifte Vav Çevirmek”, aynı zamanda zikir sayılır. Dolayısıyla bu tarihî olay, her yıl aşûre günü bir daha tekrar edilerek dostlarla ve komşularla yeniden bir sevgi paylaşımına gidilmektedir.
Böylece bu tatlı, hem komşular arasında iyi ilişkilerin gelişmesine, hem de tarihte yaşanmış bu hadiseye bağlı şükrün bir daha zihinlerde canlandırılmasına vesîle olmaktadır. Aşûre tatlısı vesîle olduğu bu özellik ve güzelliğinden dolayı asırlar boyu varlığını sürdürmüştür.19
Dergâhlarda 01-29 Muharrem günlerinde farklı bir atmosfer müşâhede edilir. Sohbet, mersiye ve maktellerle seslendirilen duyular, aşûre ikramıyla devam eder; tarihten ibret alma nasîhatleriyle sona erer. Bu günlerde okunan eserlerin en meşhuru ise Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-süedâ adıyla bilinen ve meş’ûm olayı nesir ve nazımla anlatan kitabıdır. Muharremiye, Mersiye-i Kerbelâ, Mersiye-i Âl-i Abâ adı verilen bu besteler, mersiyehânlar tarafından okunmuş ve dinleyenlere hüzün ve gözyaşının derinlikleri yaşatılmıştır. İşte rast-aşîran bir Muharrem ilâhisinin ilk ve son dörtlükleri:
Ey şehîd-i Kerbelâ’ya ağlayan
Ağla mâtemdir, Muharrem bugün
Nâr-ı firkatte ciğerin dağlayan
Ağla mâtemdir, Muharrem bugün
Ey Sezâî, bilmiş ol Şâh-ı Hüseyn
Cümleye sevmektir anı farz-ı ayn
Sekiz ehlullâha oldu nûr-ı ayn
Ağla mâtemdir, Muharrem bugün.20
* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE
Kadir ÖZKÖSE
YazarHerkes benimsediği sosyal çevresiyle bir anlam ifade etmektedir. Kaynaşabileceği, dertleşebileceği, halleşebileceği ve muhabbetle yaşayacağı bir sosyal çevresinin bulunması insan için büyük bir nimett...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Zaman ilerledikçe geriye dönüp bir zaman muhasebesi yapıyoruz ister istemez. Bir saniye sonrasının bile garantisinin olmadığı ömrümüzde buna ihtiyaç duyuyoruz. Belki de yeni yaşın getirdiği bir yaşlıl...
Yazar: Erol AFŞİN
Toplumda saygın bir fert olarak yer almak ve inancı en güzel şekilde temsil etmek için İslâm ahlakı ile donanımlı olgun bir kişiliğe sahip olmak gerekir. Hayatı yaratılış gayesine uygun bir şekilde ya...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Yûnus Emre gerek yaşantısıyla gerekse yapıtlarıyla İslâm’ı bir bütün olarak yaşamanın derdini taşımıştır. Dinin ferdî, âilevî ve ictimâî yükümlülüklerini yerine getirmek Yûnus Emre’deki bu bütüncül ya...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE