Osmanlı’nın Avrupa’ya Gönderdiği Talebeler
Osmanlı’nın Batılılaş(tırıl)masında, Avrupaî tahsil görmeleri için Batı’ya talebe gönderme uygulamasının da belli ölçüde hissesinin bulunduğu inkâr edilemez. Avrupa’dan uzman subay, teknisyen ve mühendis getirmenin yeterli olmadığının anlaşılmasıyla, diğer ülkelerin (Rusya, Mısır, Japonya) yaptığı gibi Avrupa’ya öğrenci gönderme tercihine başvurulmuştur.
Talebelerin gönderiliş amaçlarını şöyle toparlamak mümkündür:
Avrupa’yı, medeniyetini, temel vasıflarını, terakki etme sebeplerini, ilim ve teknolojide yakalamış olduğu seviyeyi öğrenmek ve Osmanlı Devleti’ni tekrar ayağa kaldırmak, askerî, sınaî, teknolojik sahalarda hangi yeniliklerin yapılması gerektiğini anlamak ve ona göre bir yenilik, eğitim, kültür ve sanayileşme programı ve yol haritası belirlemekti.
Öğrencilere yönelik en büyük beklentilerden biri de, Osmanlı’ya döndüklerinde Avrupaî tarzda okulların açılmasına önayak olmaları ve buralarda yeni bir sistemle öğrencilerin yetiştirilmesine katkıda bulunmalarıydı.
III. Selim zamanında Londra’ya daimî elçi olarak gönderilen Yusuf Agâh Efendi’nin, dil eğitimi (özellikle Fransızca) almaları için beraberinde götürdüğü Mehmed Derviş Efendi ile Mehmed Tahir Efendi aracılığıyla Avrupa’ya talebe yollamanın kapısı açılmıştır. Fransa Büyükelçisinin yardımıyla dil eğitimi görmesi için Fransa’ya gönderilen İshak Efendi de ilk talebelerden olmuştur. İlk talebelerden bir diğeri, 1820’de Fransa’ya gönderilen, Cezayir ulemasından Hamdan Efendi’nin oğlu Seyid Ali (geleceğin müşir ve valisi Ali Rıza Paşa) idi. Askerî okulda dokuz sene topçuluk ve istihkâmcılık eğitimi aldıktan sonra İstanbul’a dönmüş ve Osmanlı Ordusu’nda binbaşılığa terfi ettirilmiştir.
Talebe gönderimi resmî anlamda ilk defa 14 Aralık 1830 tarihinde II. Mahmud döneminde başlamıştır. Yeniçeri Ocağı’nın yerine kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusuna subay yetiştirmek maksadıyla, Hüseyin, Ahmed, Abdüllatif, Mehmed Reşid ve Edhem (II. Abdülhamid döneminde sadrazam oldu) isimli 5 öğrenci Fransa’ya gönderilmiştir. Gönderilen öğrencilerde çalışkanlık, gayret, zekâ, din ve milliyet gibi hususlarda bazı vasıflar aranmıştır. Daha çok da paşazâde, sefir çocukları (1834-1837 arasında Paris’teki St. Louis Lisesi’nde okuyan, Paris Sefiri Mustafa Reşid Paşa’nın tercümanı Ruhiddin Efendi’nin oğlu olan, geleceğin sadrazamlarından Ahmed Vefik Paşa gibi), Enderun talebeleri ile Harbiye, Bahriye ve Tıbbiye’den mezun öğrenciler seçilmiştir.
Askerlik dışında kimya, mühendislik, teknikerlik vb. alanlarda eğitim almaları için gönderilenler de olmuştur. Mesela, Osmanlı’da batı tarzı resmin öncülerinden olan Hüsnü Yusuf (1817-1861), sanat alanında ihtisas yapmak üzere 1830’larda Avrupa’ya gönderilmiştir. Sadece devlet aracılığıyla öğrenci gitmiyor; Gayrimüslim ve imkânı olan Müslüman aileler de çocuklarını, daha iyi eğitim alması için Avrupa’ya uğurluyordu. Viyana, Paris ve Londra’daki askeri mekteplere gönderilen askerî talebelerin toplam sayısı Tanzimat Dönemi’ne değin 150’yi bulmuştur.
Sultan Abdülmecid, Tanzimat’ın ilanından beş ay sonra 1840 Mayısında Tophane, Harbiye ve Mühendishane’den seçilen 17 öğrenciyi Paris’e göndertmiştir. Bunların devlet için faydalı olacağını belirterek, hiçbir masraftan kaçınılmaması gerektiğini emretmiştir. Yanı sıra, öğrencilerin dinî ve millî değerleri sindirmeden yurtdışına çıkmalarının; kendi topraklarına yabancılaşma, din ve milliyetlerinden kopma ve toplumlarını küçümseme psikolojisine sokacağını ihtar etmeyi de ihmal etmemiştir. Tanzimat sonuna kadar Paris, Londra, Viyana ve Berlin gibi büyük şehirlere gönderilen 36 kişiyle birlikte bu sayı 200’e yaklaşmıştır. Tanzimat Dönemi’nde, bu talebelerin arasına sivil olanların da eklenmesiyle birlikte, Avrupa’ya gönderilen talebelerin sayısında ciddî bir artış yaşanmıştır.
Bu dönemde Deniz Mühendishanesi öğrencilerinin İngiltere ve Avusturya’ya gönderilmeleri dikkat çekmiştir. Başlangıçta Fransa, en çok öğrenci gönderilen ülke iken, zamanla Paris’in eğlence dünyasının, öğrencilerin ahlakını bozması, Berlin ve Viyana’yı daha çok tercih edilir kılacaktır. 1830-1840 arasında 77, 1840-1856 arasında 99, 1856-1875 arasında ise 186 talebe Avrupa’ya yollanmıştır. 1848-1864 arasında sadece Paris’e gönderilen toplam talebe sayısı 61 kişi olmuş, buna 1864-1876 arasında 93 kişi daha eklenmiştir. 1876’nın sonuna kadar sayı 222’ye ulaşmıştır.
1876 yılına kadar Batı ülkelerine toplamda 422 kişi gönderilmiştir. Bunların 3/4’ü Müslüman, 1/4’ü Gayrimüslimdi. 254 kişi Fransa’ya, 67 kişi İngiltere’ye, 34 kişi Avusturya’ya, 10 kişi Almanya, 6 kişi de Belçika’ya gitmiştir. Gönderilen öğrencilerin sayısındaki artış, bilhassa Tanzimat sürecinde devletin yurt dışına öğrenci göndermeye verdiği önemin açık göstergesidir.
1864’e kadar Avrupa’ya genellikle yüksekokul ve üstündeki öğrenciler gönderilirken, aynı yıldan itibaren orta dereceli okullardan da öğrenci gönderilmeye başlanmıştır. Öğrencilerin bu denli erken yaşta gönderilmelerinin kimliklerini, ahlak ve maneviyatlarını sarsacak etkilere yol açacağı endişeleri, devlet adamlarının yazışma ve raporlarına yansımıştır. Almanya’ya gönderilen öğrencilerin sağlam bir dini ve kültürel eğitim aldıktan sonra Berlin’e gelmeleri gerektiği noktasında Osmanlı’nın Berlin Konsolosu uyarılarda bulunmuştur. Hatta öğrencilerin Türkçe, Arapça, Farsça ve İslâmî ilimleri sağlam bir biçimde öğrendikten sonra Avrupa’daki okullara gelmelerinin isabetli olacağını vurgulamıştır. Güçlü din, kültür ve bilgi temeli olan, sağlam bir bilince ve muhakemeye sahip olan öğrencilerin, farklı kültürlerle karşılaştıklarında daha az problem yaşadıklarını belirtmiştir.
1869’dan itibaren Darü’l-eytamdan (Yetimhane), 1872’den itibaren Islahhane Mektebi’nden yetim, öksüz, fakir ve kimsesiz zeki çocuklar da seçilerek gönderilmiştir. Misalen, 1869’da Paris’te eğitim alan öğrencilerden 20’si yetimdi. Yurtdışına gönderilen öğrenciler arasında harçlıklı, maaşlı veya tam burslu olanlar bulunduğu gibi, yer yer memuriyete başlayanlar da vardı. Öğrencilerin yolculuk biletleri, öğretmenlerinin ücretleri, doktor, ilaç, yemek ve konaklama masrafları, kalem ve kitap masrafları ve diğer masrafları devlet tarafından karşılanmıştır. Başarısız olanlardan ve tahsilini tamamlamadan dönenlerden masraflar geri alınmaktaydı.
Eğitime ve bu alandaki yatırım ve reformlara büyük önem veren Sultan II. Abdülhamid devrinde de Batı’ya talebe sevkiyatına devam edilmiştir. Bu dönemde gönderilen toplam talebe sayısı 315’e erişmiştir. Talebelerin gittiği ülkeler arasında Fransa ilk sırada yer alsa da, Almanya’ya rağbet artmıştır. Fransa’ya 172, Almanya’ya 109, Avusturya’ya 8, Belçika’ya 3, İsviçre’ye 12 talebe yollanmıştır. 1880-1889 arası 34, 1890-1899 arası 160, 1900-1908 arası 121 talebe Avrupa yollarına düşmüştür. Çoğundan askerlik ve askeri teknoloji tahsili almaları talep edilirken; tıp, telgraf, ziraat, yol-köprü işleri, hukuk, askerî tıp tahsili için gönderilenler de olmuştur.
Hanedandan şehzadelerin tahsil amacıyla Avrupa ülkelerine gönderilmesine de II. Abdülhamid Han devrinde başlanmıştır. 1878’de padişah, hanedan mensubu çocukları, denizcilik ve askeri bilimler sahasında eğitim görmeleri için İngiltere’deki Bahriye Mektebi’ne göndermiştir. Aynı dönemde birçok devlet adamının çocuklarını yurtdışına gönderme teşebbüsleri yoğunluk kazanmıştır. Mesela Fuat Paşa, oğlu Kâzım Bey’i; Tanzimat Meclisi üyesi Rıfat Paşa, yeğeni Emin Bey’i ve Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa, yeğeni Ömer Bey’i yurtdışına göndermişlerdir.
Görüldüğü gibi Osmanlı modernleşmesinde hanedan ve devlet adamlarının çocuklarına da görev düşmüştür. II. Meşrutiyet Dönemi’nde talebe gönderiminde tercih edilen adres Fransa’dan Almanya’ya dönmüştür. Toplamda 550 talebe yurtdışına çıkmıştır. Almanya’ya 287, Macaristan’a 200’den fazla, Fransa’ya 131, İsviçre’ye 60, Belçika’ya 16, Avusturya’ya 10, İngiltere’ye 7, Amerika’ya 6, Bulgaristan’a 4, İtalya’ya 4, Rusya’ya 2 öğrenci gitmiştir. 250’nin üzerinde öğrenci 1913-1914 arasında, 260’ın üzerinde öğrenci ise 1918 sonrasında gitmiştir.
İlk defa 1914 yılında yabancı ülkelere gönderilen öğrenciler hakkında bir düzenleme yapılmış ve nizamnâme/yönetmelik (Memâlik-i Ecnebiyeye Gönderilecek Talebe Hakkında Nizamnâme) hazırlanmıştır. 1914’te I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi sebebiyle devlet, yurtdışında bulunan öğrencileri geri çağırmak zorunda kalmıştır. Ancak bu öğrencilerden, okulları açık olanlar, şartları zorlayarak eğitimlerine devam etmeye çalışmışlardır. Öğrencilerin 22’si elektrik mühendisliği, 19’u hukuk, 12’si kimya, 22’si matematik, 13’ü mühendislik, 68’i eğitim/pedagoji, 13’ü siyasal bilimler, 36’sı tabii ilimlerde tahsil görmüştür.
Bu devirde, ilk defa eğitim bilimi alanında Cenevre ve Almanya’ya öğrenci gönderilmiştir. 1918’de İstanbul Darü’l-muallimîn’inden mezun Hıfzı’r-rahman Raşit Öymen, pedagoji tahsili için Almanya’ya gitmiştir. Aynı yıl, seçkin Müslüman ailelerin çocuklarından, yaşları 15’in altında olan 20 kişi eğitim için Avusturya’ya; 1920’de de 2 kişi Amerika’ya gönderilmiştir. Ahmet Emin Yalman, Şükrü Esmer, Sabiha ve Zekeriya Sertel ile Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım bu dönemde tahsil maksadıyla yurt dışına gidenlerdendir.
Avrupa’da ihtisas tahsillerini tamamladıktan sonra yurda dönen bu talebelerin çoğu, başta yeni açılan askerî ve sivil mekteplerde hocalık olmak üzere, devletin ve ordunun çeşitli kademelerinde sadrazamlık, vezirlik, sefirlik, subaylık, valilik gibi mühim görevlere getirilmişlerdir. Bunun yanında yazar, şair, gazeteci (1849-1853 arasında Fransa’da maliye ve edebiyat tahsili gören Şinasi), aydın ve akademisyen olarak Osmanlı ilim, fikir, edebiyat ve basın-yayın hayatına yön verenler arasına girmişlerdir.
II. Meşrutiyet Dönemi’nin meşhur şair ve edebiyatçılarından Tevfik Fikret de Avrupa’ya tahsil için talebe göndermeyi önemseyen ve idealize edenlerdendi. Fikret, tıpkı dönemin önde gelen Garpçılarından Abdullah Cevdet gibi Avrupa’nın ilim ve tekniğinin eğitim vasıtasıyla alınması noktasında herhangi bir kısıtlamaya ve süzgece ihtiyaç duymamıştır. Batı’da mevcut olan her şeyin gülü ve dikeniyle birlikte alınmasını; Osmanlı’nın kurtuluşunun Avrupa ilim, fikir ve medeniyetinin aynen ithal edilmesiyle mümkün olabileceğini savunmuştur.
Nitekim oğlu Haluk’u, bu mevzuda bir meş’ale olarak görmüş ve ona büyük ümitler bağlamıştır. Üstelik bu konuda örnek olmak ve öncülük etmek için Haluk’u, bir ziya ülkesi olarak gördüğü İskoçya’ya göndermekten geri kalmamıştır. Ancak, Haluk daha sonra Amerika’nın yolunu tutmuş ve Hıristiyanlığı benimsemiştir. Hatta papaz olup, doğduğu topraklara bir daha dönmemiştir. Dolayısıyla Tevfik Fikret’in “Haluk Projesi” büyük bir hayal kırıklığı ve trajedi ile neticelenmiştir.
Batılılaşma Girdabında Kaybolan Nesiller Talebelerin gönderiliş amaçlarını ve hedeflerini bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda, eğitim, bilim, kültür ve sanat yönünden “modernleşmeye” katkıda bulundukları; sanayi ve teknoloji sahasında ülkenin kalkınmasına nispi anlamda yardımcı oldukları söylenebilir. Ancak, Prof. Adnan Şişman ve Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da temas ettikleri gibi böylesi hayatî maksatlarla gönderilen talebelerin, başına geçtikleri eğitim ve bilim müesseselerinin, araştırmaya dayalı yeni bilgiler üretmesi, modern manada yerli bilim geleneğinin temellerinin atılması ve ülkede, Batı’yı ayağa kaldıran “ilmî zihniyetin” teşekkülü yolunda kayda değer bir teşebbüste bulunmadıkları da acı bir gerçektir.
II. Meşrutiyet Dönemi’nin ve Darü’l-muallimîn Mektebi’nin ünlü eğitimcilerinden Mustafa Satı Bey, 4 Temmuz 1910 tarihinde Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye sunduğu raporda, Avrupa’ya öğrenci gönderme işlemindeki yanlışlıkları sert bir şekilde eleştirmiştir. Öğrencilerin Avrupa’ya amaçsız ve programsız şekilde gönderilmesi, temel bir problem olarak 1910’da tartışma konusu olmuştur. Japonya, Güney Kore ve Çin gibi ülkeler yurt dışına öğrenci göndererek, ilim ve teknolojide belirli seviyelere kısa zamanda geldikleri halde; Osmanlı (ve akabinde Türkiye), Batı’nın ilmini ve teknolojisini alma ameliyesini neden başaramamıştı?
Muhammed İkbal bunu, Doğu insanının/Müslüman dünyanın Batı’ya eziklik ve aşağılık duygusu içerisinde yaklaşmasına ve tam manasıyla anlayamamasına; dolayısıyla kalkınma hamlesinin sathi ve üstünkörü olmasına bağlamıştır. Aslında, Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Gündüz’e göre Avrupa’ya ilk gönderilen öğrenciler, psikolojik bir rahatlık ve özgüven duygusu içindeydiler. Üstelik getirecekleri bilgi ve teknolojinin sadece Avrupalıların gayretiyle meydana gelmediği; şekillenmesinde Müslümanların katkısının da büyük olduğu inancı ve şuuru ile hareket ediyorlardı.
Bilhassa Tanzimat Dönemi’nde bu anlayış ve şuur bozulmaya yüz tutmuştur. Ne yazık ki, tahsile gönderilen öğrenciler daha çok Avrupa kültürünün ve yaşantısının ülkeye taşınmasına, “kültürel batılılaşma” ve “taklitçilik hastalığına” aracılık etmekten başka bir işe yaramamışlardır. II. Meşrutiyet Dönemi sadrazamlarından Said Halim Paşa’nın kanaati de aynıdır: “Tahsil için veya sefaret vazifesi ile memur olarak Batı memleketlerine giden gençlerden, ecnebi ahlak ve yaşayışını benimsemiş olarak dönenler pek çoktu.”
Bu noktada talebelerin, “Batıcı” diplomat, asker-sivil bürokrat ve aydın tipinin/zümresinin oluşumuna öncülük ettiklerini; (Mehmed Emin Âli Paşa, Mehmed Namık Paşa, Ahmed Vefik Paşa gibi üst düzey bürokrat ve devlet adamının) yeniliklerde motor görevi üstlenerek Tanzimat, Meşrutiyet ve hatta Cumhuriyet Dönemlerinin kapılarını açtıklarını; 19-20. yüzyıl Batılılaşma anlayışları ve hareketlerinin şekillenmesine önayak olduklarını ileri sürebiliriz. Netice itibariyle talebe gönderme tatbikatının büyük ölçüde devletin, boşa yatırım yapmasına ve ülkesine, milletine, dinine, kültür ve medeniyetine yabancılaşan, “kayıp nesillerin” sayısının artmasına katkıda bulunduğunu savunmak mümkündür.
Kaynakça:
Adnan Şişman, Tanzimat Dönemi’nde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri (1839-1876), Ankara, 2004;
Aynur Erdoğan, Türkiye’de Yurtdışına Öğrenci Gönderme Olgusunun Sosyolojik Çözümlemesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2009;
Kansu Şarman, Türk Promethe’ler, Cumhuriyet’in Öğrencileri Avrupa’da, İstanbul, 2005;
Güray Kırpık, “Yurtdışına Öğrenci Göndermenin Tarihî Meseleleri”, Eğitime Bakış dergisi, Temmuz/Ağustos/Eylül 2015, Sayı: 34;
Mustafa Gündüz, “Diyar-ı Ecnebîde Tahsil-i İlim Serüvenimiz (1830-1950)”, Eğitime Bakış dergisi, Sayı: 34;
Mehtap Ay, Paris Mekteb-i Osmanisi’nin Kuruluş, Amaç ve İşlevleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007;
Ekmeleddin İhsanoğlu, “Tanzimat Öncesi ve Tanzimat Dönemi Osmanlı Bilim ve Eğitim Anlayışı”, 150. Yılında Tanzimat, Yayına Hazırlayan: H. Dursun Yıldız, Ankara, 1992;
Tevfik Fikret, Haluk’un Defteri, Sadeleştiren: Yılmaz Özbek, İstanbul, 1967;
Burhan Akpınar, “Modernleşme Aracı Olarak Yurt Dışı Öğrenciler: Bitmeyen Serüven”, Eğitime Bakış dergisi, Sayı: 34.
İsmail ÇOLAK
YazarSultan II. Mahmud’un, kızları içerisinde en uzun ömürlü olanıdır. 23 Mayıs 1826’da II. Mahmud’un ikbâli Zer-nigâr Hanım’dan dünyaya gelmiştir. “Doğruluğu gösteren” anlamına gelen ismini, babası II. Ma...
Yazar: İsmail ÇOLAK
İstiklâl Savaşı Dönemi’nde Maraş ve Antep’in kurtuluş mücadelesinde, Maraşlı Hüseyin’in yazdığı destan, en acıklı olanlardan biriydi. Hüseyin, Maraş savaşına katıldıktan sonra, gönüllü olarak Antep’in...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Osmanlı eğitim hayatında, mektebe yeni gelecek çocuklar için Bismillâh ile ilk okuma anlamına gelen “Bed-i Besmele” ve “Âmin Alayları” tertiplemek yüzyıllarca devam eden kadim bir gelenekti. Tahsil ve...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Köyde, erkeklerin bile kalmadığı zor ve kara günler yaşanıyordu.Bir gün Balıkesir’in İvrindi Köyü’ne bir grup subay ve asker, cepheye yine asker toplamaya gelmişti.Köylüleri, muhtar kanalıyla meydana ...
Yazar: İsmail ÇOLAK